Tombişler de güzeldir

‘No:309’ dizisinin Yıldız’ı Özlem Tokaslan, ‘Görümce’ filminde, yüzünü gerdirmekten mimiklerini kımıldatamayan estetik düşkünü Sonay karakteriyle karşımızda. Her rolün hakkını fazlasıyla veren ve ortaya tadına doyum olmaz seyirlikler çıkaran Tokaslan bir oyuncu olarak hiçbir zaman estetik kaygılar taşımadığını söylüyor ve ekliyor: “Güzel görünmeye çalışan oyuncu kaybeder.”

RÖPORTAJ: ARZU AKYOL

arzuakyol73@gmail.com
FOTO: UYGAR TAYLAN

Sizi Perran Kutman’a benzetiyorlar, haberiniz var mı?


‘Yeni Perran Kutman’ yakıştırması var evet… Ona benzetilmekten onur duyuyorum ama onun tırnağı bile olamam. Onlar gerçekten çok büyükler gözümde, gönlümde…

Siz de çok iyi bir oyuncusunuz ama. Her bir rolünüz birbirinizden şahane. Peki, rol seçerken neye dikkat edersiniz? 

En önemli kriterim oynadığım hiçbir karakterin diğerine benzememesi. Hem ruhsal hem fiziksel olarak farklı roller isterim. Oyunculuk dediğimiz şey de bence bu… Yoksa herkes her şeyi yapabilir. Şimdi herkes bu sayede oyuncu zaten. Aynı rolle yıllarca dizi çeken oyuncular var. Bakıp konuşmayı oyunculuk sanan insanlar var mesela. Ama işte o çocukların buna inanmalarını sağlayan bir yapı da var. Sen oyuncusun diyor, o payeyi veriyor, para da veriyor, reyting de veriyor. Dolayısıyla o çocuk onun doğru olduğuna inanıyor. Nasıl bilsin başka türlüsünü. Kişileri kesinlikle suçlamıyorum. Yapıda bir problem var. Dolayısıyla önüme bir teklif geldiği zaman da daha önce oynadıklarımdan farklı mı, yeni bir şey çıkarabilecek miyim, kendim eğlenebilecek miyim, ona bakıyorum.

En son ‘Görümce’ filminde Sonay karakteriyle çıktınız karşımıza… Bu rolü neden kabul ettiniz?

Sonay da daha önce canlandırdığım karakterlerden çok farklı. Şu an estetik kaygılarla dış görünüş meselesine çok takılmış bir kitle varmış. Sonay da onlardan biri. Benim hiç bilmediğim bir dünya. Bu yüzden hemen kabul ettim. Gupse’nin oynadığı görümce karakteri filmin ana enstrümanı. Gupse’nin yakın arkadaşı Sonay karakteri de küçük seslerle katkıda bulunuyor ana hikâyeye, tatlı bir fon yaratıyor. Sonay; kendi bedeniyle derdi olan, yaşadığı hayatı sevmeyen ama seviyormuş gibi yapan, onu hep biçimsel kaygılarla yöneten, çocuklarını sevdiğin zanneden ama aslında hiç iletişim kuramayan, gerçekten samimi, insanlarla gerçek bir ilişki kuramayan, salaklık derecesinde saf, gerdirmekten yüzü hiç kıpırdamayan bir kadın.

GUPSE’Yİ BIRAKMAM

Özellikle estetik kaygıları bakımından son yıllarda toplumda çok karşılığı olan bir rol değil mi?

Öyle bir durum varmış evet, ben bu filmde fark ettim. Aslında narsist kişilik bozukluğuymuş bu. Tabii ki küçük küçük müdahaleleri herkes yapıyor ve bu anlaşılabilir bir durum ama dudağını parça parça hale getiren insanlar varmış. 17 yaşında başlıyor düşünün. Şişiriyor, bozuluyor, tekrar şişiriyor, tekrar bozuluyor. En sonunda artık düzelmeyecek hale geliyor. Nakil yapmak zorunda kalan insanlar varmış bu yüzden. Bir kere yaptırdın mı artık durmak mümkün olmuyor ve yüzüne bakılamayacak hale geliyor insanlar. Bu sosyal bir grup için bir ölçüymüş ayrıca. “A sen onu mu yaptırdın, ben de bunu yaptırdım” diye hava atıyorlarmış. Burnunla başlıyorsun, çenene geçiyorsun, sonra ağzına, sonra kaşlarına, geçiyorsun. Duramıyorsun.
 
