Sanatın köylüsü, şehirlisi olur mu?

EMİNE BIYIK

emine.biyik@aksam.com.tr

Başında yazması, ayağında şalvarı ve lastik ayakkabılarıyla Türkiye’nin dört bir yanında oyunlar sahneleyen bir kadın, Ümmiye Koçak… Güçlü, inatçı, mücadeleci ve cesur… Onun sözlüğünde ‘vazgeçmek’ diye bir kelime yok… İlkokul mezunu ama 13 yaşından beri öyküler yazıyor. Gelin gittiği köydeki, kadın-erkek eşitsizliğine, kadına yapılan sözel ve fiziksel şiddete dikkat çekmek için 2001 yılında Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu'nu kuruyor. Yetmiyor, sinemaya da el atıyor ve kadının gücünü orada da gösteriyor. Yazıp yönettiği “Yün Bebek” adlı filmiyle New York Avrasya Film Festivali'nde "Sinemada En İyi Avrasyalı Kadın Sanatçı" ödülünü kazanıyor… İşte “Sanatın köylüsü, şehirlisi olur mu?” diyen Koçak’ın ilham veren hikâyesi… 

Yıl 1964-65… Yer Adana’nın Çelemli Köyü… Caminin hoparlöründen bir anons yapılıyor, “Her evden bir kız çocuğu okula gönderilecek. Eğer gönderilmezse ya anne ya da baba hapse atılacak”… Ümmiye Koçak, 10 çocuklu bir ailenin 6. çocuğu… Camiden yapılan anonsla heyecandan yerinde duramıyor. Okula gidecek diye çok mutlu… Çünkü okula kendisinin değil de küçük kardeşinin gönderileceğinden habersiz… “Bizim köyde kızlar okula gönderilmezdi güzel kızım. Camiden yapılan o anons olmasaydı okul nedir bilmeyecektim. Ama biz kadınlar için hiçbir şey kolay olmadığı gibi okula başlamam da kolay olmadı. Çünkü okula beni değil, küçük kardeşimi göndermeye karar verdiler. Fakat kardeşim okula birkaç gün gittikten sonra ‘Ben artık gitmeyeceğim’ diye ağlamaya başladı. Eyvahlar olsun! E tabii babam kara kara düşünmeye başladı. Çünkü kardeşim okula gitmezse hapse düşecek. Yanına gittim ‘Baba ben giderim’ dedim, ‘Sahi gider misin?’ dedi, ‘Giderim’ dedim…” Şans eseri elde ettiği bu fırsat hayatının dönüm noktası oluyor Ümmiye Hanım’ın… 

HİKÂYE UYDURURDUM

Tesadüf eseri okula gitmeye başlayan Ümmiye Hanım için kader ağlarını örmeye devam ediyor. Sınıf öğretmeninin isteği üzerine eline geçen Maksim Gorki’nin Ana kitabı sayesinde edebiyatla tanışıyor. İlkokula sırf anne-babası hapse düşmesin diye gönderilen Ümmiye Hanım, okul hayatının ilkokulla sınırlı kalacağını bildiği için, okuyabildiği kadar kitap okumaya başlıyor. Eline geçen her kitabın önce arka kapağına bakıyor. “Okuyacağım kitabın yazarının arka kapakta yer alan biyografisini okurdum. Özellikle ilkokul mezunu olanların kitaplarını okurdum ki ‘İlkokul mezunu ama yazar olmayı başarmış’ deyip kendimi motive ederdim. Hikâyeler uydurur, yazardım.” Yazar olma hayali kuran, Ümmiye Hanım’ın, asıl hikâyesi 19 yaşında gelin gittiği Mersin Arslanlar Köyü’nde başlıyor.  

