Kısa öykü:PSİKOZ

RÜYA ERSİNA UYGUR
ersinaru@gmail.com

Balkon kapısının buğulanmış camının ardından İstanbul siluetine dalgın bakarken zil sesiyle irkildim. Gecenin bu saatinde kim olabilirdi?

Yüzümdeki bakım maskesini unutup kapıyı açtım.

-Nurgül dememe kalmadı apartmanımızın kapıcısı üzerime yığıldı.

-Ne oluyor yine? diyerek eşim koridorda belirdi.

-Su getir dedim, Nurgül bayıldı galiba.

-Gerek yok dedi Nurgül doğrularak, ben de tam sizden yardım isteyecekken sizi bu halde...

Ne haldeymişim anlamak için portmantonun aynasına eğilince beyaz kalıplı yüzümü gördüm, sinirlerimiz boşaldı.  Hep birlikte gülerek salondaki koltuklara attık kendimizi.

Sakinleşince sordum.

-Ee anlat Nurgül, ne konuda yardıma ihtiyacın var?

-Yandaki ev var ya, hani sizin çok sevdiğiniz sarı köşk...

-Evet, yaşlı bir kadınla oğlu yaşıyor değil mi? Parasızlıktan ne tamir edebiliyor ne de satıyorlar demiştin.

-Öyleydi de hasta anne geçen yaz öldü.

-Oğlunun başına da bir felaket mi geldi? diye sordum şefkatle, yüzün bembeyaz.

-Hayır dedi Nurgül, bugün Dondurmacı Ali’nin karşı apartmanından temizlikten dönüyordum, o ölen kadını gördüm.

-Yok canım, benzetmişsindir diyecek oldum.

-Ben de öyle dedim kendi kendime. Ama akşam, sizin üst katınızdakiler Uludağ’da kayaktalar, çiçeklerini sulamaya gidiverdim. Bir bakayım şu eve dedim meraktan. Ne göreyim, Ferhunde Hanım her zamanki sallanan koltuğuna oturmuş, omuzunda şalı, öyle sallanıyor.

-Sakin ol, belki kız kardeşi gelmiştir oğula eşlik etmek için, ha?

Nurgül inanmaz baktı.

-Tıpkısının aynısı mı?

-İkizidir belki dedi eşim tabletinden bir anlık başını kaldırarak.

-Ben Ferhunde Hanımlarda bir yıl çalıştım, ikizi ya da kız kardeşi olsa söylerdi. Bir erkek kardeşi var, o da Londra’da. Evi yaptırtmayan da, sattırmayan da o. Ben başka kardeş duymadım.

-Allah Allah dedim, gel beraber bakalım.

Ben önde, Nurgül korkak adımlarla arkada,  yan cepheye bakan küçük odaya girdik. Perdeyi araladık, kimseyi göremedik.

-Oradaydı dedi başını sallayarak Nurgül, kimse bana inanmıyor ama oradaydı.

O günden sonra küçük odaya her girişimde Nurgül aklıma geliyor, pencereden sarı köşke bakıyordum. Nurgül’ün her gelişinde de fısıldaşıyorduk. “Ferhunde Hanım bugün de yoklar” diyordum. O “tövbe tövbe” diye cevaplıyor, birlikte gülüyorduk.

Bir akşam saati çöpü almaya geldiğinde Nurgül merdivenlerden aşağı, yukarı bir göz atıp kimsenin olmadığına emin olunca fısıldadı.

-İlan koymuş burası “Motel” diye, odalarını bir geceliğe kiralıyormuş.

Ben de Ferhunde Hanım’ın oğluyla yolda karşılaştım bir gün, hayret edilecek şekilde Anthony Perkins’e benzetmişti kendisini. 1960’ların “Psycho” Türkçe adıyla Sapık filmindeki rolündeki gibi.

Çocukluk arkadaşım Leyla’ya anlattım bu olayı.

-Aa dedi geçen yaz Reks sineması göstermişti bu filmi yine. Ben dayanamadım gittim.  O yeni görüp etkilenmiş olmasın?

-Aman Leyla dedim beni korkutma, kapıcımız Nurgül’ü tanıyorsun, o bir gün sokakta, ardından da köşkte Ferhunde Hanım’ı görür gibi olmuş.

-Yoksa dedi gülerek Leyla, filmde olduğu gibi sallanan iskemlesinde, şalı omuzlarında sallanıyor muymuş?