Sizin var mı fiziksel kaygılarınız?

Bir oyuncu olarak asla yok. Bence oyuncunun güzel görünmeye çalışanı kaybedenidir. Bir rolü oynarken güzellik ön plana geçerse oyunculuk adına çok şey yitirilir. Oyunculuk mesleğini gerçekten öğrenme şansı kalmaz. Benim hiç böyle bir kaygım olmadı. Sağlığım bozulmadığı sürece sorun yok. Bedeniyle ruhu güzel bir bütünlük içinde olan insan güzeldir bence. Mesela ben Defne Yalnız’ı çok güzel bulurum. O dobralığa, o ruh haline o beden çok yakışır. Hayko Cepkin’nin de hastasıyım ama yazmayın sakın. Kocam boşar beni (kahkahalar). Kendimi tombişliğimi hiç de umursamadan güzel buluyorum, ne yalan söyleyeyim… İştah konusunu çözüp fit olmayı kim istemez ama bence tombişler de güzeldir…

Gupse Özay’la çalışmak nasıldı?

Gupse çok eğlenceli ve çok birleştirici bir insan. Onunla çalışmaktan çok memnunum. Onu çok seviyorum. Yıllar önce Deliha’nın tanıtımı için katıldığı bir televizyon programında tesadüfen karşılaşmıştık ve o zaman da çok sevmiştim. İkimiz de İzmirliyiz ve kan çekiyor sanırım (gülüyor). Bir de ben komik, gülmesini bilen açık sözlü insanları çok severim. Ben de öyleyim. Gupse de öyle olduğu için kolay kaynaştık. Gupse’siz bir hayat düşünemiyorum artık. O benden vazgeçse de ben ondan vaz geçmem arkadaş olarak. Hiç kimseyi ve hiçbir şeyi atlamayan bir insan… Sağlığınızdan ruh halinize kadar her şeyle ilgileniyor. Çok ince düşünceli. Günümüzde böyle insan çok az. Bulunca sarılıp bırakmamak lazım.

Filmi beğendiniz mi?

Güzel olmuş. Çok gişe yapacağını düşünüyorum. Çok hızlı akan, cümbüşlü, renkli, gayet dinamik bir film…


 

6 YAŞINDA GÖRÜMCE OLDUM

Siz nasıl bir görümcesiniz?

6 yaşında görümce olduğum için benim görümceliğim ancak gelinimizin elinden tutup parka gitmek olabilirdi. Beni ciddiye alan yoktu yani. 6 yaşında hala oldum. Yeğenlerim de kardeşim gibi bu yüzden. Ailede sahip çıkan, birleştiren, eğlendiren, herkesin problemine eğilen, problemleri üstlenen bir mizacım vardı. Ondan da yeni vazgeçtim.

Neden?

Yorucu olmaya başladı. Yine de sevimliyimdir, sempatiğimdir. Ama lafı dolandırıp arkadan konuşmayı sevmediğim için bazen karşı tarafta hoş karşılanmayabiliyor. Ben yine de böyle olmayı tercih ederim. İlişkinin üçüncü şahıslarla başka bir şeye dönüşmesini sevmem.

Sizin görümceniz var mı?

Evet var.

Filmden kareler yaşadınız mı onunla?

Filmdekiyle birebir olmasa da (kahkahalar) oldu bir şeyler. Ne olursa olsun herkes kardeşini gelinden daha çok sever. Gelin hayatınıza girdiği zaman kardeşinizle ilişkinizin değiştiğini ve dönüştüğünü görürsünüz ya da buna inanırsınız. Sancılı bir süreçtir yani. Benim de çok kabul gördüğüm “Ah canım benim, gel, biz de seni bekliyorduk” denildiğini söyleyemeyeceğim. Daha fazla detaya girmeyelim (kahkahalar).

