Kısa Öykü: Taşeron evlat

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

Sabah mahmurluğunda balkona kahvaltı masası hazırlanmış, ortasına da mügelerden bir buket gazeteden bir külah içinde kondurulmuş görünce şaşkınlıkla gülümsedim.

-Ne o dedim, 1 Mayıs’ı mı kutluyoruz biz de?

-Evet yoldaş dedi eşim dalga geçerek, kahvaltımızı yapıp biz prekaryalar Moda sahil yolunda yürüyüşe geçeceğiz.

-Parya mı dedin?

-Ne paryası, prekarya! Proletarya yerine gelen yeni sınıfımız bu. Düzensiz olarak düzensiz işlerde çalışanlar sınıfı.

Çiçeğin tüm balkona kokusunu yaymasına hayret ederek derin bir nefes aldım ve sordum.

-Peki prekar dedim gülümseyerek, bu mügeleri nereden buldun?

-Nurgül getirdi dedi koltuğuna oturarak.

Kapıcımızın karısı Nurgül’ün bize çiçek getirdiği görülmüş şey değildi.

-O da mı 1 Mayıs’ı kutluyor? diye sordum.

-Gelinleri çiçekçide çalışmaya başlamış, ona da yardım olur diye aldım. Güzel, değil mi?

-Hem de çok güzeller!

Düzensiz olarak düzensiz işlerde çalışanlardan söz edince Ayşen’in geçen günkü şaşırtıcı yakınması aklıma geldi.

-Onur da doğru düzgün bir işe giremedi diye üzülüyor annesi.

-Üzüldüğü kişiye bak. Aile şirketleri ne güne duruyor?

Öğleden sonra balkonda eşimin yerini alan Ayşen de onunla aynı fikirdeydi.

-Bizim çocuğumuzun bu durumda olması zaten akıl kârı değil dedi. Gürcan niye böyle yapıyor hiç anlamıyorum. Ailenin şirketi olunca, oğul daha üniversitedeyken orada yetiştirilir,  değil mi?

-Belki Onur hayatı anlasın diye…

-Olur mu Allah aşkına dedi Ayşen, oğlum iki yılda 4 şirket değiştirmekten yüzünde sivilceler çıktı. Gürcan sanki oğlunu ezmekten hoşlanıyor.

Sonra sinirle kahve fincanını çevirmeye başladı.

-Hep kısa kontratlar, güvenliksiz işler, oğlum oradan oraya savruluyor. Baba olarak arka çıkacağına “Yıllardır özel okullarda okuttum, o kadar para saydım, ispatla kendini” diyor.

-Peki araları nasıl? diye soracak oldum.

Ayşen adeta patladı.

- Nasıl olsun, tabii ki babasına tepkili. Her sabah işe “kapı önüne konulur muyum?” diye tedirgin giden bir oğul, şirketine yaşam koçu aldığını ballandıra ballandıra anlatan bir baba! Bir de “Elemanlarım zevkle çalışırlarsa daha verimli olurlar” demez mi.

Ayşen çıkarken rahatlamış görünmüyordu.

-Bugün şirkette brunch düzenlemişler, nasılsa Onur’u da yanında götürdü.

Asansöre binmeden acı acı güldü.

-Şirket sahibi baba ile taşeron evladı!

Doğrusu son 10 yılda ben de değişik işlerde kısa kontratlı olarak çalışmış, emeklilik maaşına ek gelir sağladığı için bunu sorun etmemiştim. Ama çevreme bakınca Ayşen’in anlattığı gibi özellikle gençlerde sık sık iş değiştirmenin yaygınlaştığını görüyordum.

Nurgül de geçenlerde kapı aralığında erkek kardeşinin düzensiz işler yüzünden kirayı ödeyemez hale geldiklerini o yüzden bir süreliğine küçük bebekleriyle yanlarına sığındıklarını anlatmıştı.

Onur gibi zengin aile çocukları neyse de düzensiz olarak düzensiz işlerde çalışarak yaşamlarını sürdürenlerin durumu gerçekten “proletarya” diye adlandırılan klasik işçi sınıfından daha kötüydü. Ellerindeki kısa süreli kontratlarla ne grev yapabilirlerdi ne iş durdurma tehdidiyle patronun haksız kararlarına karşı durabilirlerdi. Toplu sözleşmelerde sendikaların maaş arttırma mücadelesi bile onlar için hayal olmuştu.

Çocukluk arkadaşım Leyla “taşeron olan sadece işçiler değil, geçmişin hani “küçük burjuva” diye sınıflandırılan beyaz yakalıları da ne yapsınlar, iş bulduk diye seviniyor, taşeron memurluğu kabul ediyorlar” diyor, Onur’un durumuna hiç şaşırmıyordu.

