Kısa öykü: Sosyete Örgütü

RÜYA ERSİNA UYGUR
ersinaru@gmail.com

-Gördüm, indir elini, kâğıtları sayacağım.

Eşli oynadığımız her seferde erkekler kaybetmeye başlayınca hileye başvuruyorlardı. Bu kez Leyla yakalamış, kocasının elindekileri zorla almaya çalışıyordu.

-Boş ver Leyla dedim, çoktan ötekine vermiştir.

Erkekler gülerek inkâr ederken yerde parlayan jokeri gördük.

-Hırsızlar! diye bağırdı Leyla.

O gece sohbetimiz ilginç hırsızlık olayları üzerine sürdü.

-Seval mesela dedi Leyla, onu hırsızdan saymıyorum, bir hasta o!

İlkokuldan arkadaşımız Seval bir kleptomandı. Çaldığı bir göz kalemiyle ilk yakalanışında kimliğine bakınca şaşırıp kalmışlar, güvenlik görevlilerinden biri tam polis çağıracakken mağazanın satış sorumlusu bu işgüzarlığı engellemişti. Seval’in kocası ünlü bir iş adamıydı. O üstelik de general kızıydı. İkinci yakalanışında çantasından kibarca alınan Chanel’in N° 5 parfümüydü. Bu kez satış sorumlusu Seval’in eşini bilgilendirmiş, cevap ise Seval’in general babasından gelmişti. Kızının rahatsızlığının gazetelerde yer almasını engellemek için küçük bir uyarıda bulunmak istemişti, o kadar. Zarara uğradılarsa, bunu gidermeye hazırdı. Gazetelerde yer almamıştı ama babasının peşine taktığı askerlerin müdahaleleriyle Seval’in hastalığı tüm AVM’lerde öğrenilmişti. Artık yakalayanlar, yüzünü görür görmez onu tanıyor, hazır ola geçiyorlardı.

-Cezalandırılma riski kalkınca çalmanın da heyecanı kalmamış, hastalığı sona ermiştir dedim.

-Sanmam dedi Leyla, İstanbul’un ücra yerlerine gidiyordur.

İddiaya giriştik. Zaten oyun günümüz Seval’deydi. Pazartesi öğleden sonra Seval’in Nişantaşı’ndaki dubleks dairesinin kapısında, çantalarımızın fermuarları kapalı, zile bastık. Seval bizi her zamanki karmaşık duygulu yüzüyle karşıladı. 120 Metre karelik devasa salondan kahkahalar yükseliyordu.

Hizmetçisi Zülbiye’ye hiddetle bağırdı.

-Yeter arkadaşlarımla kaynattığın, gel de misafirlerime yardımcı ol!

-Boş ver dedi Leyla gülerek. Bir paltoyu çıkarmak için ona ihtiyacımız yok herhalde.

Zülbiye abartılı bir şekilde kırıtarak gelirken Seval’in bakışlarından şakadan kızmadığını anladık.

-Sen misin hizmet eden, ben miyim, karıştırdın yine! Koy şunları dolaba. Sonra da git kestane topla da gel.

-Ne yapacaksın kestaneyi? diye sordu Leyla.

Zülbiye ayağına pabuçlarını geçirip fırlamıştı kapıdan.

-Ay dedi Seval, biraz göz önünden uzaklaşsın diye ilk aklıma geleni söyledim işte.

Şaşkın bakıştık, sonra onun gülmesiyle biz de makaraları koyuverdik. Salondakiler de ne oluyor diye gülmeye hazır kapıdan girişimize bakıyorlardı.

Modern İtalyan stili, değişik renklerden parçaların birleşmesinden oluşan on beş kişinin rahatlıkla oturabileceği divana yerleşirken, Seval ayakta sinirli el kol hareketleriyle davranışını açıklamaya çalıştı.

-Hayır, son günlerde bir haller geldi ona, sanki evin sahibi. Komşularla nasılsa ilişki kurmuş, öğle yemeği molası isteyip onlara gidiyor.

-Belki güzel dolma sarıyordur diye atıldı Nilgün,  ne bileyim, ondan bir şeyler istiyorlardır.

-İşin içinde bir iş var gerçekten ama ne, onu bilmiyorum dedi düşünceli.

-Ben olsam çaktırmadan çantasına bakardım dedi Nilgün.

Seval kleptomani hastalığını bildiğimiz için aniden kızardı.

-Allah göstermesin dedi korkuyla.

Zülbiye döndüğünde biz çoktan yeşil çuhalı masaya oturmuş dağıtılan kartları dizmekle meşguldük.

-Bakma öyle dedi Seval, bir bıçak al kestaneleri tek tek çiz.

Zülbiye mutfağa dönerken Rengin alçak sesle sordu.

-Seninki Dior mu kullanıyor?