Gelinlerle görümceler arasında dengeyi bulmak için sihirli bir yol var mı? Bir söz bir davranış… 

Başkasının gözüyle de aynı meseleye bakabilme yeteneğinin gelişmesi, yani empati… İnsanlar empati kuramazsa sadece bu değil, hiçbir problem çözülemez. Hepimiz aynı dünyada yaşıyoruz ve 3 günlük ömrümüz var. O ömürde de neşeyle, sevgiyle, saygıyla yaşamak lazım. Saygı ve empati. Sihirli kelimeler bunlar.

MAHALLE KÜLTÜRÜNDE BÜYÜDÜM

Biraz da Özlem Tokaslan’ı konuşalım. Nerelisiniz?

İzmirliyim. İzmir’de mahalle kültürünün hüküm sürdüğü, insan ilişkilerinin sıcacık olduğu bir ortamda büyüdüm. Hayat Hanım Teyze susadığımda su verir, acıktığımda pişi yapar. Canım istediğinde Bedriye Hanım Teyze’nin evinde un helvası yerdim. Birlikte tarhanalar, salçalar yapılırdı. O sıcaklıkta büyüdüğüm için önyargısız bir insanım.

Anne, baba, kardeş?

Annem ev hanımıydı, babam (elektronikçiydi.) elektronik işi yapardı. Benden 17 yaş büyük bir abim ve 14 yaş büyük bir ablam var. Ben en küçüğüm. Onlar evlendikten sonra annemle babam bana kaldı. Anne ve babasının küçük kızıydım… Kaç yaşına geldim hala küçük bir kız gibiyim…

Bu yaş farkının hikâyesi var mı?

Annem babam gençliklerinde ekonomik olarak sıkıntılı günler geçirmişler. Sonra rahata erince, ablamla abim de büyüyünce babam “Evimizde koşturacak bir çocuk olsun, biz de keyfine varalım, özledik” demiş. Sonra ben doğmuşum. Adımın Özlem olmasının sebebi de babamın duyduğu bu çocuk özlemi.

Oyuncu olmanızı istediler mi?

Hayır, özellikle babam kesinlikle istemedi. Doktor olmamı istiyordu ama benim doktor olma ihtimalim hiç yoktu. Matematiğim zayıf, fizik kimya hiç bilmem. 3 yıl mücadele ettim babamla. Sonra annem biraz destek olmaya başladı. En sonunda kabul etti. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nden mezun oldum. Çok da memnunum. Bunun doğru olduğuna inanıyorum.

Okullu olmanın mı?

Evet… Usta çırak ilişkisinin çok iyi kurulduğu zamanlar varmış. Muhsin Ertuğrullar, İsmail Dümbüllüler, Münir Özkullar, Erol Günaydınlar dönemleri. O zaman öyle bir usta-çırak ilişkisi var ki her şeyi öğreniyorsun. Okul gibi… Artık o dönemler yok. Bence gençler artık okullu olmalı.

Okullu olmayan oyuncular sette zorluyor mu sizi?

Bu soruya cevap vermeyeyim.

Peki, okulu bitirdikten sonra ne yaptınız?

Devlet Tiyatrosu sınavını kazandım ve Van’da göreve başladım. 9 yıl orada görev yaptım. 9’uncu yıl Ankara’ya tayin oldum. 9 yıldır da Ankara’dayım.

MESLEK HAYATIMDA VAN’IN YERİ AYRI

İzmirli bir kız Van’a gidiyor. Zor olmadı mı?

