Michael Haneke’nin izlemeniz gereken muhteşem 6 filmi

Bu hafta gösterime giren Happy End (Mutlu Son), Michael Haneke’nin sinemasal kodlarına olan mesafeli duruşu ve göçmen temasını kendisine kisve edinmesi sebebiyle epey hayal kırıklığı yarattı. O halde gelin, bu auteur sinemacının kendine has stiliyle yoğrulan, en dikkat çekici filmlerini hatırlayalım…

Başak Bıçak

basakbicak@gmail.com

Amour (2012)

Das Weisse Band’dan sonra, Haneke’nin sinemasal dilindeki dönüşümü en çok hissettiğimiz filmlerinden biri olan Amour (Aşk), aynı zamanda yönetmene ikinci Altın Palmiye’sini getiren film oldu. “Sevdiğiniz kişinin acı çekmesi karşısında ne yapardınız?” gibi zor bir soruya yanıt vermeye çalışan film, hüzünlü öyküsü ve karakterleriyle Haneke filmografisinin önde gelen filmleri arasına girmeyi başarıyor. 

Benny’s Video (1992)

Michael Haneke’nin, ilk filmi Der Siebente Kontinent’ten (Yedinci Kıta, 1989) sonraki ikinci uzun metrajı olan ve “Duygusal Buzlaşma Üçlemesi” adını verdiği serinin ikinci halkası Benny’s Video (Benny’nin Videosu), beş yıl sonra çekeceği Funny Games’in de ilk adımıdır aslında. Filmde izlediğimiz şiddete meyilli bir ergen olan Benny’yi canlandıran Arno Frisch, Funny Games’de büyümüş haliyle yine şiddet düşkünü bir karakter olarak karşımıza çıktı. Bir anne baba ile korumak istedikleri çocuklarının yaşadıklarını anlatan film, Benny’nin şiddete bakışı ve algısı üzerinden etkileyici mesajlar veriyor. 

Caché (2005)

Ünlü bir televizyoncunun, eşiyle ve çocuğuyla birlikte yaşadığı eve, bir video ile kanlı bir resmin gönderilmesi üzerine yaşadıkları olayları Caché’de (Saklı) hikayeleştiren Haneke, geçmişin getirdiği suçluluk duygusu ve bilinmezlik üzerinden tuhaf bir gerilim duygusu yaratıyor ve böylece Caché, Haneke’nin yine Cannes dâhil pek çok festivalden ödüllerle döndüğü filmi oluyor.

La Pianiste (2001)

Aile hikâyelerinden sonra kamerasını bir anne ile kızının ilişkisine çeviren Haneke, bu filmiyle çok tartışılacak bir karaktere imza attı ve La Pianiste (Piyanist), hem Cannes’da, hem de BAFTA’da pek çok ödülün sahibi oldu. Hastalıklı bir kişiliği olan bir piyano öğretmeni ile kendisine âşık öğrencisi arasında geçen aşk hikâyesini şok edici bir finalle tamamlayan La Pianiste, yönetmenin çok sevdiği üç müzisyenden biri olan Schubert’in besteleriyle zenginleştirdiği filmi oluyor.

Funny Games (1997)

Benny’s Video’daki Arno Frisch’in, bu kez arkadaşıyla birlikte bir aileye uyguladığı nedensiz şiddet üzerinden müthiş bir gerilim sunan Haneke, bu filmiyle “şiddet filmleri yönetmeni” sıfatına layık görüldü. Yıllar sonra Hollywood’da aynı stilde, başka oyuncularla filmini yeniden çekse de, ilk filminin tadını bulmak mümkün olmadı. Funny Games (Ölümcül Oyunlar), karakterlerinin ve hikâyesinin sinir bozucu gerçekliğiyle Haneke önde gelen filmlerinden sayılıyor.

Das Weisse Band (2009)

Birinci Dünya Savaşının öncesinde, Almanya’nın küçük bir köyünde yaşanan bir dizi faili meçhul olay ile çocukların masumiyeti üzerine çok güçlü bir sorgulamaya girişen Das Weisse Band (Beyaz Bant); din, aile, toplum baskısı ve ideoloji gibi kavramları yeniden düşünmeye itiyor. Haneke’nin kendi deyimiyle, “bir fikrin ideolojiye dönüşmesinin uzlaşmaz çelişkiler yaratarak, insanlar arası ilişkileri hızla insanlıktan çıkarmasını” temalaştıran film, siyah beyaz haliyle kusursuz bir başyapıt.