Yunan mitolojisinde bir hikâyeye göre; Tanrılar, insanlar arasın ve böylece kıymetini bilsin diye mutluluğu saklamaya karar verirler. Bir tanesi “Göklerin en uzağına saklayalım" der, diğeri denizin en dibine, öbürü de ormanın en kuytusuna saklamayı önerir. Sonunda biri, “İçlerine saklayalım. Oraya bakmak akıllarına gelmez” der. İşte bulmamız zor olsun diye içimize saklanan mutluluğa ulaşmak özellikle de etrafımızda bu kadar negatif uyaran varken gerçekten zor. Peki, ne yapacağız? Onu saklandığı yerden nasıl çıkaracağız? Yıllarca ekranlarda Küçük Şeyler programıyla bize mutluluğun sırlarını veren Prof. Dr. Üstün Dökmen’le mutluluğu konuştuk.
Üstün Hocam mutluluk nedir? Mutlak bir tarifi, sınırları var mı?
Almanların Grimm Masalları arasında Aptal Hans masalı vardır. Ustası Aptal Hans’a 7 külçe altın verir. Eve dönerken Hans yorulur. Yolda gördüğü atlının atıyla altınları değişir. Hans mutlu olmuştur. Sonra susar ve sütünden içmek için atı inekle değişir. Yine mutlu olmuştur. İnek süt vermediği için ineği kazla değiştirir. Mutlu olur. Sonunda kaz kaçar ve Aptal Hans eve eli boş döner ama hâlâ mutludur. Bu masalın ana fikri şudur; “Hans aptallık etti ve altını atla değiştirdi. Sen Hans gibi aptallık etme. Elindeki kıymetli şeyleri değersizleriyle değiştirme.” Aslında altınlarından olan Hans aptal değil. Çünkü Hans mutlu. Burada önemli olan ‘kıymetli şey’ tanımını iyi yapmaktır. Mesela hepimiz hayatımızın en güzel en enerjik yıllarını (7-21 yaş arası) verip karşılığında uyduruk bir diploma almadık mı? Hangi diplomanın değeri verdiğiniz o 14 yıla eşit olabilir?
14 yılımızı çöpe mi atıyoruz yani?
Fiziksel, zihinsel ve ruhsal açıdan zirvede olduğunuz yıllarda, gündüzler ve geceler boyu odalara kapanıp “ÖSS’den kaç alırım?” diye düşünmediniz mi? Sonra para kazanıp özgür olmak için bir işe girdiniz ama gündüz özgürlüğünüz bitti, mutsuz olursunuz. Evlenirsiniz, gece özgürlüğünüz de biter, mutsuz olursunuz. 30 yıl çalışır emekli olursunuz, uyduruktan plaket veririler, mutsuz olursunuz. Ha bire gider. Aslında Aptal Hans masalının kıssadan hissesi şudur. Hepimiz ölümlüyüz. Bu dünyadan giderken yanımızda altını, atı, ineği, kazı hatta mutluluğu da götüremeyeceğiz. Hans alışverişte sürekli zararlı çıktı ama mutluydu… İşte hayatın özü özeti budur. Bu dünyada yaşarken elde ettiğin mutluluk net, tek, somut kârındır. Mutlu olacaksın!
Peki ama nasıl?
Biz psikologlar uyuşturucuyla, alkolle, kumarla, sadakayla, piyangoyla gelen mutluluğu mutluluk saymayız; hemen tedavi ederiz. Freud’dan günümüze (Bunu ilk Freud söyledi) üzerinde fikir birliğine vardığımız nokta şudur: Üretken olacaksın ve seveceksin! Freud’a “Ruh sağlığı nedir?” diye sormuşlar. “Sevmek ve çalışmak” demiş. Biz üreterek ve severek gelen mutluluğu mutluluktan sayıyoruz. Kendin için, ailen için, şirketin için, şehrin için, ülken için, dünya için karınca kararınca üretken olacaksın. Mesela sokak hayvanları için bir kap su koymak da üretkenliktir. Bir de az ya da çok birilerini ya da bir şeyleri seviyorsan işte mutluluk budur.
MUTLU OLMAK ZORUNDA DEĞİLİZ
Etrafta bu kadar olumsuz uyaran varken üreterek ve severek mutlu olmak mümkün mü gerçekten?
Evet, son günlerde mutsuzuz. Yiğitsen gel mutlu ol. Gazeteler televizyonlar kötü haberlerle dolu. ‘Bot battı, 30 kişi boğuldu’; ‘Kamyonda havasızlıktan 40 kişi boğuldu’; ‘Şu kadar şehit var’; ‘Bomba patladı bu kadar insan öldü’… Bakın size bir şey anlatayım; Van depreminin ikinci günü Van’a gittik. İki genç “Hocam şimdi nasıl mutlu olacağız?” dediler. Ben de onlara “Eğer Van’da deprem olduysa mutlu olmayın” dedim. Ülkende şehit varsa, komşunda cenaze varsa, insanlar savaştan kaçarken göç yollarında boğulmuşsa mutlu olma. “Dünyada, ülkemde ya da mahallemde ne olursa olsun. Bana ne. Ben müziğimi dinleyeyim, sırf eğlence programı yayınlayan kanallarımı izleyeyim, oh ne mutluyum?” diyemeyiz. Bu insana uygun bir davranış değil. Duyarlı olacaksınız. Her durumda mutlu olmak zorunda değiliz ama her durumda güçlü olmak zorundayız.