Ben deniz, su, göl, varsa mutluyum. Su kenarı insanıyım. Dolayısıyla zor olmadı. Eşinizin mesleğinden de belli… (Kahkahalar) Aynen… Tamamen tesadüf eseri 9 arkadaş birlikte Van’a gittik. Van’da 486 koltuklu çok güzel ve çok büyük bir sahne var. Birçok metropolde yok öyle sahne. İlk gittiğimizde uzun zamandır düzenli tiyatro yapılmadığı için yeniden bir seyirci yaratmak gerekiyordu. Dolayısıyla oyunlarımızı oynamanın dışında şehirde kendimizi tanıtmak için elimizden geleni yaptık. “Bakın biz sizin için buradayız” deme gayretindeydik. Tabii alt yapı tamamlanmamıştı. Makyajı ayakta yapmak zorunda kaldığımız günler oldu. Isıtma sorunu vardı. Çok soğukta çalıştık. Ben böbrek hastası oldum bir ara. Bir arkadaşımız kilitlendi. Ses tellerinde ciddi rahatsızlıklar olan arkadaşlarımız oldu. Çok çalıştığımız, çok ürettiğimiz, çok hastalandığımız ama çok da verim aldığımız zor bir dönemdi. Sonunda Van’da oturmuş bir tiyatro seyircisi oldu. Oyuncu arkadaşlarımla bir aile gibi olduk. Dolayısıyla ben Van’ı meslek hayatımda çok başka bir yere koyarım.

Ne öğretti o yıllar?

Önyargısız olmayı… Çağdaş Tiyatro dersi hocamız, “Arkadaşlar hayatın içinde gördüğünüz her şeye ilk kez görüyormuş gibi bakmak zorundasınız” demişti. O hep kulaklarımdaydı. Ben ‘ilk kez görüyormuş gibi bakmak’ ne demek, orada öğrendim. Çok sevdim Van’ı. 9 yıl kaldım. Çocuklarla da çok güzel çalışmalar yaptık.

Nasıl?

Tiyatroyu sevdirmenin ötesinde biz ‘Nasıl seyirci yetiştirmeliyiz’in cevabı çocuklardan geçiyordu. Çocuklar bunu nasıl öğrenebilir. Yaparak… Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Şenliği düzenledik. Okullarda başlayan prova süreçleriyle oyunlar çıkardık. Bu şenliğimizin sloganı da ‘Her okul bir tiyatro’ydu. Dolayısıyla her okul bir tiyatro prova alanına dönüştü. Tiyatronun nasıl zor nasıl meşakkatli olduğunu her anının nasıl ilmek ilmek dokunduğunu ekip anlayışıyla bir işe katkıda bulunmanın nasıl güzel bir şey olduğunu, sanatın birleştirici gücünü yaşayarak öğrendiler.

O dönem tiyatroyla tanıştırdığınız çocuklardan oyunculuğu seçen oldu mu?

En duygulandığım şey bu. 2000 yılında sahneye çıkan arkadaşlarımızdan 6-7’si şu an Devlet Tiyatrosu oyuncusudur. Büyüdüler, Devlet Tiyatrosu kadrosuna girdiler ve Van’da çocukları çalıştırdılar okullarda.

O yıllardan hiç unutamadığınız bir anınız var mı?

Şenliğin 11.sini yapacağımız yıl deprem oldu. Ben Ankara kadrosundaydım. Bir proje hazırladım. Genel Müdürlüğümüzce kabul edildi ve ben görevli olarak yıllar sonra yeniden Van’a gittim. Özellikle depremden etkilenmiş köylerde çalışmalar yaptım. Tiyatronun yanı sıra atölyeler düzenledik. 8 bin 416 çocuğa birebir temas ettik. O günlerden bir tanesinde, 7-8 çocuk geldi. İçlerinden biri, adı Meryem’di sanırım, “Özlem abla (kontenjan doluymuş biz atölyeye giremedik) biz dışarıda kaldık. Biz de atölyeye katılmak istiyoruz. Bizi alır mısınız içeri” dedi. Konuştum arkadaşlarla ve bütün atölyelere katılmalarını sağladım. Kukla atölyesinden sonra eve gitmişler, evdeki battaniyeyle, babasının çorabıyla, ellerindeki boyalarla, mangal şişleriyle naylon torbalarla bana bir kukla yapmışlar. 3 gün sonra ben bahçede oturuyorum. Zor bir zaman, moraller bozuk… Kız geldi yanıma, “Özlem abla ben sana bir şey yaptım. Bizi atölyelere aldığın için teşekkür ederim” dedi, koydu kuklayı önüme. Ben hiç ödül almadım oyuncu olarak. Çok da heveslisi değilim açıkçası. Ama galiba hayatımdaki en önemli, en büyük, en harika, en onur duyduğum en en en olan her şey o kuklaydı. Ağlamaya başladım. Hayatımın hem en mutlu hem en zor anıydı. Öyle bir anda böyle bir hediye çok büyük bir ödül oldu benim için. İnsan gibi hissettim kendimi. Duruyor (Saklıyorum) hala. 