-Hatta emekliler daha az ücrete razı oluyorlar diye gençlerin yerine tercih ediliyorlar diye ekliyordu.

Yurt dışından gelen haberler de Avrupa’da “düzensiz olarak düzensiz işlerde çalışanlar”ın gitgide arttığını torpilli devlet memurluğu dışında kadrolu çalışma sürekliliğinin sıra dışı hale geldiğini gösteriyordu.

-Ama neden diye isyan ettim, neden sendikalar bu yıl 1 Mayıs’ı dünyada taşeronluğa karşı mücadele günü haline getirmiyor? Nerede prekaryalar, neden onlar hakları için yürümüyorlar?

Moda sahil yolunda insanlar her gün olduğu gibi gezintiye çıkmışlardı. Gözlerimi kapadım açtım, bir an bana değişik göründüler. Küreselci finans grubu bir iki aile dünyayı ele geçirmiş…Tüm dünyadan özel yetiştirilmiş bir avuç teknokrat kadrolu çalışıyor, milyarlar ise toplum dışına evlerinin içine atılmışlar, pencerelerinden akan hayata bakıyorlar… Aralarından hizmet servisinde iş yaratan ya da bulanlar gösteri toplumunun figüranları gibi sokaklarda… Müşterileri ise taşeron firmaların kapısında uzun kuyruklar oluşturuyorlar…

Israrlı telefon çalışı beni uyanıkken gördüğüm bu kabustan kurtardı. Arayan yine Ayşen’di.

-Kendimi hiç iyi hissetmiyorum dedi.

Ve telefon kesildi.

Arka bahçeden hızla geçip bizimkine bitişik olan bahçelerine girdim. Merdivenleri koşarak tırmandım. Dairesinin önüne geldiğimde kapı aralıktı. Etrafa bakındım. Kimseyi göremedim.

-Ayşen?

Ses gelmeyince içeri girdim. Ancak iki adım atmıştım, Ayşen’i yerde yüzü koyun yatar buldum. Düşmüş, telefon da elinden fırlamış olmalıydı. Sarsmadan omuzuna birkaç kere hafifçe vurdum. Tam umudumu kaybediyordum, gözlerini araladı. Ayşen kendine gelmeye başladı.

-Ne oluyor diye etrafına bakındı, sen niye buradasın?

Neden sonra salonda karşılıklı koltuklarda oturduk. Ayşen’in iyice sinirleri bozulmuştu. Hem ağlıyor hem de anlaşılmaz cümlelerle olup biteni anlatmaya çalışıyordu.

-Sakin ol, geçti diye tekrarlıyordum.

-Hiçbir şey geçmedi diye parladı birden. Onur evi terk etti!

-Geri gelir, yeter ki sen sakin ol, sen onu geri getirirsin.

-Nasıl? diye delice baktı. Babasından nasıl nefret ediyor, ettiği hakaretleri bir duysan…

Yine ağlamaya başladı.

-Yok, oğlum hiçbir zaman geri gelmeyecek.

Onu yatıştıracak sözler bulmaya çalışıyor, oğullar ve babalar arasında kavganın parlayan bir alev olduğunu ve genellikle de aynı hızla söndüğüne dair örnekler veriyordum.

-Bu öyle değil… diye başını sallıyordu.

Sakinleşince anlattığına göre Ayşen bizden ayrılıp eve dönünce oğlunu evde valiz hazırlarken bulmuş. Daha ne olduğunu soramadan eşi Gürcan hırsla içeri dalmış.

-Oğlun şirketimde olay çıkardı diye bağırıyormuş. Yetiştirdiğin bu evlat şirketimde beni rezil etti.

Onur da elinde valizine koyacağı kazakları sinirle sağa sola fırlatıp aynı yüksek perdeden cevap veriyormuş.

-Kim kimi rezil etti ha? diyormuş. Evladını taşeron eden bir babasın sen!

-Ayşen, sen de kızdığın zaman böyle söylüyordun dedim. Gürcan’ı oğluna sahip çıkmamakla, onu taşeron memur gibi kısa kontratlarla çalışan küçük şirketlere terk etmekle suçlamıyor muydun?

-Hayır, durum bildiğin gibi değil! dedi Ayşen.

O gün Onur babasıyla şirketin şık öğle kahvaltısı, brunch’ına ilk kez katılmaya giderken yeni takım elbisesini giymiş, yeni kravatını takmış, oldukça heyecanlıymış ve sonradan ifade ettiğine göre babasının sınavlarını geçtiğini sanıyor, nihayet yanında çalıştıracağını, babasının o gün kendisine teklifte bulunacağını umuyormuş.

Şirketin kadrolu yönetici takımı patronları Gürcan Bey ile birlikte gelen, onun veliahtı olarak gördükleri Onur’un çevresini hemen sarıvermişler.

