Sinemada Fransız Devrimi: Danton

BAŞAK BIÇAK

basakbicak@gmail.com

Devrimler tarihin lokomotifleridir, der Karl Marx… Bu lokomotiflerin en başında ise kuşkusuz, Fransız Devrimi yer alır. Çünkü modern zamanların ekonomisini şekillendiren, İngiltere öncülüğünde başlatılan Sanayi Devrimiyse; ideolojisini oluşturan da kuşkusuz Fransız Devrimi’dir. Toplumsal devrimlerin en önemlisi sayılabilecek bu hareketin ortaya koyduğu fikir sistemi, söz konusu devrimlerin sadece ulusal ölçekte önem taşımaması sebebiyle, kendi çağını aşarak günümüze kadar ulaşır. Öyle ki, milliyetçik ideolojisinin makrodan mikroya doğru evirilip, uluslararası alanda siyasete yön veriyor olması, Fransız Devrimi’nin ne kadar etkili ve büyük bir devrim olduğunun kanıtıdır.

Hemen her hafta birbirinden farklı listeler paylaşıyorum ancak bu kez, söz konusu Fransız Devrimi olunca çok sevdiğim bir filmi sizlere hatırlatmak ya da izlemeyenler için tavsiyede bulunmak istedim. İşte devrimin yıldönümünde, Danton sizlerle… 

Danton (1983)

Devrim önce kendi çocuklarını yer sözünü mutlaka duymuşsunuzdur. Birçok devrim gibi Fransız Devrimi de, kendisini ortaya koyan düşün ve siyaset adamlarını birer birer ortadan kaldırarak bir nevi kendisine kurban olarak aldı. Danton, bu kurbanların en ünlüsüdür ve ölümünden yıllar sonra bile hala tarihçiler arasında suçlu olup olmadığı tartışması yapılmaktadır… Ancak bilinen kesin bir şey vardır ki, o da Danton’un idamı Fransız Terör döneminin en büyük hatalarından biridir ve devrimi büyük bir çıkmaza sokar…

Danton, Polonyalı yönetmen Andrej Wajda’nın, L’Affaire Danton adlı kitaptan uyarladığı eseri ve 1794 yılında, Danton’un Paris’e dönüşüyle başlıyor. Bahsi geçen süreç, Fransız Devrimi’nde Terör yıllarının yani en büyük kıyımların yaşandığı dönem… Zira Fransız Devrimi, her ne kadar genel hatlarıyla 1789 yılında Bastille kalesinin ele geçirilmesiyle anılsa da, devrim ve değişimin başlangıcıdır; tek günlük veyahut tek dönemlik bir hareket değildir; uzun yıllara ve Fransız Tarihi’nin farklı dönemlerine, cumhuriyetlerine yansıyan bir süreçtir.

Öyle ki, 14 Temmuz’un hemen ardından inşa edilen Kurucu Meclis, henüz ne cumhuriyetçiydi ne de monarşi karşıtı devrimcilerden oluşuyordu. Keza kısa bir süre sonra yaşanan 10 Ağustos ayaklanması Danton’u halkın gözünde önemli bir konuma getirdiği gibi, en az 14 Temmuz kadar önemli sonuçlara neden oldu. Halk artık siyasete katılmaya başladı; cumhuriyet ise ancak ve ancak kralın sarayında devrim karşıtı belgelerin bulunması ve kralın halkın gözünde itibar kaybetmesi üzerine ilan edildi. Bunun üzerine önce kralın, ardından da devrimin ilk kurbanları olan Jironden liderlerinin idamından sonra, Jakobenler ile filmde sıkça bahsedilen Kordölyeler yönetimi ele geçirdiler. Danto, işte tam bu terörün ayyuka çıktığı süreçte Georges-Jacques Danton’un, Paris’e gelişi ve arabasının içinden şehrin meydanındaki devasa giyotine bakmasıyla açılıyor. Yağmurlu bir günde giyotin her ne kadar tertemiz olsa da, binlerce insanın kanını üzerinde taşıdığı için tüm heybetiyle ve korkutuculuğuyla orada duruyor ve Danton, kendisinin de sonu olacağını tahmin eder gibi bu ölüm makinesine biraz endişeyle bakıyor. 

Paris’e gelişinden sonra halk tarafından coşkuyla karşılanan Danton’un, devleti ve devrimi kontrol eden Kamu Selameti Komitesi’nin başındaki isim Robespierre ile çekişmesi ve aralarında yaşananlar ise filmin hikâyesinin genel hatlarını oluşturuyor. Ve daha ziyade meclis konuşmaları, çevrilen entrikalar, Robespierre’in siyasi/kişisel gel-gitleri ve Danton’un tüm bu yaşananların içindeki konumunu ve duruşunu sergilemeyi hedefliyor. 

Filmde, devrimcilerin resimlerinin yapıldığı sekansta, öldürülen/öldürülecek olan devrimcilerin resimden silinmesi, İnsan Hakları Bildirisi’nin maddelerini ezberleyen bir çocuğun final kısmında bu maddeleri Robespierre’e söylemesi devrimin yolundan saptığının bir işareti olarak veriliyor. Nitekim Robespierre’in kendisi de bunu dile getiriyor: “Davayı kaybedersek devrim yok olur, kazanırsak yine aynı şey olur.”

Filmde, Danton karakterine hayat veren kişi ise Gérard Depardieu… Performansı ortalamanın üzerinde ancak bana göre Depardieu’nün de önüne geçen kişi Robespierre’e benzerliğiyle dikkat çeken Wojciech Pszoniak olmuş. Polonyalı aktör, Robespierre’in genel karakterini ve havasını çok iyi yansıtarak, tam anlamıyla bir Robespierre haline gelmiş…

Danton, Fransız Devrimi’nin iç yüzünü gösteren az sayıdaki önemli filmden biri ve Terör döneminde insanların nasıl kolayca giyotine gönderildiklerini gözler önüne seriyor. Ancak Danton’un karakteri noktasında bazı sıkıntılar yok değil zira Danton, tam anlamıyla suçsuz biri olarak yansıtılıyor fakat aksine, tarihi kaynaklarda Danton’un saraydan para aldığı, bazı noktalarda kendi çıkarı için çalıştığı gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Bu elbette demek değildir ki Danton, devrim açısından zararlı bir siyasetçiydi bilakis, devrime olan katkısı çok büyüktü. Bu bağlamda film objektifliğini yitiriyor ancak yine de değerli bir yapım olmayı başarıyor.

Devrim terörü, Fransız Devrimi’nin çocuklarını giyotine gönderirken, hiçbirini yalnız bırakmayı da ihmal etmeyecekti: Nitekim Danton’un Robespierre’in evinin önünde geçerken söyledikleri boşuna değildir: “Robespierre, arkamdan geliyorsun!”