Yapılan ölçümlerde biz genelde mutsuz çıkıyoruz. Neden?
Evet, mutluluğu ölçmek için çeşitli teknikler var. Türkiye de dünyada mutsuz ülkeler arasında çıkıyor çok uzun yıllardır. Biz de memnuniyetsizlik yaygın. İyi bir şey olsa da bu böyle… Yıllar önce bir otelin başgarsonu bana “Hocam bizim Türk müşteriyi ne yapsak mutlu edemiyoruz. Mesela Japonlar her şeye teşekkür ediyorlar. Türkler etmiyor” demişti. Bizde amir de elemanına teşekkür etmez mesela. “Abi hem maaş verip hem de teşekkür mü edeceğim” diye düşünür. Oysa “Eline sağlık, güzel yaptın, sağ ol” de. Maddi karşılığı var ama manevi karşılığı da olsun. Bu mutluluğu artırır.
Ailenin nasıl bir etkisi var?
Aileden öğrendiğimiz bilgilerimiz en temel bilgilerimizdir. Olay bu. Trafikte gerginseniz çocuğunuz da gergin olmayı, mülayimseniz, mülayim olmayı öğreniyor. Anne-baba mutluysa, mutluluk çocuğa da geçiyor. Sürekli şikâyet eden, her şeye söylenen, mızmız, kaşı havada bir anne babaysanız çocuğunuz da böyle olur. Siz mutluysanız çocuğunuz da mutlu olmayı öğrenir.
ZİHİNSEL GEVİŞ GETİRMEYİ BIRAKIN
Mutluluğu çalan en büyük hırsız kim?
Varoluşçu felsefeye göre bugünümüzü yani bir anlamda mutluluğumuzu çalan iki büyük hırsız var. Geçmişe ilişkin pişmanlıklarımız ve geleceğe ilişkin kaygılarımız… Gelecekte iyi bir şeyler olması için tedbirini al ve endişelenmeyi bırak. Geçmişin hesabını da kapat. Mesela gece yattınız ve lisede başınızdan geçen bir olayı düşünüyorsunuz. “O bana böyle dedi, ben ona böyle dedim. Ah keşke şöyle cevap verseydim” diye kuruyorsunuz. Uykunuz berbat oldu. Ben Empati adlı kitabımda bu duruma ‘zihinsel geviş getirme’ diyorum. Tıpkı hazmedemediği otları saklayıp 2 saat sonra yutulur hale getiren hayvanlar gibi hazmedemediğimiz lafları ya da olayları belleğimizde saklıyoruz. Değil 2 saat 15-20 yıl sonra geviş getirdiğimiz olaylar var. Mutlu olmak istiyorsak zihinsel geviş getirmeyi bırakmalıyız. İçinde bulunduğumuz anda, iç ve dış dünyamızı fark etmeli, tadını çıkarmalıyız. Gelecek için endişelenmeyi bıraktık. Geçmişin hesaplarını kapattık. Anın tadını çıkarmaya başladık. Hayatta asıl kıymetli olanın maddiyat olmadığını fark ettik. Seviyoruz ve üretiyoruz. Bir de ana babadan mutlu olmayı öğrendiysek oh ne mutlu bize!
Gelip bizi bulmayacak anladığım kadarıyla…
Çocukken bize “Şapkana kuş kakası gelirse piyango çıkar” derlerdi. Mutluluk öyle gökyüzünden, kuş kakasından gelip seni bulmaz. Seni bulan mutluluğu sen fark etmezsin zaten. Mutluluğu sen üretmelisin. Mutluluk mesai ister. Uğraşacaksın. Masanı düzenleyeceksin. Koltuğu manzaraya doğru çevireceksin. Çocukla oturup keyifle konuşacaksın. Bir de evimizi, eşimizi, işimizi, ülkemizi tercih ediyor olmalıyız. O zaman mutluluk da gelir.
‘SEN’ DİLİ DEĞİL, ‘BEN’ DİLİ KULLANIN
Kabalığa karşı öneriniz var mı?
İnsanlık hali ben size kabalık ettim. Buradan çıkıp gidince gece uyuyana kadar üzülürsünüz. Diyelim ki siz bana istemeden kabalık ettiniz. Yine üzülürsünüz. Siz bana kabalık yaptığınızda üzülmeniz sizi geliştirir. Aynı kabalığı başkasına yapmamayı öğrenirsiniz. Oysa ben size kabalık yaptığımda üzülmenizin hiçbir faydası olmaz. O zaman sadece siz bana kabalık ederseniz üzülün.
