SİBEL ATEŞ YENGİN
Seviyor ki dövüyor
Selen Uçer: ‘Bütün Kadınların Kafası Karışıktır’ oyunumuzda hayatının başrolünü kendine verememişlerin hikâyesini anlatmaya çalıştım. Hepimizin tanıdığı şiddete uğrayan Ayselleri, iletişimi doğru kurmadığı için yanlış algılar yaratan Ebruları, yaşadığımız toplumun erkek egemen mirasındaki kadınları anlattım. Bütün kadınların kafası karışık mıdır? Evet, karışıktır. Çünkü karıştırılmıştır. Önce anne-baba sonra erkekler, daha sonra diğer kadınlar en temelde de sistem karıştırmıştır. Ataerkil bir toplumun ve erkek egemen bir mirasın öğretisiyle Türkiye’deki kadının sorunu daha büyük. Bu ülkede erkek ve kadının farkı var. Kadın eşit olmak için çabalıyor, birtakım zorunluluklar ve baskının içinde var olma çabası gösteriyor.
Kadını kocası var edemez
Zeynep: Selencim bir de kadına atfedilmiş şu görevlerden söz etmek istiyorum. Kadın sabah 7’de kalkar, bütün evi organize eder, evdeki tüm ahaliyi doyurup kimini okula kimini işe yollar. Neredeyse çok ciddi organize olmuş bir timin yaptığı görevleri yapar. Bence bu bir işkence. Üstelik bu görev karşılığında hiçbir şey almıyoruz. Bir süre sonra eşlerimizden, çocuklarımızdan sevgi de görmüyoruz. O görevi bir gün yapmadığımızda da acımasızca eleştiriliyoruz. “Ne yani! Yemek yok mu?” Oysa bu benim görevim değil ki. Benim görevim olarak zaman içinde bana atfedilmiş. Bunun sistemli bir hale gelmesindeki en büyük etken de toplumun bakışı oluyor.
Selen: Bir de kadın hayatını ev ahalisine göre yaşamak zorundadır. Arkadaşlarıyla buluşabilir ama vakitli gelmesi istenir ki akşam yediye kadar masayı hazırlamış olsun. Yani senin isteklerini tamamen refüze etmiyoruz ama isteklerini bizim ihtiyaçlarımızı giderdikten sonra yapabilirsin gibi bir algı yaratılıyor. Bunu reddeden kadın da “Çocuk bakamaz, yemek yapamaz” gibi eleştirilerin odağı oluyor.
Zeynep: Bu eleştiriden kaçmak için de bize yapılan sistemli işkenceye boyun eğiyoruz. O zaman dönüp baktığımızda ‘kafamız karışık mı?’ Hayır, kafamız karıştırılıyor. Hiç kimse evin erkeğinden eve para getirmesinin dışında çok da fazla bir şey beklemez. Bizim hizmetkârlığımız toplumu ayakta tutmaz. Bizim özgürlüğümüz aslında toplumu değiştirir, geliştirir.
Selen: Perran karakterinin çok güzel bir lafı var. “Seni babalar var edemez, kocalar var edemez. Onlar seni kurtaramaz
çünkü kurtarmak istemez. Sen ancak kendini kurtarabilirsin”.
Zeynep: Benim bir kız çocuğum var. Onu çok cesur ve çok bilge yetiştirmekten korkuyorum. Çünkü bu cesaret yüzünden oyunumuzun kahramanı Ebru’nun başına gelenler onun da başına gelir mi diye düşünüyorum. Bir süre sonra o da Ebru gibi “Kendimi hiçbir yerde var edemedim. Kitaplar yazdım kendimi var edemedim. Evlendim kendimi var edemedim. Kocama tepsilerle çaylar götürdüm kendimi var edemedim. Kitap yazabilecek kadar birtakım duygu ve düşünceleri sistematik olarak görebilen bir kadınken kocam ‘sen sus, sen anlamazsın dedi bana’” diye düşünebilir.
KIZ GİBİ AĞLAMA
Zeynep: Erkek altında ezildiği baskıdan, ona verilmiş olan namus koruma sorumluluğundan, evi besleme sorumluluğundan kurtulursa hem karşı cinsle hem de kendi cinsiyle çok daha mutlu olacak. Çünkü üzerinden bir sürü sorumluluğu atmış ve bir sürü baskıdan kurtulmuş olacak. Temel duygularını utanmadan sıkılmadan, kapalı kapılar ardında değil de, bağıra çağıra yaşayabilse. Perran karakterinin dediği gibi “Konuş konuşmazsan şişersin.” Adamlar konuşmuyor.
Selen: “Sen erkek adamsın, kız gibi ağlama, düşsen de kalkarsın” telkinleriyle büyütülüyor erkekler. Böyle olunca da temel duygularından mahrum kalıyorlar. Aslında erkekler de şiddete maruz kalıyor. Kendini var edememiş anneler, babalar çocuğa başka başka yükler veriyor.
Zeynep: Kesinlikle aynı fikirdeyim. Aklı başında annelerin kendi acılarından değil de, kendi mutluluklarından beslenerek çocuk yetiştirmeye başlaması gerekiyor. Bir de başkasının alanına tecavüz etmeden kendi özgürlük alanını yaratan çocuklar yetiştirdikçe bir şeyler değişecektir. Sınav, başarı, okul baskısını bir tarafa koyup önce ahlak, erdem, vicdan fikriyle büyütülmeli çocuklar.