'Mehdiyyet' Kur’an’ın iman cereyanıdır

MURAT ÇETİN

info@muratcetin.org

Bir önceki yazımda belirttiğim gibi Mehdiyet makamı; ümmeti şahsa ve şahıslara davet etme makamı değildir. Kim bu makamı bu şekilde kullanırsa; o ve aveneleri sahtekârdır. Ancak Mehdi’nin Peygamberimiz (a.s.m) tarafından haber verilmesi ise; alem-i İslam’ın  kuvve-i maneviyesi açısından çok önemlidir.

Bu konu pek çok hadis-i şeriflerle sabittir. Hadislerin “mecmuu” “tevatür” derecesindedir. Peygamberimiz (a.s.m) fesat-ı ümmet zamanında Müslümanları kurtaracak kimselerin gönderileceğini müjde ediyor. Bu vaade iman etmek gerektir. Fakat burada iman edilmesi gereken husus Mehdi’nin kim olduğu veya şahsının ve cismin nasıl olduğu değil, Hz. Peygamberin (a.s.m), böyle bir “olayı” haber vermesi ve onun muradının  “hak” olmasıdır. Yani “bu rivayetler Hz. Peygamberin sözüdür ve o her ne murad etmişse haktır” demek; iman için kafidir.

Ben bu yazımda da “Mehdiyet”  konusunu mana açısından irdelemek istiyorum. Bu konu hakkındaki hadisler nelerdir? Hangi ravilerden mervidir? Gibi konular; “Hadis” kitaplarında geçen konulardır. En doğru ve makul olanı o eserlere müracaat edilmesidir. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken husus; “yeni yetmelerin” bu hadisleri kendi kafalarına göre tevil ve tenkit etmelerine itibar edilmemesidir. Bu konu Muhbir-i Sadık’ın (a.s.m) haberi olmakla beraber; mana itibarıyla da o kadar “makul” ve “münasip” bir meseledir ki; eğer faraza Peygamberimiz (a.s.m) bu konuyu haber vermese dahi; elbette Allah’ın “hikmet” ve “rahmeti”, “Hazret-i Mehdi gelmesini” iktiza eder. Bazı kimselerin böyle bir hadiseyi inkar etmesi; aklın alacağı bir şey değildir. Bu meseleyi inkâr etmek; o kimsenin “Din-i İslam-ı” anlamadığının göstergesidir. Çünkü; Peygamberimiz (a.s.m) son peygamberdir. Ondan sonra bir daha da Peygamber gelmeyecektir. Ve bu din kıyamete kadar devam edecektir. Ümmet malum olduğu gibi dönem dönem fesada uğruyor. Peki; her bir fesat-ı ümmet zamanında; bir ıslah edicinin gelmesi, bu dinin ebediyetinin lazımı değil midir? Aksi takdirde Din-i İslam nasıl ebedi olabilir? Allah Resul’ünün dediği gibi; “Kıyamete kadar ümmetimde hak üzerine mutlaka bir taife bulunur”. Dolayısıyla Mehdinin manası; fesat-ı ümmet zamanında, bir “ıslah edicinin” ve ümmetin şaşırdığı zamanda “hidayete mazhar kimselerin” gönderilmesidir. Bu da zaten aklen gayet makul ve münasiptir.

Hadisler bu olayın suretini bize tarif edip müjdeleyerek anlatıyor. Ama Mehdiyyet meselesi esas itibarıyla zaten vardır. Mehdi manası Kur’an ve Hadisin içinden çıkmaktadır. Kur’an’a göre insanlar üç kısımdır. Ya “Kâfirdir”, ya “Mü’mindir” veya “Münafıktır”. Bu şu manaya geliyor; İnsanlar içinde üç cereyan vardır; “küfür cereyanı”, “nifak cereyanı” ve “iman cereyanı”. Tarih şahittir ki nifak ve küfür cereyanı daima birbiriyle ittifak ederek, ehli iman ile mücadele etmiştir. Bu mücadele Hz. Adem’den beri gelmiş ve kıyamete kadar da devam edecektir. İşte, iman cereyanını temsil edene “Mehdi”, küfür cereyanını temsil edene “Deccal”, nifak cereyanını temsil edene de “Süfyan” denilir. Mehdi misal, Deccal misal ve Süfyan misal kişiler; her asırda bulunmuştur. Hadisler bunların tamamına işaret etmektedir. Ahir zamanının en büyük fesad-ı zamanında da; en büyük bir “Mehdi”, en büyük bir “Deccal” ve  avenesi olan en büyük bir “Süfyan” mutlaka gelecektir...

Acaba Kur’an’ın ruhuna uygun olan mana bu değil midir? İman cereyanını inkâr edemeyen, nasıl Mehdi’yi inkâr edebilir? Küfrü inkâr edemeyen, nasıl Deccalı inkâr eder? Nifak bu âlemde varsa, nasıl Süfyan inkâr edilebilir?

