Tesadüf diye bir şey yok

EMİNE BIYIK
emine.biyik@aksam.com.tr

Başak Sayan yeni kitabı “Kelebeğin Kaderi” ile yaşamın karşımıza çıkardığı işaretleri fark edip en derin acılarımıza başka bir gözle bakabilmeyi anlatıyor. Tesadüflere inanmıyor çünkü ona göre her şey bir amaca hizmet ediyor. “Tesadüf dediğimiz şey; Tanrı’nın kendini gösterme şekli” diyen Sayan, tüm yaşadıklarımızın nedenini keşfetmenin ipuçlarını da veriyor.İşte Başak Sayan’ın anlattıkları… 

DOĞUM ÖNCESİ SANCI GİBİ

“Kelebeğin Kaderi” üçüncü kitabım ama ikinci romanım. Bağlanma Korkusu’nda ya da Aşk ve Baştan Çıkarma Üzerine’de şu an hissettiğim duyguların hiçbirine kapılmamıştım. Kitap piyasaya çıkmadan önce birtakım endişelerim vardı. “Acaba sevecekler mi?”, “Amaçladığım şeyi başarabildim mi?” diye doğum öncesi sancı gibi bir süreç geçirdim. Sonra fark ettim ki bunun da sebebi artık yazarlığı meslek olarak kabul etmemdi. Mesleğim olarak gördüğüm için endişeye kapılmaya başladım. Ama şuna inanıyorum ki eğer kelimelerin kalpten geldiyse ve öyle kaleme aldıysan bir şekilde okuyucuya ulaşıyor. Bağlanma Korkusu’nda, hızlı hayat şartları içinde aşkı tüketen ama tükettiği halde onu arayıp bir türlü bulamayan insanların hikâyesini anlatıyordu. Kelebeğin Kaderi’nde de aslında tesadüflerin büyük bir planın küçük parçalarından ibaret olduğunu, karşımıza çıkan her insanın, yaşadığımız her olayın bizi gitmemiz gereken noktaya götüren araçlar olduğunu anlatıyor. Hayatımıza giren herkes oynamaları gereken rolü oynayan oyuncular sadece. Aslında tesadüf diye bir şey yok. Tesadüf dediğimiz şey; Tanrı’nın kendini gösterme şekli... Yarattığımız şeylerin ortaya çıkabilmesi için yaşanan eş zamanlılıklar… Hiçbir şey tesadüf değil, her şey bir amaca hizmet ediyor.

BİR AYDINLANMA YAŞADIM

Özellikle son bir yılda yaşadığım olaylar, “Neden benim başıma geliyor?” ya da “Niçin oldu?” sorularını sordurdu. Çok üzüldüğüm, yaralandığım, haksızlığa uğradığımı düşündüğüm, günlerce ağladığım anlar oldu. Fakat sonra kendimi kahrettiğim, ağladığım, lanet ettiğim olayların aslında beni bambaşka bir noktaya götürdüğünü fark ettim. Eşim Murat’la (Vardal) tanışma hikâyemiz bile tesadüfler üzerine kurulu. O uçağını kaçırdığı için bir sonraki uçağa binmek zorunda kalmıştı, benim de işim iptal olmuştu ve onun bineceği uçağa binmiştim. Olaylar bizi bir ay sonra evliliğe kadar götürdü. İmkânsız gibi gözüken bir ilişki bir anda evlilikle sonuçlandı. Bu da kitabımın başlangıç hikâyesi oldu. Çünkü bizi üzen olayların hiç de göründüğü gibi olmadığını fark etmeye başladım. Sonra geçmişe dönüp beni en çok yaralayan olayları hatırlamaya başladım ve bir aydınlanma yaşadım. Hepsinin anlamını keşfettim. Ve birden bire “Bununla ilgili bir hikâye yazmam lazım” dedim. Çünkü bunu hepimiz yaşadık, bu hepimizin hikâyesi… Her gün başımıza gelenlerin neden bizi bulduğunu anlayamıyoruz. Haksızlığa uğruyoruz, canımız yanıyor, işten kovuluyoruz, aldatılıyoruz...

ARTIK KABULLENİYORUM

Bu durumu fark etmek kabullenmeyi kolaylaştırdı. Çünkü insan en çok acıyı değişimden korktuğu için yaşıyor. Düzeniniz çok kötü bile olsa onu değiştirmek istemiyorsunuz. Bunun sebebi de sonrasında ne olacağını bilmeyişimiz: İyi mi, kötü mü olacak? O yüzden genellikle değişim rüzgârları esmeye başlayınca kötü de olsa eskiye yapışıp kalıyor insan. Hâlbuki bıraksa onu nereye götürecek bilmiyor. İşte ben artık onu bu farkındalıkla yapabiliyorum. Kabulleniyorum ve “Bakalım beni nereye götürecek?” deyip bırakabiliyorum. Umarım okuyucu da anlatmaya çalıştığım bu felsefeyi yakalayabilir. Umarım kitabı kapadıkları zaman hayatlarında kötü giden, onları hırpalayan olaylara başka bir gözle bakabilirler. Umarım affetmeyi öğrenirler. Umarım ilahi bir sistemin içinde olduğumuzu ve çok yüksek bir matematikle 

yönetildiğimizi anlayıp kendilerini daha iyi hissedebilirler. Çünkü hakikaten böyle...

DIŞ DÜNYAYLA BAĞLANTIM EKSİLİYOR

Sabah yazabilenlerdenim. Gün içinde ya da akşamüstü yazabilenlerden değilim. Çünkü enerjim çok düşüyor, çok yorgun hissediyorum kendimi. Eğer “Yazmaya başladım” diyorsam dış dünyayla bağlantım eksiliyor. Haftada bir günü of ilan ediyorum ve ne yapacaksam o gün yapıyorum. Onun dışında hep evdeyim. Sabah erken kalkıp kahvaltımı yapar yapmaz yazı masasının başına oturuyorum. Evde kimsenin olmaması gerekiyor. Evde olduğu günler de kocamı hep kovuyorum (gülüyor). Öğlen saat bire-ikiye kadar yazıyorum. Uykum geliyor çünkü. Çok yorucu bir şey, zihniniz yoruluyor. Biraz dinlendikten sonra bir-iki saat daha yazıp günü bitiriyorum.

İKİSİ DE BENİM TUTKUM

Oyunculuk da yazarlık da benim tutkum. İkisi de benim mesleğim, ikisini de bırakmaya niyetim yok. Ama bir dönem oyunculuk bir dönem yazarlık öne çıkabilir. Hayatımın bu döneminde biraz daha edebiyata yönelmem gerektiğini hissediyorum. İçsel olarak öyle istiyorum, öyle bir arzu duyuyorum. Kafamda bir sürü proje var. Belki ileride kitabım dizi olabilir ya da senaryo yazabilirim.