Sinema tarihinin en eski canavarları!

Bu hafta gösterime giren Meg: Denizde Dehşet filminden hareketle, beyazperdenin meşhur canavarlarını ve türe önemli katkılarda bulunan korku klasiklerini hatırlayalım…

BAŞAK BIÇAK / basakbicak@gmail.com

Creature From Black Lagoon

50’li yılların Dracula, The Wolf Man ve Frankenstein kadar meşhur olan bu korku ikonu, yarı insan yarı balık canavar, Arthur Conan Doyle uyarlaması The Lost World (1925) filmine ait konseptten yola çıkılarak oluşturuldu. Sinema tarihinin ilk 3D korku filmlerinden biri olan ve bu anlamda öncü sayılan yapım, bilimkurgu sinemasının yeni bir akım olarak yükseldiği 50’li yıllarda Jack Arnold tarafından çekilmiş önemli bir klasiktir.

Phantom of the Opera

Gaston Leroux’nun 1909 tarihli Le Fantôme de l’Opera’sından Rupert Julian’ın sinemaya uyarladığı film, ilk önce sessiz olsa da, sinemaya sesin gelmesinden sonra yeniden gösterime sokuldu. Paris’teki Opéra Garnier’nin birebir inşa edildiği bir stüdyoda çekilen ve romanın en sadık uyarlaması olarak kabul edilen yapım, kendisinden sonra gelen Dracula gibi pek çok filmi de etkiledi.

Nosferatu

Beyazperdenin ilk yaratık filmlerinden biri olan ve yine korku sinemasının başyapıtlarından kabul edilen Nosferatu, Bram Stoker’in Dracula’sının özgün bir uyarlaması… F.W. Murnau’nun yönettiği film, bugün bile bu meşhur vampiri izlerken sizi rahatsız etme gücüne sahip…

Frankenstein

Dracula’nın gişe başarısı ve popülaritesi üzerine yeni bir korku filmi çekmeye karar veren Universal, böylece erken dönem korku sinemasının önderi oldu. Bu kez Mary Shelley’nin aynı isimli klasiğini sinemaya uyarlayan firma, James Whale’e emanet ettiği filmle yeni bir klasik yarattı. Boris Karloff’un yaratık performansı uzun yıllar korku sinemasının en önemli ismi olmasına yol açtı.

The Mummy

Dracula ve Frankenstein’ın başarıları bu kez yapımcıları Mısır firavunları hakkında bir film çekmeye itti ve Dracula’nın görüntü yönetmeni Karl Freund’un direktörlüğünde bir Mumya filmi çekildi. Başrolünde yine Boris Karloff’un yer aldığı yapım, pek çok yeniden çevrime de sahip…

Dracula

Bram Stoker’ın aynı adlı romanının ilk resmi uyarlaması, Tod Browning’in ellerinde bir klasiğe dönüşmekle kalmadı; aynı zamanda Universal Pictures’ın Canavarlar Serisinin de başlangıç filmi haline gelerek, pek çok devam filmi çekilmesine yol açtı. Başrolündeki Macar aktör Béla Lugosi’nin ürkütücü oyunculuğu ve Amerikan seyircisinin ilk kez doğaüstü bir korku temasıyla karşılaştığı film olmasıyla sinema klasikleri arasına girmiştir.

The Invisible Man

H. G. Wells’in aynı adlı bilimkurgu romanına dayanan film, yine James Whale tarafından beyazperdeye uyarlandı. Heyecanlı bir macera olmakla birlikte bir anti kahraman yaratmayı da başaran yapım, film noir’a da göz kırpıyordu.

Godzilla

Sinema tarihinde en iyi canavar filmlerini düşündüğümüzde Godzilla ilk akla gelenlerden biridir şüphesiz. King Kong, Mothra ve Ghidorah gibi birçok yaratıkla da kavgaya girişen bu devasa yaratık, King Kong gibi uzayıp giden serilerden birine dönüştü.

The Wolf Man

George Waggner’in yönettiği The Wolf Man, o güne dek çekilmiş ilk kurt adam filmi olmamasına rağmen fikirsel olarak temaya pek çok katkıda bulundu. Kurt adamların dolunayda değiştiklerini, gümüş kurşunla ölebildiğini ve ısırmaları sonucunda bir virüsün bulaştığını öğrendiğimiz filmin başrolünde ise Lon Chaney Jr. yer alıyor.

King Kong

1930’ların egzotik ada filmleri, özel efekt dehası Willis O’Bryan’ın sihirli elleriyle ve bu film için icat ettiği tekniklerle birleşerek seyircinin beyazperdede daha önce görmediği bir deneyim yaşamasına yol açtı. Empire State binasının tepesine tırmanan dev gorilimiz King Kong, gişede büyük başarı elde ederek hem RKO firmasını iflastan kurtardı, hem de sinema tarihinin en büyük ikonlarından birine dönüştü. Ancak King Kong’un başarısının altında yatan asıl sebep, o dönem için muhteşem özel efektlerine rağmen güzel ile çirkin hikâyesinin modern bir uyarlaması olmayı başarmasından kaynaklanıyordu.