Mehdi, mana itibarıyla “hidayet edilendir”. Yani; “Allah’ın hidayetine mazhar olan kimse” demektir. Bu bir isim değil, hadiste o kişiye verilen bir unvandır. Yani unvan-ı mülahazadır. Mehdi, Ümmetin şaşırdığı, hayrete düştüğü, doğru yolu bulamadığı ve hidayetin kaybolduğu bir zamanda; Allah’ın hidayetine mazhar olmuş kimsedir. İnşallah ümmetin de hidayetine vesile olacaktır. Hidayet eden değil, hidayete mazhar olandır. Hidayet etmek sadece Allah’a mahsustur. Mehdi, İnsanları kitap ve sünnete davet edendir. Dolayısıyla şahsına davet eden kişinin Mehdi olması(!) mümkün değildir. Çünkü hidayet, ancak kitap ve sünnettir...

Hazreti Mehdi’nin esas itibariyle üç vazifesi vardır. Birincisi: İnkar-ı uluhiyet manasına gelen dinsizliğin belini kırması. İkincisi: İttihad-ı İslam’ı tesis ederek, bütün Müslümanları tek bir sancak altında toplaması. Üçüncüsü: İlmi, ameli, edebi saha olan medyayı, maarifi ve mahkemeyi Kur’an ve hadise göre tanzim ederek; Şeair-i İslamiyeyi ihya etmesidir. Böylelikle  Hazret-i İsa (a.s)’ zemin hazırlamaktır.

Bazı tuzu kuru kimseler, “Mehdi ve İsa (a.s) gelse ne olacak ki?” şeklinde; boş mesnetsiz ve tezyif kokan sözler sarf etmektedirler. Dedim ya bu kimselerin tuzları kuru.. Bir dedikleri ikilenmeyen ve “yedikleri önünde, yemediği ardında” olan bu kişilere; Filistin, Suriye, Irak, Arakan ve alem-i İslam’ın müteaddit yerlerinde zulüm gören Müslümanları hatırlatıp; empati kurmalarını isterim. O mazlumların nazarları ile baktıklarında; Süfyan ve Deccalın  bid’at’kar tarz ve zulmünü, ancak bir kurtarıcı el olan Hazret-i Mehdi ve İsa (a.s) izale edebilir...

Madem şu asr-ı hazırda Din-i Muhammedi^ (a.s.m.) perişandır. İslam dinini tahrip manasına gelen bid’alar her tarafa musallat olmuş¸ ve ehl-i su¨nnet ve’l-cema^at inancı ise temelde sarsılmıştır. Bütün Müslümanlar, maddeten ve manen kafirlerin küfür ve zulmü¨ altında adeta “esaret” hayatı yaşamaktadırlar. Dünyada Müslümanların ne can, ne mal, ne de ırz hususunda hiçbir emniyeti ve güvencesi kalmamıştır. Başta Yahudi milleti olmak üzere bütün kafirler ve münafıklar, Islam dini üzerinde her türlü¨ entrika, oyun ve plan çevirmek suretiyle “dinde reform” yapmak istiyorlar. Onlar, İslam dinini tahrif ederek içini boşaltıp değiştirmek için böyle sinsice tuzak kurarken, Cenab-ı Hak;“Onlar tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Çünkü Allah, hile yapanların cezasını en iyi verendir.” ayet-i kerimesi ile onların bu tuzaklarını akim bırakacağını vaad etmiş¸ ve“Kur’a^n’ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” ayeti ile de “İslam dinini kıyamete kadar muhafaza edeceğini” taahhu¨d etmiştir. Elbette O “Sadıku’l-va’d olan Allah”, bu vaad ve taahhüdünü¨ yerine getirecek, Islam güneşi ile bid’alar zulu¨ma^tını dağıtacak, yeryüzünde Islam Dinini hakim kılarak diğer batıl ve muharref (bozulmuş) dinleri ortadan kaldıracak, Müslümanları kafirlerin zulüm ve esaretinden kurtarmak suretiyle can, mal ve ırz cihetinde onların emniyetle yaşamalarını tesis edecektir.

Is¸te bu¨tu¨n bu hikmetli maksadların tahakkuku ve vaad-i Ilahinin zuhuru ic¸in bir muslih, bir mu¨ceddid ve bir kurtarıcının taraf-ı Rabba^ni^den go¨nderilmesi lazımdır. Elbette bu¨tu¨n peygamberlerin şerrinden Allah’a sığındıkları ve u¨mmetlerine de bunu emrettikleri deccaliyyet asrının fitnesinden Mu¨slu¨manları, belki insaniyyet alemini kurtarabilecek ancak Peygamberimizin (a.s.m.) haber verdigˆi Meryem ogˆlu İsa (a.s.) ve Mehdi olabilir.

Bas¸ta Cena^b-ı Hak, Kur’an’ı keriminde ; Peygamberimiz (a.s.m.), mu¨teva^tir ve sahi^h hadi^slerinde; sahabe-i kiram ve tabii`n, eserlerinde, Hazret-i İsa^ (a.s.)’nın cism-i beşerisiyle semadan ineceğini ve Hazret-i Mehdinin ona zemin hazırlayacağını haber verip müjdeledikleri ve bu konuda bu¨tu¨n u¨mmet icmaa ettikleri halde; din du¨s¸manları, “Müslümanların istikbale ümitle bakmalarını kırmak”, “inançlarını sarsmak”, “maddi gücü¨” ellerinde bulundurmak suretiyle haklı olduklarını göstermek maksadıyla İsa (a.s.) ve Mehdi hakkında bir takım batıl fikirler ortaya atıyorlar. Maalesef bir kısım Müslümanlar da onların bu batıl fikirlerinin tesiri altında kalıyorlar.

Selam ve Dua ile