Kimi yıllarca reklâm sektöründe çalıştı kimi büyük bir AVM’de restoran sahibiydi. Bir diğeri yayınevinde editörlük yapıyordu. Şehrin karmaşası, trafiği, isi tozu derken artık koskocaman şehirde yaşamak canlarına tak etmişti. Şehrin nimetlerinden, çok para kazanmaktan, kariyer sahibi olmaktan vazgeçip başka bir hayatın mümkün olduğunu fark ettiklerinde, kimi soluğu Ayvalık’ta kimi Bodrum’da kimi de Seferihisar’da aldı. İşte şehirden köye göçenlerin hikâyesi…
Yazar Mine Söğüt
Şehri bıraktığımda, yani bundan sekiz yıl önce, şehir bu kadar korkunç değildi. Gelecek bu kadar belirsiz değildi. Aslında şehirde de mutluydum. Beyoğlu’nun ışıklı, yüksek enerjili karmaşası bana iyi geliyordu. Çok sevdiğim arkadaşlarım vardı. Yürümeye bayıldığım sokaklar vardı. Denizi güzeldi, vapuru güzeldi, koruları güzeldi, Suriçi güzeldi, Galata güzeldi, gökyüzü güzeldi, köşe bucak sürprizleri güzeldi. Kirini, pasını, yoksulluğunu ve hatta korkunçluğunu bile severdim ben şehrin. Ama yine de yıllardan beri kıyıya köşeye yazıp durduğum bir dize vardı. “Neden çekip gitmiyoruz kıyılara?” Voznesenski’nin dizesi. Sevmediğiniz bir yerden kaçmanızı önermiyordu sanki, hayatı değiştirmeyi öneriyordu. Alışkanlıkları, istekleri hatta korkuları değiştirmeyi. Gitmeyi değil... Çekip gitmeyi öneriyordu. Vazgeçmeyi hatta.
KÖYDEKİ HAYAT ŞEHİRDEN DAHA GÜZEL
Sevmediğim değil aksine çok sevdiğim bir şehirden çekip gidiverdim ben de bir gün. Aslında tam öyle de olmadı. Kendimi çekip gitmiş buldum. Dönmemiş buldum. Sadece birkaç aylığına geldiğimiz köyden bir daha geri dönmedik biz. Öylesine, plansız, programsız, taşınmasız... Kala kaldık. Çünkü bu köydeki hayat şehirdeki hayattan daha güzeldi. Gökyüzünü gerçek renginde görüyorduk burada. Şahane nefesler alıyorduk. Yüksek binaların arasına sıkışmıyorduk. Toprağa basıyorduk. Temiz bir yağmurla ıslanıyorduk. İnsan gibi... Hatta hayvana çok yakınmış gibi... Normal bir hayat yaşıyorduk. O yüzden dönmedik. Bu tercih hayatımın en doğru tercihi oldu. Kapısını kilitlemediğim bir evde, gece yarısı ıssızlarında yürürken korkmadığım sokaklarda, mevsimlerin tadını çıkara çıkara yaşar buldum kendimi. Şehir hızla uzaklaştı hayatımdan. Mandalina ağaçları ve ılgınlar ve kaktüsler ve sardunyalarla sarılı bir dünyanın ortasında daha sağlıklı bir hayatla taçlandım. Dertler tasalar bakiydi, buraya yerleşince her şey güllük gülistanlık olmadı, dünyanın yükü omuzlarımdan kalkmadı ama ben daha sakin oldum.
Reklâmcı Ayla Şeşan
İstanbul’da 23 yıl yaşadıktan sonra Datça’ya Palamutbükü’ne yerleşmeye karar verdim. Burada yaşamaya başladığımdan beri kendimdeki değişikliği görebiliyorum. Bir kere kendimle ve çevremle oldukça barışık oldum. Trafik sorunu yok, insanlar gülümsüyor, selam veriyor, acele etmek yok her şey nasılsa olur halinde… Doğal ve olabildiğince ekolojik yaşam için üç yıldır yılın önemli bir bölümünü köyde geçiriyorum. Kış aylarında da her ay bir hafta köye geliyorum. Doğrudan köylünün ürettiklerine ulaşabiliyorum hatta bazen dalından koparabiliyorum. Sebze ve meyvenin bol olduğu aylarda turşu, reçel ve zeytin yapıyorum. Burada zaman sorunu yok, gün 24 saat… Kış aylarında ot toplamak için yürüyüşlere çıkıyoruz. Yaşamımız için asgari ihtiyacımız olanları taze olarak hem de organik temin etmiş oluyoruz.
KÖPEKLERİMLE YÜRÜYÜŞ YAPIYORUM
Tüketim çılgınlığı yok. Neredeyse kıyafet hiç satın almıyoruz. Birkaç giysiyle bütün bir yılı geçirmek mümkün. Köyde pazartesi yok, iş stresi yok. Birlikte olma ve dayanışma var. Köylüden ve doğadan her gün yeni bir şey öğreniyorum. Kedi ve köpekten oldukça korkardım. Şimdi bahçede baktığım kedilerim var. Geçen yıl yeni doğan kedim bu yıl doğurdu ve üç kedi sahibi oldum. Sabahları köy köpekleriyle birlikte yürüyüş yapıyorum.