Kabalık yapana hiçbir tepki göstermeyelim mi peki?
Eğer ilişkiyi bitirebiliyorsanız bitirin. Bitiremiyorsanız oturup konuşun. Diyalog şart… Yalnız konuşurken ‘sen’ dili değil ‘ben’ dili kullanın. Mesela “Çok kabasın” demeyin de “Dünkü sözün beni üzdü” deyin. İlişkilerde böyle ufak ayarlarla hayatımızı daha mutlu idame ettirmeye çalışabiliriz.
BU İŞİN DERSİ OLMAZ
Dersi olur mu mutluluğun?
Mutluluk dersi olmaz. Yıllar önce şu anda 54 basım yapmış olan Empati kitabımı Milli Eğitim müfredatı içine ders olarak koymayı teklif ettiler. “Aman, sakın” dedim. Ders olursa bunun sınavı olur, bütünlemesi olur, tek dersi olur, ek dersi olur, ödevi olur. Çocuk nefret eder. Sonunda “Empati’den kurtuldum, canım kurtuldu” der. Mutluluk öğretilmez, yaşanır. Annem babam bana “şöyle yaparsan mutlu olursun” demediler. Babam arada gergindi, annem de kaygılıydı ama genel olarak iyi vakit geçirirdik. Mesela çocukluğumdan hatırladığım Pazar sabahı kahvaltılarımız mutluluktu. Sobada fıkırdayan çayın ve kızaran ekmeğin kokusuyla uyanırdım. Mutluluk böyle yaşanarak öğrenilir.
ÜSTÜN HOCA PARA İSTEMİYOR DEYİN
Yıllarca ‘Küçük Şeyler’le mutlu ettiniz bizi. Tekrar yapmak istemez misiniz programı?
Toplumun yüzde 90’ı beni sokakta ‘Küçük Şeyler’den tanıyor. Pek çok kişi, “Hocam çocuğumu sizin tavsiyelerinizle büyüttüm”, “Hocam hastalık geçiriyordum ya da iflas etmiştim, en zor zamanlarımı sizinle atlattım” diyor. Bunlar çok güzel şeyler. Ben tekrar bu programı yapmayı, insanlara faydalı olmayı çok isterim ama şimdi reyting getiren evlilik programları… Bunlar ilginç ama yararlı değil. Peki, kanalların hiç aklına gelmiyor mu; “Ya Üstün Hoca’nın Küçük Şeyler diye bir programı vardı. Halk bu programı çok beğenmişti. Yıllarca çok iyi reyting aldı” diye. Kaldı ki iyi reyting almasa da yapılması lazım. Bu bir sosyal sorumluluk. Futbol maçı ya da evlilik programı reyting alabilir ama geliştirmez. O da olsun ama bu da olsun. “Üstün Hoca para istemiyor” deyin. Yeter ki kanallar Küçük Şeyler’i tekrar yapsın.
ANI YAŞARIM
Siz mutlu olmak için ne yapıyorsunuz?
Kendimi en mutlu hissettiğim anlardan bir tanesi; galiba ilkokul üçü bitirmiştim. Annem Erzurum’da bir köyde öğretmendi. Yaz tatili için Erzurum merkezden kitaplar alıp köye dönmüştük. Yağmurlu bir havada, büyük bir şemsiyenin altında, öğleden akşama kadar Yunan tarihi okudum. Perikles’i o zaman öğrendim. O anları en mutlu anlarımdan biri olarak hatırlıyorum. Hâlâ arabada güzel bir manzara olursa okurum diye kitap bulundururum. Kendime böyle mutluluk anları yaratırım. Mesela bir otele gittiğimde, önce masaya kendi düzenimi veririm. Türkiye’deki pek çok otel odasında koltuklar manzaraya değil odaya bakar. Önce ittire kaktıra çalışma masasının ve koltuğun yerini değiştiririm. Orada bir saat bile çalışacak olsam manzaraya bakarak çalışırım. Anı yaşamak budur.
AŞKINIZI BENMARİ USULÜYLE ISITIN
“Mutlu olmak istiyorsanız işinizi ve eşinizi iyi seçin” de derler…İş ve evlilik önemli seçim... Fakat işinize ve eşinize duyduğunuz heyecanı benmari usulüyle hep sıcak tutmalısınız. Benmari usulüyle; kaynamaz, dibi tutmaz, yanmaz, soğumaz, tam içimlik kalır. Soruyorum bazen 20-25 senelik evli arkadaşlarıma “Nereye gidiyorsun?” diye “Nereye gideceğim, eve” diyorlar. Düşünün eşiniz gidecek başka yeri olmadığı için eve geliyor. Bu hakaret gibi bir şey… Oysa eviniz heyecanla gittiğiniz bir yer olmalı. Bunun için de yaşamı değiştirmek lazım. Mesela bir pazar günü hiç gitmediğiniz bir kafede çay simit keyfi yapın. Aşk dediğiniz şey heyecan duymaktır. Bu küçük değişiklikle hayatınıza