Meğer bizimki askerlik değilmiş…

AYSUN YILDIZ GÜNGÖR

aysun.yildiz@aksam.com.tr

Oldukça ses getiren ‘Dağ 2’ filminin önemli karakterlerinden Başçavuş Mustafa Şahin’e hayat veren Atılgan Gümüşle bir araya geldik. Başarılı performansıyla adından söz ettiren oyuncuyla hem filmi hem de müzikal şovu Two Tenors’u konuştuk.

Nasıl oldu ‘Dağ’ adlı filmin kadrosuna dâhil olmanız?

Arkadaşım Murat Serezli, yönetmen Alper Çağlar’a “Atılgan bu rolü çok iyi oynar” demiş. Murat sayesinde yönetmenle görüştük. Alper, yeniliğe açık biri, görüştüğümüzde enerjimiz tuttu. Senaryoyu okuduğumda çok etkilendim. Böyle bir hikâyenin parçası olmak istedim. Onlar da beni istedi ve başladık çekimlere.

Film gerçeği aratmıyor. Hazırlık süreci nasıl geçti?

Hazırlık sürecindeki çalışmalar, filme ne kadar önem verdiğini gösterdi. Çok sıkı bir eğitimden geçtik. Bu işin uzmanlarından aldık eğitimi. Askerliğim rahat geçti diye övünen bir adamdım, Allah cezamı verdi herhalde ikinci kez askerlik yaptım. Bütün arkadaşlarım sırtımızda 29 kilo teçhizatlarla dağ bayır gezdik. Altımızda film setlerindeki gibi karavanlar falan yoktu. Dağlarda çöllerde çadırlarda kaldık. Ekipten birkaç kişiyi akrep soktu…

Nasıl bir psikoloji tekrar asker olmak?

O his çok başka anlatamam… Ama yaşanan zorlukları gördük, kıyısından köşesinden dâhil olduk. O askerlerin fedakârlıklarına saygı duymamak mümkün değil. Meğer biz askerlik yapmamışız, yaptığımızı sanıyormuşuz. 

O psikolojiden nasıl çıktınız?

Bizler profesyonel oyuncularız, kurtulmama gibi bir durum olamaz. Çok nadirdir o tarz roller. Mesela hastalıklı roller çok başka. Oyuncu aylarca araştırma yapar, hastayla birlikte yaşar. O sıra da oyuncunun da psikolojisi bozulur, bunun örnekleri vardır…

Filmden sonra askerlere bakış açınız değişti mi?

Askerlere bakış açım her zaman aynıydı. Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden giden, sadece bu topraklar içinde din, dil, ırk, ayırt etmeden, o insanları koruyabilmek için canını feda eden askerler baş tacımızdır. O askerleri her zaman, sonuna kadar savundum. Milli duyguları yüksek insanlarız. Biz bu ülkeyi, bu toprakları çok seviyoruz. Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere bıraktığı bu mirası en iyi şekilde yaşamak istiyoruz…

ÇEKİMLERDE KAFAM YARILDI

Filmi çekmek mi, askerlik yapmak mı zordu?

Benim yaptığım askerliği yapmak kolay ama filmini çektiğim askerliği yapmak çok zor.

Çekim süresinde bir anınız oldu mu?

Filmi izleyenler bilecektir, kafam yarıldı. Bir sahne var üstümü çullanıyor herkes, tam 8 kere çektik o sahneyi. En son denemede silah alnıma girdi ve birden kan fışkırdı. Hemen hastaneye gittik, dikiş atıldı. O dikişin üzerine plastik makyaj yapıldı, sahneyi çektik. Sonra o dikiş tekrar patladı…

Sizin ekipten biri şehit olmuş. Tanışmışlığınız var mıydı? 