-Gülme, oğul annesinin ölümünden beri o metruk köşkte tek başına oturuyor, üstelik ilan da asmış kapıya burası bir moteldir diye.

-Aman dikkat dedi Leyla, bu adam filmi seyrettiyse, biraz da dengesi bozuk ise peruğu takar valla, annesinin yerine geçer mi geçer.

Sinirlerimiz bozuldu, çocuklar gibi güldük.

Nurgül artık çöp almayı kocası Ahmet Bey’e bırakmıyor, bizim daireye her akşam kendi geliyordu.

-Biraz önce Ahmet ile sarı köşkün önünden geçelim dedik, kapılarından bir genç kız fırladı “sapıksın sen” diye bağırıyordu. O arada Ahmet görmüş, girişte garip bir şeyler varmış.

-Ne gibi?

-Hayvan galiba.

-Canlı mı? diye sordum.

-Yok, öyle, dedi yüzünü buruşturarak, süs gibi...

-Ah dedim demek filmdeki gibi taksidermi de yapıyor.

-Yok dedi Nurgül, ne filmi, taksi falan yoktu orada.

-Taksiderminin taksiyle ilgisi yok Nurgül dedim,  hani ölü hayvanların içlerini doldururlar ya...

-Aman dedi Nurgül, o evde her şey olur, Ferhunde Hanım’ın hayaleti var diyorum inanmıyorsunuz. Çok korkunç bir ev oldu, çok.

Kapıcılar arasında fiskos yüzünden sarı köşk giderek Ferhunde Hanım’ın hayaletinin dolaştığı bir yer olarak gösterilmeye başlamıştı. Modaya gezmeye gelenler için ise 60’lı yılların kült korku filmi Sapık’ı yaşatan bir motel olarak ilginç bir mekândı. Doğrusu Ferhunde Hanım’ın oğlu da bu kanıyı güçlendirmek için elinden geleni ardına koymuyordu.

Bir çarşı dönüşü çıkmaz sokağımıza girerken polis arabalarının peş peşe gelişini görerek durdum. Hepsi de sarı köşke yönelmişlerdi. Biraz ilerde merak ve korku karışımı bir ifadeyle köşkü gözleyen Nurgül’ü fark ettim. Beni görünce hemen yanıma geldi.

-Sakın cesetler çıkmasın içeriden? dedi. Hani hayvanlar gibi kurbanlarını da samanla doldurmuş olmasın?

-Sarı köşkün sırrını şimdi anlayacağız dedim.

Polisler köşkün içindeyken paparazziler de nereden duydularsa doluşup, evin çevresinde mevzilendiler. Gitgide artan kalabalıktan bir uğultunun yükselmesiyle başlarımız kapıya döndü.

Nurgül kolumu sıktı.

-Ne demiştim, bak Ferhunde Hanım çıkıyor evden.

Güldüm.

-Nurgül o oğlu olmasın?

-Ne? diye şaşkın bağırdı Nurgül, işte başında peruğu, omuzunda şalı var da... Aaa altındaki kot pantolonmuş!

-Görüyor musun diyordu bir kadın kocasına,  birbirinin benzeri sapık çok.

-Ay aynen Anthony Perkins diyordu bir başkası, neydi o karakterin adı...

-Norman Bates!

-Evet, evet, işte bu sapık, onu tamamen taklit etmiş...

Üniformalı polislerin yanında ellerinde evrak çantalı sivillerin de olması biraz kafaları karıştırdı.

-Burada durarak bir şey öğrenemeyiz dedim Nurgül’e. Gel evde televizyona, haberlere bakalım.

Biz yukarı çıkana kadar yandaki sarı köşkü çeken kameramanlar görüntüleri hemen yayına vermişlerdi.

-Henüz bir bilgi yok dedi eşim. Siz ne gördüyseniz onu veriyor televizyon da.

Ertesi gün sarı köşkteki garip olayların sırrı ortaya çıkmaya başlamıştı.  Kendini Sapık filminin Norman Bates kişiliğine benzetmeye çalışan Haluk psikoz ya da çok kimlikli kişilik hastalığından uzak, basit bir dolandırıcıymış. Annesinin emekli maaşını alabilmek için onun kılığına girmiş.