İstanbul yılları nasıl başladı?

Ankara Devlet Tiyatrosu’na geldim. Bir oyun oynarken İstanbul’dan teklif geldi. Oyun programımla da çakışmadı ve Gold filmle Ömre Bedel dizisiyle başladım. Uzun soluklu bir iş oldu. Sonra devam etti ve bugüne geldik.Tabi bu durum aynı zamanda sık sık yolculuk yapmayı ve yorucu bir yaşam temposunu da beraberinde getirdi.Sürekli hareket halinde olmak zorundasınız.

İstanbul’a yerleştiniz mi?

Tam yerleşmedim. Annem İzmir’de, görev yerim Ankara, eşim İstanbul’da. Bu üç şehirde de evim var. Dizi seti için başka şehirler de eklenebiliyor bu trafiğe. Gezgin gibi yaşıyorum.

Zor olmuyor mu?

Zor oluyor ama ben Devlet Tiyatrosu’ndaki işimi deaksatmak istemiyorum. Bugüne kadar hem oyunumu oynadım hem dizimi çektim hem sinema filmimi oynadım. Ben mutluyum böyle.

SUMRU YAVRUCUK’A HAYRANIM

No 309’da da Yıldız’ı canlandırıyorsunuz. Dizi nasıl gidiyor?

Çok iyi gidiyor. Bugün yine büyük bir reytingle kapattık. İnsanların gülmeye ihtiyacı var tabii. Orada da kaynanayı oynuyorum. Çok seviyorum Yıldız karakterini, çok eğleniyorum. Bir de  birlikte çalıştığım tüm oyuncuları ve birlikte yarattığımız sinerjiyi çok seviyorum. acayip bir sinerji oluştu ve bunu seyirci de çok sevdi bence… Ben böyle bir sinerjiyi Dila Hanım’da yaşamıştım en son. Hakikaten çok güçlü oyuncular var ekipte. Sumru Yavrucuk’a hayranım. Çok büyük bir aktrist. Ondan her saniye öğreniyorum.

Siz nasıl bir kaynana olursunuz acaba?

Ben biraz kıskanç bir insanım. Sevdiklerimi paylaşamam. Oğlumu da paylaşamazdım herhalde. Zor bir kaynana olabilirim. Ama “Adil olmam lazım, onun gözüyle bakmam lazım, benim de şöyle yanlışlarım var” durumum da vardırda derim… Adalet duygum gelişmiştir. Onu kaybetmemek lazım. O kaybedildiğinde hayat cehenneme dönüyor.

ÖNCE EĞİTMENİMDİ SONRA ‘KOCAMEŞİM’ OLDU

Eşiniz akvarist… Ne demek akvarist?

Türkiye’de yeni bir meslek… Aslında su ürünleri mühendisi ve dalgıç olmaları gerekiyor akvaristlerin. Büyük akvaryum sistemlerinde hayvanların doğal dengesini bozmadan yaşamalarını sağlamak işleri. Bu arada hepsinin ismi var. Deniz canlılarında ruh yok, bağ kurulmaz gibi gelebilir ama öyle değil. Bir tane büyük orfoz vardı, adı da Süleyman’dı. Rahmetli oldu. Öldüğü gün eve geldiğinde bir süre konuşamadı eşim üzüntüden.

Nasıl tanıştınız?

O da İzmirli. Ege’de bir dalış merkezinde hocalık yapıyordu. Ben de dalış eğitimi almak için oradaydım. Önce eğitmenimdi, sonra kocameşim oldu (gülüyor). Bir gün denizin altındaki canlılarla kurduğu ilişkiyi şnorkelle izleme şansım oldu. Denizin altındaki her canlıya özenini, saygısını görünce çok etkilendim. Çünkü bence doğayı sevmeyen saygı duymayan insan, insan değildir başladı. Benim sürekli şehir değiştirme durumumdan evlenemedik bir süre. Sonunda 2015 yılında evlendik. Çok mutluyuz.

