Yazmak isteyip de neresinden başlayacağını bilemeyenler, o ilk cümleyi bulamayanlar, yazma cesaretini kaybedenler ve ne zaman geleceği belli olmayan ilham perisini bekleyenler ‘Çifte Kapıların Ötesi’, ‘Siyah Koku’, ‘Topaç’, ‘Gözlerindeki Şu Hüznü Gidermek İçin Ne Yapmalı?’, ‘Yaratıcı Yazmanın Hazzı’ kitaplarının yazarı, Gül Ayşe Koçak’ın söylediklerine kulak verin.
Yaratıcı yazarlık atölyelerini anlatır mısınız? Bu atölyeler yazmak isteyene yardımcı oluyor mu?
Tabii ki yazmak ‘yalnız’ bir süreç: Hiç kimse beyninizle kelimeleri kâğıda döken parmaklarınızın arasına giremez. Ama atölyelerde, kendini kaptırmış, sessizlik içinde haldır haldır yazan bir grubun sinerjisiyle üretmenin de tadı bir başkadır. Yazımızı ürettikten sonra, atölyedeki diğer katılımcılarla paylaşıyoruz. Bu da çok önemli bir fırsat; yazdıklarımıza sıcağı sıcağına, atölye ortamında, okurlarımız tarafından geribildirim sunuluyor. Yazımızda dile getirdiğimiz fikir, duygu veya düşüncelerimiz ne kadar aykırı, tuhaf, saçma, hatta rahatsız edici olsalar da, bunların asla yargılanmayacağı, güvene dayalı bir ortamda yazabilmek ve paylaşabilmek, büyük bir şans. ‘İdeal bir Yaratıcı Yazma Atölyesi’, işte böyle bir ortama zemin hazırlar. Başkalarının da yazdıklarına, sadece “sevdim” veya “sevmedim” demenin ötesine geçerek, yazma becerilerine odaklanarak yapıcı ve saygılı geribildirimler sunmak ve diğer katılımcıların yorumlarını dinlemek, katılımcıların hepsi için çok öğretici oluyor. Müthiş bir empati duygusu gelişiyor; ilerleyen haftalarda katılımcılar korkularını, aşklarını, kısacası hayatlarını, içlerini birbirlerine açtıkça, bir güven ve derinlemesine bir anlama hali oluşuyor -sorunlar ne kadar farklı olursa olsun-. On beş kişinin aynı fotoğrafa bakarak ne kadar farklı metinler ürettiğini gören katılımcılar, ilk başlarda şaşırabiliyorlar; o fotoğraf her birinin zihninde öylesine bir ‘kaçınılmazlık’ duygusu uyandırmış oluyor ki!