Ödülleri konuşalım, törenleri değil!

BAŞAK BIÇAK

basakbicak@gmail.com

Adana Film Festivali tartışmalarla sona erdi. Peki, konuşmamız gereken filmler ve ödüller mi yoksa tören mi?

Adana Film Festivali, geçtiğimiz hafta Cumartesi günü yapılan ödül töreniyle sona erdi. Ancak hafta boyunca ödül töreninde dağıtılan ödüllerden çok, Meltem Cumbul ile Semih Kaplanoğlu’nun tören sırasında yaşadıkları  kriz konuşuldu. Meraktan soruyorum, sinemamızın tek problemi, üzerinde tartışılması gereken yegâne mevzu bu da, benim mi haberim yok?

EN ÖNEMLİ FESTİVALE DÖNÜŞTÜ

Bu yıl düzenlenen festivalden sonra kabul edilmelidir ki, Türk sineması için en mühim organizasyon Adana Film Festivali’dir. Antalya’da ulusal yarışmanın kaldırılmasından sonra İstanbul Film Festivali’yle birlikte, yıl içinde çekilen yerli filmlerin yarışabileceği en önemli etkinliklerden biri haline gelen Adana Film Festivali, bu sene bu görevi layıkıyla yerine getirmekle kalmadı, ulusal yarışma kategorisinde en önemli festivale dönüştü. Elbette diğer yandan Malatya Film Festivali de ulusal filmlerin yarışabileceği bir festival yapmayı sürdürüyor ve Türk sinemasını desteklemeye devam ediyor. Ancak Adana’nın köklü geçmişi ve birikimi, onu bu alanda başat konuma getiriyor. Birikim deyince… Adana bu sene, yeni bir ekiple yola çıktı ve bu durum beraberinde –doğal olarak- birtakım aksaklıkları getirdi. Film gösterimlerinin son dakika iptali, yabancı filmlerdeki altyazının çoğunlukla yetersiz bazen filmle aynı zamanlarda ilerlememesi, yerli filmlerde yabancı konuklar için altyazının olmaması ve en önemlisi açılış filminin gösterilemeyip festivalin sonunda izlenmesi gibi –halledilebilecek fakat dikkat edilmesi gereken- bazı sorunlar yaşandı. Geçtiğimiz yıllarda böyle sorunlarla hiç karşılaşmamıştık fakat ekibin bu yılki deneyimlerinden ders çıkaracağına ve önümüzdeki sene bu sorunların yaşanmayacağına inanıyorum. 

GÜÇLÜ BİR SEÇKİYDİ

Gelelim seçkiye… Adana Film Festivalinin bu yılki programı, uzun yıllardır karşılaşamadığımız derecede güçlü bir seçkiydi. Daha önce de yazdığım gibi bu yıl, dünyaca ünlü festivallerden sonra pek çok film Türkiye prömiyerlerini Adana’da yaptılar ve yılın en önemli, çoğu ödül almış filmlerini izleme imkânı bulduk. Açıkçası kendi adıma bu kadar güzel bir seçkinin de seyirci açısından zor olduğunu söylemeliyim zira tüm hafta boyunca hangi filme gideceğimi şaşırdım! Uluslararası seçkide görebildiğim filmler arasından, Guillermo del Toro’nun The Shape of Water’ı beklentilerimi karşılarken, sinemasını çok sevdiğim Yorgos Lanthimos’un The Killing of a Sacred Deer’ı beni büyük hayal kırıklığına uğrattı. Keza Michael Haneke’nin Happy End’i benzer bir şaşkınlığa yol açarken, Three Bilboards Outside Ebbing, Missouri’ye ve The Square’e bayıldığımı itiraf etmeliyim. Ulusal seçkide ise Semih Kaplanoğlu’nun En İyi Yönetmen ödülünü aldığı ve Buğday (ki festivalin en kötü filmleri arasındaydı) dışında izleyebildiğim filmler arasından, Ümit Ünal’ın Sofra Sırları, Onur Saylak’ın Daha’sı kalburüstü işlerdi ama Pelin Esmer’in İşe Yarar Bir Şey’i benim için seçkinin favorisiydi. En İyi Film ödülünü açıkçası İşe Yarar Bir Şey’in hak ettiğini düşünüyordum ancak jüri, her yıl olduğu gibi bu sene de çok tartışmalı kararlara imza attı. Onur Ünlü’nün, Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok filmi, Kırık Kalpler’den sonra ilaç gibi gelen ancak Ünlü’nün filmografisi açısından ilerleme kaydettiği bir iş değildi. İşe Yarar bir Şey, Daha ve Sofra Sırları gibi çok daha iyi filmler dururken Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok’un en önemli ödülleri toplaması düpedüz haksızlık oldu.

ÖDÜL SİSTEMİ

Hemen her festivalden sonra yazılarımda mutlaka değiniyorum. Ödül sistemi, bir sonraki yıl çekilecek filmlerini belirleyen yegâne unsurdur. Hangi filmi ödüllendirirseniz, onun muadili işlerle karşılaşır, iyi filmleri göz ardı ederseniz o yönetmenlerin yeni filmler çekmesine engel olursunuz. Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok asla kötü bir film değil ancak İşe Yarar Bir Şey gibi filmlerin salt senaryo, görüntü yönetimi ve kadın oyuncu ile ödüllendirilmesi kabul edilir gibi değil. İşte bu yüzden Meltem Cumbul’la, Semih Kaplanoğlu’nun manasız krizini yerine bunları konuşmalıyız. Adana’nın “görülmeyen” iyi filmlerinden bahsetmeliyiz. Ödülleri tartışmalıyız. Ödül alamayan yönetmenlerin yeniden nasıl film çekeceklerini sorgulamalıyız. Nihayetinde sinema sektörü ile festivaller birbirine göbek bağıyla bağlı ve yönetmenler için en büyük fon kaynaklarından biri bu etkinlikler… Her şeyden öte, ilk filmlerini çekecek yönetmen adayları için ödüller her daim emsal teşkil ediyor… Bunları konuşmak, tartışmak zorundayız. Bizim en büyük çaresizliğimiz burada başlıyor çünkü…