Tabii ki tanıştık Yunus Emre… O ve arkadaşlarıyla bir anımız da var. Bütün arkadaşlarım çekimini bitirdi,  benim son sahnem kaldı. Yunus Emre ve arkadaşları, “Abi bir fotoğraf çektirelim mi?” diye sordu. “Hay hay” dedim. Aralarından biri “Çocuklar yemeği kaçırıyoruz, gidelim” dedi. Başka biri de “Ya oğlum boş versene yemeği. Üç ay sonra öleceğiz, bu adamları nereden göreceğiz. Fotoğraf çektirelim. En azından ailemize hatıra kalsın” dedi. Biz o an beli etmedik tabii ama insan gözyaşlarını tutamıyor. O gece sabaha kadar uyuyamadım. Bu nasıl bir sevgidir, nasıl inançtır?

Haberi aldıktan sonra ne hissettiniz?

Hepimiz yıkıldık, çok üzgünüm.

Filmin bu kadar ilgi göreceğini düşünüyor muydunuz?

Ben şahsen bekliyordum. 

HİÇBİR ZAMAN “OLDUM” DEMEDİM

Müzikaliniz Two Tenors’dan bahsedelim…

İlla ülkeyi korumak sadece askerlik yapmakla alakalı değil. Herkes işini yaptığı zaman ülkeyi korumuş olur. Bizim de hedeflerimizden biri; bu müzikali yaparken de, sahneye koyarken de yurt dışına bunu ihraç etmek oldu. Nitekim reaksiyonlar da öyle. Ülkeyi sanatla yurt dışında temsil etmek, bir ülkeye verilebilecek en büyük değer olduğuna inanıyorum.

Bundan sonra daha iyi olabilmek adına üzerinizde yük hissediyor musunuz?

Bu yükü her zaman hissettim. Zaten hiçbir zaman “Oldum” diyemezsiniz. Dediğiniz gün bittiğiniz gündür. Kendinizi her gün geliştirmek zorundasınız…

Cenk Bıyık’la da konservatuvardan arkadaşmışsınız. Bu proje kimin hayaliydi?

Tabii tabii sınıf arkadaşıyız. Benim hayalimdi, ilk müzik grubunu da birlikte kurmuştuk Cenk’le. Sonra Cenk Avrupa’ya gitti. Ben de müzikal ve tiyatroyla ilerledim ama opera yapmak istemedim... Sonra yollarımız ‘Two Tenors’la kesişti…

Peki, yeni projeleriniz var mı?

Şu an da yeni bir projem yok.  Klasik laftır, görüşülen ve planlanan bir takım şeyler var ama ne noktaya varır bilmiyorum.

Son olarak okuyucularımıza söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Filme destek veren, izleyen herkese yürekten teşekkür ediyorum. İzleyici, verilen emeği fark etti ve bir kez daha gördük ki; bu halk koyun değil. Sanatla ilgili doğru şeyler yapıldığında bunu takdir edip sevgisini esirgemiyor. Oyuncularla ilgili öyle güzel yorumlar yapıldı ki, bu mutluluk paha biçilemez...

BİR GÜN BENİ, ‘DELİRDİ' DİYE ŞEYHLERE GÖTÜRDÜLER

Biraz geçmişe gidersek küçükken ne olmak istiyordunuz?

Hayalimdeki işi yapıyorum. 6 yaşından beri “Oyuncu olacağım” diyordum. Ben Hikmet Şimşek’i dedem zannedermişim. Bir gün beni, ‘delirdi' diye şeyhlere götürdüler…

Sonra ne oldu?

Çok zaman oldu, hatırlamıyorum.

Boş zamanlarınızı nasıl değerlendirirsiniz?

Yemek yaparım ama hobi için değil, ciddi ciddi yaparım. Mesela gider bir otelde çalışırım o derece. 

ARMUT DİBİNE DÜŞÜYOR

Oğlunuzun ilerde ne  olmasını istersiniz?

O da oyuncu olmak istiyor. Armut dibine düşüyor.

İzinizden geliyor yani.

Evet ama benim gibi olsun istemem, kendi gibi olsun isterim. Ne istiyorsa onu yapsın. Yeter ki hakkaniyetli ve iyi bir insan olarak yapsın…