Kitap Editörü Tolga Meriç
22 yıl boyunca Bostancı civarında yaşadım. Bu semte, özellikle de sahile, kayalarına kadar taptım. Ta ki, Bağdat Caddesi’yle birlikte, kentsel dönüşümün en büyük rant alanı haline gelene kadar. Yıllarca süren inşaat ve yıkım çalışmalarıyla beraber yaşadığım yerlerin dokusunu tanıyamaz oldum. Elimden alınanın geçmişim olduğu sandım önce. Fakat sonra, gelecek zaman hissimin de elimden alındığını fark ettim ve Seferihisar’a, bahçesi zeytin ve meyve ağaçlarıyla dolu müstakil bir eve yerleştim. Burada zaman çok yavaş akıyor. Genleşip genişliyor ve uzuyor. Daha “Sabah oldu” demeye kalmadan akşam gelivermiyor. Komşu bahçelerde yaşayanlara bakıyorum; birisi bahçesinde oturup çay içerken, gerçekten de inanıyorum onun çay içtiğine. Kent yaşamında artık her şey soluk soluğa bir hal almıştı. Çay kahve keyifleri bile depresif görüntülerden ibaretti. Durmadan bir şeylere yetişme telaşındaydık. Şimdi, burada, zamanın çocukluğumda kaldığını sandığım doğal akışına geri döndüm. Zamanın bu halinin iyileştirici olduğunu düşünüyorum. Önümde upuzun bir gelecek varmış gibi geliyor artık bana. Elimden alındığını düşündüğüm gelecek zaman hissi, bu histi işte. Çay kahve ritüelleri belki çok önemli değil ama ben burada yaşarken, gerçekten de yaşadığımı hissediyorum.
Gazeteci-Yazar Feza Şişman
Karar verdim taşınacaktım bu büyük şehirden. Sakin bir sahil kasabasına yerleşecektim. Evi önce internette gördüm. Ayvalık›ta taş Rum evi. Ama nedense sonra ilan sayfadan kalktı. İllaki Ayvalık merkez diye tutturup yıkık dökük sokaklarında dolaşıp ev aramaya başladım. Üçüncü gün haber geldi, "Bir ev var." Kiliseden dönme pembe beyaz sarımsak taşından, harika bir Ayvalık mimarisi olan Çınarlı Cami›ne bakıyor, alt duvarlar altmış santim, üst katın ön cephesi bağdadi, arkada, yan taraftaki komşunun bahçesinden asma dallarının sarktığı, ufak avlusuyla, iki oda üstte, bir oda, bir sofa altta, şirin taş ev. Hatta bir şömine ve aşağıda mutfakta bir kuyu bile var. Evden içeri girince internetteki resimlerden hemen tanıdım, ilândan kalkmış ev bir kader gibi karşımdaydı.
“Sen İstanbul doğumlusun, büyük şehir çocuğusun, şehir kültürü tüketmeye alışıksın. Ayvalık›ta sıkılırsın, İstanbul›u ararsın” dediler. Aramazmışım meğer... Burada evle sokak arasında kesin bir sınır yok gibi, evler sokaklara taşmış, sokaktaki kediler köpekler mahalle sakinlerinden sayılıyor. Kapının önüne oturuyorlar, sohbet arasında bile yoldan geçene “Merhaba” diyorlar. Bu mahallelerde gece evden kaçan bir yaşlının koluna girerek onu evine götüren, “Torbanız ağırsa ben taşırım” diyen yardıma hazır delikanlılar var. Ayvalık›ta kendinizi fazla yalnız hissetmezsiniz, sadece komşunuz size bütün bir yaşamını ince detaylarıyla bir çırpıda anlatınca ne yapacağınızı şaşırırsınız. Ayvalık›ın delisi çoktur. Sokakta kendi kendine konuşup gezenlere kimse dönüp bakmaz, vaka-i adiyedendir.
İşletmeci Özge Belen Oğuz Pinhas
BİR TAŞINMA HİKÂYESİ
Eşimle İstanbul’un Anadolu yakasında, çok işlek bir AVM’de restoran işletiyorduk. “Evimize de yakın. Oh, hizmet sektörü, sıcak para… Hayat güzel gidiyor” derken bir baktık ki 7 gün, bayram seyran devamlı çalışıyoruz. Birlikte tatile gidemez, kahvaltı edemez olmuşuz. O sırada hayatımıza katılan minik kızımız, yaklaşık 1,5 sene babasını sadece sabah saatlerinde görür olmuş. Dolayısıyla babayla ilişkisi az değil, yok. Biraz kendimize vakit ayıralım diye düşündük. Birlikte olmayı özlemiştik çünkü. Planlar yaptık. Pikniğe gideriz sandık, çocukları tiyatroya götürürüz, sarayları ve müzeleri gezer İstanbul’un keyfini süreriz diye düşündük. Ancak her yola çıkışımızda saatlerce trafikte kalmaktan Avrupa Yakası’na mecbur kalmadıkça geçmeme kararı aldık. Trafik, kalabalık, gri bir gökyüzü, tozlu hava, işsizlik derken hep mutsuzluktu hissettiğimiz. Bir anda verdiğimiz bir kararla dükkânımızı kapattık. Tatile gidelim de döndüğümüzde artık bir iş açarız dedik. Talep oğlumdan geldi. Burada yaşamak istediğini söyledi. Sonra ısrar etti. Burada daha mutluyduk. Neden olmasındı? Ve karar verildi. Okullarla görüşüldü, ikametgâhlar alındı. İş konusunda kaygılar azaldı. Elimizde bir duvar dolusu kişisel gelişim sertifikalarımız, girişimci ruhumuz, hizmet sektörü tecrübemiz vardı. Ee, daha ne olsun? “İşte bu kadarmış” dedim kendi kendime. Büyük şehir ruhuma iyi gelmiyormuş.