-Sanmam dedi Seval, Dior parfümüm hiç olmadı, sevmem de.

- «J’adore» kokuyor.

-Bir haftalık kazancı diye itiraz etti Figen, verir mi o kadar parayı bir parfüme?

-Verir diyerek başını salladı sinirle Seval, dedim ya son günlerde benimle yarışıyor.

Nilgün yedekte sırasını bekliyordu. Zülbiye’den iyice kuşkulanmış, bana göz kırpıp bir bahaneyle mutfağa gitti. Dönüşte gözlerini devirerek kulağıma fısıldadı.

-Bir görsen sanki iş kadını, cebi kulağında, habire yazıyor!

O sırada Zülbiye telaşla içeri girdi.

-Annem yine fenalaşmış, bu kez ambulans çağırmışlar, izin verirseniz…

Seval elini salladı, Zülbiye fırladı, gitti.

-İnandın mı anlattıklarına diye hayretle sordu Nilgün. Sanki birilerinden siparişler alıyordu.

-Ne inanması dedi Seval.

Sonra cebinden konuşmaya başladı.

-Ahmet Bey, şimdi çıkıyor kapıdan. Evet, size resmini gösterdiğim gibi esmer tenli, kıvırcık saçlı.

-Ne oluyor diye sordu Leyla, dedektif mi tuttun?

-Hayır, babam dedi Seval. Zülbiye’yi bir korumasına izletiyor. İnşallah anlayacağız arkamızdan neler çevirdiğini.

Oyuna ilgimiz azalmış, kâğıtları ortaya atıp sohbete dalmıştık ki bir anda ne olduğumuzu şaşırdık, zil çalıyor, kapıya güm güm vuruluyordu. Seval’in açmasıyla kar maskeli biri kadın beş polisin içeri girmesi bir oldu.

-Kimse kıpırdamasın!

Seval « babam » diye kekeleyerek salondaki kadın polise laf anlatmaya çalışıyordu. Polisler mutfağı ve odaları kontrol edip, döndüler.

-Kimlikler lütfen!

Tutanak tuttular. Çantalarımızı kontrol ettiler.

-Neden? diye sordu titrek bir sesle Seval.

Sorusunun cevabı cep telefonlarımızın toplanması oldu.

Seval babasının emekli general olduğunu hatırlattı. Polisler tepki vermediler. Bilgisayarlarıyla mutfaktaki masaya yerleştiler.

-Babam hizmetçimizi izletiyordu diye seslendi Seval, Onunla mı ilgili?

- Babanız da birazdan gelecek, dedi kadın polis.

Resmen ifadelerimizi aldılar. Bizleri teker teker çağırarak önce burada bulunma nedenimiz ve toplantılarımızın sürekliliği hakkında bilgi istediler. Sonra Nişantaşı sosyetesinden tanınmış isimler sayıp, onları tanıyıp tanımadığımızı sordular. Ardından konu Zülbiye’ye geldi. Ona herhangi bir şekilde para ödemiş miydik? Sanırım hepimizin cevabı aynıydı. Seval’in hizmetçisi olarak oyun günlerinde rastlıyorduk, o kadar!

Sonra telefonlarımızı teslim ettiler. İfadelerimizi basılmış bir şekilde elimize tutuşturdular. İşin ciddiyetini anladıkça tedirginliğimiz artıyordu. Kadın polis bizi rahatlatmak için gülümsedi.

-Artık gidebilirsiniz.

-Operasyonunuzun nedenini öğrenebilir miyiz? diye sordu Rengin, telefonunu çantasına itinayla koyarken.

-Sosyete Terör Örgütü’nün peşindeyiz hanımefendi.

-Ne? diye bağırdı Figen.

Rengin çantasından bir kartvizit çıkarmış polise uzattı.

-Bakın lütfen dedi, bu saygın kuruluşların sosyal etkinliklerini düzenleyen biriyim ben. Eşime gelince…

-Olabilir dedi genç bir polis, kanun karşısında herkes eşittir.

-Ne yani dedi sinirle gülerek Rengin, ben şimdi bir terör örgütü üyesi olmakla mı suçlanıyorum?

- Karar var savcılıktan dedi kısa boylu kıdemli görünen orta yaşlı polis. Sadece görevimizi yapıyoruz.

-Peki dedi Leyla bizim ayrıca ifademizi alacak mısınız?

-Gerek duyulursa hanımefendi. Bir mahzuru yok değil mi?

-Var mahzuru dedi Leyla. Bugüne kadar polise şikâyette bulunmak ya da yardım istemek için başvuran insanlar için bu yaptığınız bir aşağılamadır. Ne cüret!

Kolundan çektim çocukluk arkadaşımın, Avrupa’da trafikte hız ihlalinden polise ifade verildiğine şahit olmanın alışkanlığıyla.