MEYDANI KIZLARIMIZA BIRAKTIM

18’inde nişanlanıp 19’unda evlenen Ümmiye Hanım, gelin giderken yanında çeyiz diye kitaplarını götürüyor. Fakat 80 ihtilalinde korkudan ağlaya ağlaya kitaplarını yakıyor. “Cahillik işte, şimdiki aklım olsa yakar mıydım?” diyor. Arslanlar Köyü’nde de okunacak ne kitap var ne gazete… Zaten kadınların kitap okuyacak zamanı da yok. Çünkü kadınların hepsi bağ bahçede çalışıyor. “Benim köyümde kadın sadece ev işlerinden sorumluydu. Fakat Arslanlar Köyü’nde tarlada kadınlar çalışıyor, erkeler de ya çınarın altında ya da kahvede oturuyordu. Bu durum canımı çok acıttı. Ama ne yapabilirim ki yavrum… Sonra gel zaman git zaman oğlum Mehmet ilkokula başladı. Öğretmenine bebek görmeye gittim. Eşi ‘Tayinimiz çıktı, gideceğiz’ dedi. Eyvahlar olsun! Tasalandım. Okulun ilk yılı, öğretmen giderse çocuğum gerileyecek. ‘Yavrum neden gidiyorsunuz?’ dedim. ‘Çocuğumuza bakıcı bulamadık, mecburen gideceğiz’ dedi.” Hem çocuğunun eğitim hayatı hem de köylerinin öğretmensiz kalmaması için Ümmiye Hanım, bebeğin bakıcısı olmayı teklif ediyor. Sonra yıllarca çocuk bakıcılığı yapıyor. Ümmiye Hanım’ın başlattığı bu rüzgâra köyün genç kızları da kapılıyor. Liseyi bitirip boşta gezen, üniversiteye hazırlanan ne kadar kız varsa çocuk bakmaya başlıyor. Meydanı genç kızlara bırakan Ümmiye Hanım, bu seferde evlere temizliğe gitmeye başlıyor.  

YOL BİLMEM, İZ BİLMEM 

Günlerden bir gün Arslanlar Köyü’ne tiyatro geliyor. Bunu duyan Ümmiye Hanım, oyunu en ön sırada izliyor. Oyun biter bitmez de kendini sahneye atıyor. “Oyuncu çocuğun yanına gidip ‘Oğlum senin adın ne?’ dedim ‘Ali’ dedi. ‘Ama az önce Veli’ydi’ dedim. Güldü ‘O benim oynadığım karakterin adı’ dedi. O gece sabaha kadar düşündüm...” Köy kadınlarının yaşadıklarını tüm dünyaya göstermek için bir oyun sahnelemeye karar veriyor Ümmiye Hanım. “Ayşe Teyze, Fatma Teyze’yle kavga eder ama bana ‘Kız duydun mu falanca yine kavga etmiş’ derdi. Kendi yaptığı kavgayı başkası yapmış gibi anlatırdı çünkü utanırdı. Biri kaynanasını şikâyet eder, öteki kocasından dayak yerdi. Ben de ‘O zaman ben bunların yaşadıklarını yazayım, sahnede oynattırayım. Kaynanası, kocası, komşusu görüp yanlışlarını düzeltsinler’ dedim. Düzeltsinler de nasıl? Hiç kolay değil. Yol bilmem, iz bilmem. Kimden yardım isteyeceğim onu da bilmiyorum. Köyümüzün tuhafiyecisi Dudu var, iki yıllık üniversite bitirmiş. Ona gittim. ‘Kız Dudu böyleyken böyle… Biz de buradaki kadınların sesini Mersin’de duyurmak için, o çocuklar gibi bir tiyatro yapalım’ dedim. ‘Ümmiye Abla fikir çok güzel ama sana yoldaş olacak kişinin ayak bağı olmayacak. Ben tuhafiyeyi bırakamam. Sen köy okulundan yardım iste’ dedi.” 