Bu tempoda çocuk nasıl olacak?

Çocuğum olmasını çok istiyorum. Bu koşturma içinde yaşı kaçırdık biraz. Şu an bir mücadele veriyorum çocuk sahibi olmak için, umarım başarırım. Çocukları çok seviyorum çünkü.

Onu da şehir şehir gezdirecek misiniz?

Onu da sırtıma alır devam ederim gibi geliyor. Zaten çok uzun süre metropolde yaşamayı düşünmüyorum. Eşim de çok mutlu değil şehir hayatından. Dolayısıyla ufak ufak küçücük bir köyde kendi kendimize yetebileceğimiz, doğaya hiç zarar vermeden, elektriği güneş enerjisinden, suyu arıtarak elde edeceğimiz bir hayat kurmak istiyoruz.

ENGELLİ ÇOCUKLARIN SANATA MARUZ KALMASI EN BÜYÜK HAYALİM

Kendinizi nasıl tarif edersiniz?

Çok iyi bir dostum. Dostluğu önemseyen, işi konusunda takıntılı derecede disiplinli, adil olmaya ve sevgisini hissettirmeye çalışan biriyim… Adil olmaya çalışıyorum. Her şeyden çok çabuk sıkılırım. Hızlı düşündüğüm için çevremi yoran biriyim. Çok sosyal olmayı sevmem. Sürekli şehirlerarası gidip geldiğim için pek boş zaman kalmıyor ama boş zamanlarımda tiyatro eserleri okurum. Yeni projeler üretirim. Spor yaparım. Eşime zaman ayırırım. Yemek yapmayı çok severim. Evimde her zaman sebze yemekleri zeytinyağlılar olur. Koşuşturma içinde o dengeyi evdeki o düzeni hep sağlarım. Eşimin beslenmesini önemserim. O dengeyi (korumak) kırmak zaten yeterince zaman alıyor. İyi bir ev hanımıyım aynı zamanda. Ev hayatını ve düzenli yaşamayı seven bir insanım aynı zamanda. Heyecanlı ve öğrenmeye açık biriyim. Tekrarlardan çabuk sıkılırım işte o zaman çekilmez biri olabiliyorum. Yenilenmek. Öğrenmek ve kendini geliştirmek en temel ihtiyaçtır bence.

Eşiniz sizin neyinize önem verir?

Hızdan dolayı dağılırım, o toplar. Panik olmam an meselesidir en ufak şey yolunda gitmezse. Beni eşim sakinleştirir. Coşkumu ve yaşama sevincimi önemser ve korumam için çaba gösterir… Telefonumu bir yerde unuturum falan o bulur. Yemek yapmayı bilmez ama ben de sofrayı hiç toplamam, o toplar. İş bölümü çok tatlı tatlı ilerler. Biz birbirimizden bir şey istemeyiz, ne yapacağımızı biliriz. Mesela mutfakta kahvaltı hazırlarken bir bedenin uzuvları gibi kendiliğinden ahenk içinde çalışırız. Bir de gerçekten hiç art niyeti olmayan, sevgi dolu bir insan.  İşime çok büyük saygısı var, o yüzden her zaman her konuda bana yardımcıdır. Tabii ben de ona. İkimiz de hayvanları, doğayı çok seviyoruz. Bizi birbirimize yakınlaştıran ilk şey de bu oldu zaten. Çocuk gibi oynayıp, eğlenebiliyoruz. Evde bir kedimiz ve bir köpeğimiz var. Ayrıca sokak hayvanlarına karşı da her zaman duyarlıyız. Bu konuda aynı sorumluluk duygusunu hissetmek ve birlikte çabalamak dünyanın en güzel şeyi.

Gerçekleştirmeyi çok istediğiniz bir hayaliniz var mı? 

Çocukların sanata maruz kalarak iyileşeceklerine inanıyorum. Engelli çocuklarla ücretsiz sanat terapisi yapabileceğim bir alan yaratmak ya da bir atölye kurmak gibi bir ümidim var. En büyük hayalim bu. Engelli çocukların sanata maruz kalması… Umarım gerçekleştirebilirim. Ben çocukları seviyorum. Çocuklara inanıyorum.