Şirketin CEO’su Onur’a üniversitenin ne zaman biteceğini sormuş. Onur iki yıl önce mezun olduğunu söyleyerek etrafındakileri şaşırtmış.

“Tabii bu iki yılda dünyayı tanımışsınızdır, nerelere gittiniz?” diye hayran yüz ifadeleriyle onun şirket dışı iki yılı hakkında yorumda bulunmuşlar. Hatta biri ukalalık yapıp “Fransızca konuşulan ülkelerde buna sabbatik yıl derler, imkânı olanlar yapar” diye bilgisini döktürmüş.

Onur gururla “Sandığınız gibi değil” demiş, “Ben babamın imkanlarından yararlanmadan kendi başıma tecrübe kazanmak için işler buldum ve çalıştım” diye cevap verip sözlerinin etrafındakiler üzerinde bıraktığı etkiyi görmek istemiş.

“Hangi şirkette çalıştınız? diye merakla sormuş içlerinden biri. Hepsi yine yüzlerine oturttukları hayranlık ifadesiyle cevabını bekliyorlarmış. Onur “küçük ama gelecek vadeden bir şirket” demiş. Ve yine gururla adını söylemiş. “Microfos Bilgisayar Yazılım ve Mühendisliği!”

İnsan Kaynakları Müdürü gülmesini zor tutarak “Tahmin etmeliydik, sizin gibi biri başka nerede çalışır, tabii ki Microsoft” diye dil sürçmesi sandığı yanlışlığı kibarca düzeltmiş.

“Hayır” diye itiraz etmiş Onur, “Biraz önce dediğim gibi küçük bir firma bu. Microsoft ile dalga geçmek için bu ismi almış kurucusu üç mühendis”.  Onur bu açıklamalara girişirken tam yanındaki yöneticinin İnsan Kaynakları Müdürü’ne “İsmini senin koyduğun firma değil mi bu? Hani bizim taşeron…” dediğini duymuş.

İşte o an Onur, çalıştığı firmanın babasının şirketinin taşeron firması olduğunu, o çakma adı bile onların koyduğunu böylece öğrenince kendini kaybetmiş. Çevresindekilerin oluşturduğu çemberi sert kol hareketleriyle yararak ilerlemiş, masa örtülerini çeke çeke özenle hazırlanmış tüm tabak ve bardakları yerlere dökerek kapıya ulaşmış, dönüp herkese parmağını tehditkâr sallayarak bağırmış.

-Ben bu şirketi başınıza geçirmezsem, bana da Gürcan Bey’in oğlu Onur demesinler!

Gürcan Bey de şaşkınmış, şirketinin taşeron firmaları olduğunu biliyormuş ama oğlunun bu firmalarından birinde çalışıyor olacağı aklının ucundan bile geçmemiş.

Ertesi gün gazetelerde okuduk, olay “2017 İlginç 1 Mayıs Gösterileri”nin en başında yer almış, “Taşeron Evlat” başlığıyla verilmişti.

 GELECEK HAFTA

GÜZEL KOLEKSİYONCU

 

23 Nisan Kısa öykü: Bahtsız Bahri

16 Nisan Kısa öykü: Yarınsız hayatlar

9 Nisan Kısa öykü: Şeytan kadınlar

2 Nisan Kısa öykü: İçimizdeki Tankut

26 Mart Kısa öykü: Evimdeki kara büyü

19 Mart Kısa öykü: Yoksa kardeşim misin?

12 Mart Kısa öykü: Siyah beyaz hayaller

5 Mart Kısa öykü: Bunlar da çok güzel

26 Şubat Kısa öykü: Benim de canım var

19 Şubat Kısa öykü: Bizimkisi asrın aşkı

12 Şubat Kısa öykü: Aşk fırsatları sever

5 Şubat Kısa öykü: Yaşlı ergenler

28 Ocak Kısa öykü: Gölgemin korkusu

22 Ocak Kısa öykü: Mevsimlik Kişilikler

15 Ocak Kısa öykü: Şaşkın Sapık              

8 Ocak Kısa öykü: Kadının Böylesi

1 Ocak Kısa öykü: Maziye teessüf

25 Aralık Kısa öykü: Dün gece neredeydin?

18 Aralık Kısa öykü: Ölümüne fren

11 Aralık Kısa öykü: Geçmişe mesaj

4 Aralık Kısa öykü: Elma Dersem Çık 

27 Kasım Kısa öykü: Kör Olası Aşk

20 Kasım Kısa öykü: Yıllanan güzellik

13 Kasım:  Kısa öykü: Ömre bedel hata

06 Kasım Kısa öykü: Yukarı akıntı

30 Ekim Kısa öykü: Kayıp uçurtmalar

23 Ekim Kısa öykü: Dayının şeridi