basakbicak@gmail.com
George Lucas’ın, “uzun zaman önce, uzak, çok uzak bir galakside…” kurduğu Star Wars evreni, yepyeni maceralarıyla bir jenerasyonu daha beyazperdede büyülemeye devam ediyor… Sinema tarihinin en popüler serilerinden Star Wars mitolojisi, yaratıcısından bağımsız olarak üçüncü kez karşımızda…
Kim ne derse desin; sevsin ya da sevmesin, geçmiştekiler gibi değildi desin ya da benim birazdan yapacağım gibi yere göğe sığdıramasın; bir önemi yok… Mühim olan, Star Wars mitinin, doğuşunun kırkıncı yılında bile hiçbir sinema filminin yapamadığını yaparak, gösterime girdiği gün insanları sabahın köründe sinemalara çekmeyi ve aynı coşkuyla kendisini izlettirmeyi başarıyor olmasıdır. Bunu bugün başka hiçbir sinema filmi yapamıyor! George Lucas, sadece bunun için bile adını altın harflerle sinema tarihine yazdırmayı hak etmiş bir sinemacı. 70’lerin siyasal konjonktürüne paralel olarak doğan kaçış sinemasının, Steven Spielberg’le birlikte ilk mimarlarından biri olan George Lucas, Hollywood’un kabuk değiştirmesine yol açan isimlerden de biri aynı zamanda… Toplumsal koşulların etkisiyle artan anti-kahraman söylemine karşılık, eski usul şövalyevari bir kahraman yaratan ve politik gündemin çarkları arasına sıkışmış bir halka sunduğu salt eğlenceyle, popüler sinemayı geri dönülemeyecek bir noktaya taşıyan Lucas, sadece sinema tarihine değil, filmlerin yanı sıra üretilen çizgi romanlar, bilgisayar oyunları, TV animasyonları ve oyuncaklarıyla birlikte Star Wars serisini sonsuz bir evrene dönüştürerek popüler kültüre de katkı sağladı. Bir film serisi olmanın da ötesine geçerek, bir efsaneye dönüştü. İşte bu modern çağ mitolojisi kırkıncı yılında, klasik üçlemeden bu yana çekilmiş en iyi filmle geri dönüyor.
İYİ BİR BAŞLANGIÇ FİLMİ
George Lucas’ın, dokuz bölümden oluşan üç seri olarak tasarladığı fakat bütçe imkânsızlıkları sebebiyle dördüncü bölümden çekmeye başladığı, 1977-83 yıllarındaki orijinal üçleme ile 1999-2005 arasını kapsayan öncül üçlemeden oluşan Star Wars efsanesi, 2012’de tüm haklarıyla Walt Disney’e satıldı. J. J. Abrams’ın yönettiği ve bir bakıma Lucas’ın hayalini gerçekleştiren Star Wars: Güç Uyanıyor (Star Wars Episode VII: The Force Awakens, 2015), klasik üçlemenin kaldığı yerden hikâyesini devam ettirirken, Yeni Bir Umut (Star Wars Episode IV: A New Hope, 1977) filminden de referanslar barındırıyordu. Star Trek gibi bir bilim kurgu klasiğinin içini boşaltıp “aksiyondan ibaret” hale getiren Abrams, neyse ki Star Wars’ta aksiyon hevesini dengede tuttu ve özlediğimiz evrene dair her şeyi bir araya getirerek iyi bir başlangıç filmi izlememizi sağladı.
Ancak ikinci filmde yönetmen koltuğuna oturan Rian Johnson, bambaşka bir anlayışla karşımıza çıkıyor ve gerçek Star Wars ruhunu uyandırmayı başarıyor.
OLGUN BİR ANLATIM DİLİ
Güç Uyanıyor’un başlattığı macerayı devam ettiren Star Wars: Son Jedi (Star Wars Episode VIII: The Last Jedi), yönetmen değişikliğinin yarattığı stil farklılığını her açıdan hissettiren bir film. Bir kere Son Jedi’ın, Güç Uyanıyor’a göre çok daha dingin ve olgun bir anlatım dili var ve hikâyesi de zaten buna hizmet eder nitelikte… Aksiyona, tıpkı Star Wars: İmparator’da (Star Wars Episode V: The Empire Strikes Back, 1980) olduğu gibi kararında fırsat tanıyan ve daha çok hikâyeyi genişletmeye zaman ayıran yönetmen, seyirciyi durmaksızın süren aksiyon sahneleriyle sersemletmek yerine, güçlü savaş sekanslarıyla şaşırtmayı başarıyor. Bilhassa filmin ortasında geçen ve Direniş gemilerinin, İmparatorluk güçleri tarafından sıkıştırıldığı sekans ile finale yakın izlediğimiz, İmparator filmindeki kar savaşına benzeyen tuz gölü savaşı ki söz konusu sekans Yüzüklerin Efendisi serisinin son filmindeki final savaşıyla benzer bir etkileyiciliğe sahip, az ve görkemli aksiyon sahnelerinin etkisinin çok daha güçlü olabileceğini bir kez daha kanıtlıyor. Filmin süresi uzundu ama final savaşı o kadar destansı bir sekanstı ki, açıkçası biraz daha uzun sürmesini isterdim.
YENİ KARAKTERLERE ALAN AÇIYOR
Son Jedi’ın en önemli artısı ise kendisini tamamen nostaljinin kollarına bırakıp yeni bir Star Wars: İmparator filmi çekmek yerine, ondan aldığı referanslarla en az onun kadar güçlü bir hikâye kurgulayabilmesi… Fragmanından Yoda-Luke Skywalker eğitimine benzer bir süreç yaşanacağı izlenimine kapılmış olsak da, Son Jedi hikâyesinin tamamını klasikleşmiş filme yaslama hatasına düşmüyor; üstelik şık bir vedayı da ihmal etmiyor. Güç Uyanıyor, yarattığı yeni karakterleri seyircinin alışması için eski karakterlerle destekleyerek anlatımını zenginleştirmişti. Son Jedi ise artık yeni karakterlere daha fazla alan açıyor ve yeni üçlemenin, daha önce izlemediğimiz bir macera olduğunun altını çiziyor.
SİNEMADA İZLEME FIRSATINI KAÇIRMAYIN
Bu vedaların en önemlisi, elbette tahmin edeceğiniz gibi geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Carrie Fisher’la oluyor. Vefatından önce onun sahnelerinin çekimleri tamamlandığı için Prenses Leia’yı son kez sinema perdesinde izleme şansı elde ediyoruz. Son Jedi, tek başına bu yüzden bile Star Wars evreninin en önemli filmlerinden biri olarak hatırlanacak… Güç Uyanıyor’da tanıştığımız Daisy Ridley, John Boyega, Oscar Isaac ve özellikle Adam Driver iyiden iyiye rollerine ısınırken, kısacık performansıyla izlediğimiz Benicio Del Toro yine harikalar yaratmayı başarmış. Ancak filmin asıl gözdesi elbette yıllar sonra Luke Skywalker olarak izlediğimiz Mark Hamill oldu… J.J.Abrams’dan farklı olarak senaryoyu da kendisi yazan Rian Johnson, A’dan Z’ye Star Wars mitolojsine yakışan bir filme imza atmayı başarmış. Son Jedi, her açıdan Güç Uyanıyor’un önüne geçen ve klasik üçlemenin son filminden bu yana çekilmiş en iyi film sıfatını hak eden bir yapım. Sinemada izleme fırsatını kaçırmayın!