Gazeteler ve televizyon kanalları SAPIK SSK DOLANDIRICISI ÇIKTI başlığıyla haberi verdiler. Ama Haluk’un yaşamı ilgilerini çektiği için bu kez onun hayat hikâyesini anlatmaya başladılar. Bir bulvar gazetesi annesinin ölümünden itibaren yaşadıklarını yine onun ağzından bir dizi gibi günlerce yayınladı. Şöyle diyordu Haluk:

“Annem doktorlardan en fazla üç aylık yaşamı kaldığını öğrendiği için kendini ölüme hazırlıyordu. En büyük endişesi de bir türlü iş bulamayan benim geçimimi nasıl sağlayacağımdı. Bir yandan ölüm döşeğindeki anneme üzülüyor, bir yandan da onun emekli maaşı da gidince ne yiyip içeceğimi kara kara düşünüyor, kaldırım taşlarına vura vura yolları arşınlıyordum. Birden Reks Sineması’nda oynayan Sapık filminin afişlerini gördüm. Düşünmeden girivermişim, kendimi salonda koltuğa oturmuş buldum. Film bittiğinde kafamda ne yapmam gerektiği şekillenivermişti. Çaresiz Norman gibi annemin yerini alacaktım. Tabii sadece aybaşlarında...

“Annem ölünce onun cenazesini küçük bir hileyle yıllardır kayıp Alzheimer hastası dadısının kimliğiyle kaldırdım. Annemin vesayeti deyip kimseyi cenazeye çağırmadım, taziyeleri evde kabul ettim.  Aile dostlarımız ve Modalı tanıdıklarımız için annem vefat etmişti ama resmi makamlarca yaşamaya devam ediyordu. Böylece aybaşları onun kartıyla bankamatikten emekli maaşını çekmeye başladım. Artık işgüzar bir memurun marifeti mi, yoksa rutin bir kontrol mü bilmiyorum, geçen ay beni bankadan çağırdılar. Ben de onun peruğunu başıma geçirdim, pardösüsü sırtımda bankaya gittim. Memur yüzüme bile bakmadı, yıllardır annemin yerine ben attığım için imza da sorun olmadı. Ama yolda beni perukla görenler annem yaşıyor sanmışlar. Moda’da bir söylenti aldı yürüdü. Ben de madem öyle dedim, aynen filmi yaşamaya karar verdim. Herkesi şaşırtmak ve bir oyuncuyu gerçek hayatta taklit etmek oldukça eğlenceli ve heyecan vericiydi. Çok eğlendim, pişman değilim”.

Başta Nurgül olmak üzere apartmanda,  bizim çıkmazda, sokakta, manavda, süpermarkette herkes ayaküstü onu konuşuyordu. Sonunda banka veya kredi kartlarını kötüye kullanmak, devleti dolandırmak suçlarından 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.  Avukatı her ne kadar onun gerçekle hayali karıştırdığını, annesinin ölümünü kabullenemediği için onu yaşatmaya çalıştığını ispatlamaya çalıştıysa,  psikoz ruh hastalıklarından bir çok kişilikli kimlik hastası olduğu savıyla hapisten kurtarmak istediyse de bunu başaramadı. Ta ki Türk versiyon Marion’lar sahneye çıkana kadar. Kaşlarını kalemle koyu kahverengiye boyayıp kalınlaştırmış saçlarını filmdeki kurban gibi kısa kestirmiş açık kumral, sarışın, genç kızlar ve her yaştan kadınlar motelde duş alırken nasıl Haluk’un bıçakla yaklaşıp kendilerini öldürmeye çalıştığını anlatmakta yarışıyorlardı. Hatta bir tanesi sırtını bıçakla yaralatmış, her fırsatta gazetecilere açıp gösteriyordu.

Ünlü olmak isteyen kadınların bu gayretleri de hâkimlere inandırıcı gelmedi, savcının Haluk hakkında menfaatten sapık gibi görünmek istediği suçlaması kabul edildi.

6 Ay sonra, iyi halden dışarı çıktığında Haluk’un yüzünde garip bir gülümseme belirmişti. Motelinin tabelasını büyüterek işe başladı. Sarı köşkün girişini tamamen filmdeki Bates Moteli’ne benzetti. Hiç yardımcı eleman almadı. Müşterilere garip gülümsemesi tüm odaları doldurmasına yetiyordu.  Bazen de gazetelere reklam veriyordu. “Hafta sonu duş sahnesi gösterimize bekleriz”...

GELECEK HAFTA

YALANIN YALANCISI

08 Mayıs Kısa öykü: Yeniden kollarında

01 Mayıs kısa öykü: Lıght evlilikler

24 Nisan kısa öykü: İnternet kadınları

17 Nisan kısa öykü: Dedemin nişanlısı

03 Nisan kısa öykü:  Dakika hırsızı