Beş kadın, mantolarımızı giymiş çıkmaya hazırlanırken Seval’in babası genç korumasıyla girdi.

-Nerede kızım? diye gürledi.

Polisler generale salonu gösterdiler. Olayların gelişimini merak etsek de çağrılan asansöre hızla doluştuk, aynadaki görüntümüzden teröristmişiz gibi kendimiz de ürktük. Dışarıya adımımızı atmamızla flaşlar üzerimize patladı, insiyaki kolumuzla yüzümüzü gizledik. Herkes suçlu gibi arabasına girdi, ben Leyla’yla gidecektim. Leyla anahtarla motoru çalıştırırken şöyle başını hafifçe eğerek soluna bakmış, ardından park yerinden ilk çıkan olmuştu.

-Pes dedim, sanki kırk yıllık teröristsin.

-Dalga geçme! diye cevap verdi Leyla sinirle. Yani düşünüyorum da Sosyete Terör Örgütü ne yapar sence?

- Sahi bu ismi geçen sosyetikler dedim gülerek, Nişantaşı’nın şık AVM’sini mi soydular yoksa?

-Neden olmasın? dedi Leyla bir kaşı yukarıda. Sosyetik bir kleptoman var, bir de onu koruyan general emeklisi baba. Çete reisi de Çeliktepeli Zülbiye.

Leyla’nın bakışlarıyla karşılaşınca ikimiz birden sinir boşalması yaşadık. Arabayı ilk bulduğumuz yere park edip katıla katıla güldük.

Moda’da apartmanımın önünde inerken ilk haber alan arıyor diye sözleştik. Anahtarla daireme girdiğimde eşim balkonda Sudoku çözmekle meşguldü.

-Sen daha Sudoku çöz dedim, az daha hapse giriyordum.

Gülümseyerek bana bakarken dinledikçe ciddileşti.

-Sanki “Sosyete Terör Örgütü” diye bir haber gördüm İnternette.

O haberi ararken ben de televizyonu açtım. Aynı anda telefon çaldı.

-Her şey general babanın başının altından çıkıyor dedi Leyla. General baba küçük hesapçılık yapmış, ödemek zorunda kaldığı kızının çaldığı parfümlerin parasını kurtarmak için hizmetçi Zülbiye ile konuşmuş. Zülbiye böylece Seval’in kleptomani hastalığını öğrenmiş.

-Ne konuşmuş Zülbiye ile?

-Sen komşulara yüzde on indirimli sat, böylece zararın neresinden dönsek kârdır demiş. Zülbiye de komşuları kapı kapı dolaşıp elindeki ünlü markaların parfümlerini ucuza alabileceklerini söylemiş.

-Sonra da kendi hesabına mı çalışmaya başlamış?

-Önce çalınıp da fiyatı ödenmek zorunda kalınan parfümleri satarken, sonra ünlü iş adamlarının eşlerinden sipariş alıp kendisi çalmaya başlamış. General bu işten şüphelenmiş ve onu izletmeye başlamış. Tam çaldığını saptadığında polisler devreye girmiş.

-Polislerin nereden haberi olmuş?

-O da başka bir hikâye dedi Leyla. Uzun zamandır polisler sahibinin şikâyeti üzerine AVM’deki parfümeri mağazasının kameralarını inceliyorlarmış. Önceleri bir kaç kez Seval tespit edilmiş, zaten üç kez çaldıktan sonra yakalanmış. Sonra da haftada bir hizmetçisi Zülbiye. Tabii telefonu da takibe alınmış. Sonunda Zülbiye’nin müşteri portföyüne de ulaşmışlar. Bu sosyete hanımları teker teker ifade vermişler ve hepsi ağız birliğiyle Zülbiye’yi suçlamışlar.

-Zülbiye içerde öyleyse.

-Evet, Zülbiye gözaltında. General onu izlettiği için örgütten olmadığı anlaşılmış daha önceki satış fikri için uyarı almış. Terör örgütü denmesi bir savcı’nın işgüzarlığından. Seval’e gelince...

-Çalmayı bırakmış değil mi? dedim iddiayı kazandığımı sanarak.

-Tabii ki ben kazandım dedi Leyla. Polisler onun hasta olduğu için cezalandırılamayacağını söylemişler. En son ne çalmış biliyor musun? Oynadığımız oyun kâğıtlarını!

GELECEK HAFTA

HAYATIN ANLAMI

27 Aralık kısa öykü: Veda dansı

13 Aralık kısa öyküsü: Renginar'ın falları

29 Kasım kısa öyküsü:  Karanlıkta şişe tıkırtıları
15 Kasım kısa öyküsü: Bitmeyen öpücük
8 Kasım kısa öyküsü: Hırsızın profesörü