KAFAMA KOYDUM, YAPACAKTIM

İnatçı kadın Ümmiye Hanım… Yılmıyor, inandığı düşüncenin peşinden gidiyor. “Okula gideceğim ama yalnız gidemem, bir arkadaşa ihtiyacım var. Komşumdan rica ettim, utandı, kabul etmedi. Tam bir hafta dil döktüm, sonunda ikna oldu. Beraber okulun yolunu tuttuk. Müdürün odasına girdik. Konuşurken yazmamla yüzümün yarısını kapattım, utandım. ‘Ben kadınlardan oluşan bir tiyatro kurmak, kadınların sesini duyurmak istiyorum’ dedim. ‘Sen feminist misin?’ dedi. Hayatımda ilk defa duymuştum o kelimeyi… ‘Valla onun ne demek olduğunu bilmiyorum Müdür Bey ama ben tiyatronun dağılmasını istemiyorum, erkek olursa dağılır’ dedim.” Köy tiyatrosu fikrine sıcak bakan okul müdürü, olabilecek olumsuzluklar konusunda uyarıyor Ümmiye Hanım’ı. “Evin taşlanır, köyde laf, söz olur” diyor ama Ümmiye Hanım asla vazgeçmiyor. “Kafama koymuştum, yapacaktım.  

EN İYİ AVRASYALI KADIN SANATÇI

Tiyatroda oynayacak yedi kadını bulabilmek için kırk kapı dolaşıyor Ümmiye Hanım. Çoğunun eşi izin vermiyor. Hakarete uğruyor, kapıdan kovuluyor. "Herkes 'deli bu kadın' dedi. Ne dediyseler kabul ettim." Yılmadan, usanmadan o yedi kadını buluyor. Harıl harıl oyuna hazırlanıyorlar. Fakat o da ne, daha önce hiç sahneye çıkmamışlar. “Belediye başkanına gittim, ‘Güya aralarında en gözü açıkları benim ama daha önce hiç tiyatro sahnesi görmedim. Bu işin içinde rezil olmak var’ dedim. Hemen Mersin Şehir Tiyatrosu’ndaki bir oyuna bizim için yer ayırttırdı. Otobüs ayarladı, toplanıp gittik. Oyunu izlemek için salona girdik. E tabii seyircilerin hepsi şehirli, bizi şalvarlarımızla görünce içlerinden biri, ‘Ay tiyatro ne kadar banalleşmiş. Köylülere kadar inmiş’ dedi. Hiç sanatın köylüsü, şehirlisi olur mu? Ben de yanına gittim ‘Güzel kızım 27’sinde de bizim oyunumuz var. Buyurun gelin’ dedim. Bu şalvarda ne var ki? 10 dakikada değiştirebilirim. Önemli olan kafanın içindekini geliştirmek… Neyse geldi, oyunumuzu izledi. Oyun sonrası boynuma sarılıp ağladı. İstediğim şey de buydu, önyargıyı kırmayı başarmıştım.” O gün sahne tozunu yutan Ümmiye Hanım, 2001 yılında "Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu"nu kuruyor. 

HER YER DEVE DİKENİYLE DOLU

"Hasret Çiçekleri" adlı oyunuyla 2006 yılında Sabancı Uluslararası Adana Tiyatro Festivali'nde sahne aldı Ümmiye Koçak. Bugüne kadar 15 tiyatro oyunu yazan Koçak, Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu ile yaklaşık 10 bin kez sahneye çıktı. Daha sonra tarlalarda çalışarak kazandığı paraları biriktirip kadına karşı şiddet sorununu anlatan "Yün Bebek" filmi Ümmiye Hanım'a New York Avrasya Film Festivali'nde "Sinemada En iyi Avrasyalı Kadın Sanatçı" ödülünü kazandırdı. “Bugünleri göreceğim aklımın ucundan geçmezdi. Tek hayalim kadınların sesini Mersin’e duyurmaktı. ‘Biz ataerkil toplumda yaşıyoruz’ diyorlar. Ben de diyorum ki ‘Hayır! Biz kadınların isteyip de yapmayacağı hiçbir şey yok. Yeter ki birlik olalım, birbirimize kıskanmayalım.’ Evet, hayat mücadelesi çok zor ama kimse kimsenin yoluna gül dökmüyor be yavrum. Her yer deve dikeniyle dolu. Önemli olan o dikenlerin arasından gülleri bulup toplamak. Benim bu yolda tek istediğim, kadınlarımızın bilinçlenmeleri ve içlerindeki cevheri çıkarıp çocuklarına aktarmaları… görüntü hiç önemli değil, kafanın içi önemli…