Kısa öykü: Yukarı akıntı

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

-Yine gidiyor iskeleye, bacaklarını da iki yana aça aça, yengeç gibi… Ne tuhaf!

-Kim?

-7 Numarada oturan komşumuzun kızı. Manken gibiydi, şimdi eski elbiseler içinde…

-Bu kız geçen yaz arabamıza aldığımız diskotek sabahçısı değil mi?

-Evet, Reina’dan çıkmış, üzerinde modaya uygun yırtık, bilmem kaç yüz dolarlık şort ve asimetrik bir erkek gömleği, köprünün altında öyle bekliyordu.

-Biz ne arıyorduk o Muallim Naci Caddesi’nde, sabahın ikisinde?

-Sarıyer’de oturan kuzenime gitmiştik ya dedim. Hani Dilaver amcanın ölümünden sonra…

Böyle konuşunca Boğaz bizi çekti. Bu pazar da Moda’daki apartmanımızın balkonundan eski İstanbul siluetine bakmak yerine karşı yakada Karadeniz’e doğru, Boğazın kuzey ucuna gitmek üzere hazırlandık.

Arabamızla köprüyü geçtikten sonra Sarıyer yönünü aldık. Sahil boyu amatör balıkçılarla doluydu. Ailecek kovalarını, taburelerini almış, sabırla akşam yiyecekleri balıkları avlıyorlardı. Arabanın penceresini açmış, hafta sonu trafiği yüzünden ağır ilerlerken, inanılır gibi değil, birden onu gördüm. Apartmanımızdaki 7 numaralı komşumuzun kızı da bir tabureye oturmuş, oltasını denize sallandırmış, aniden telefonuyla fotoğrafını çeken arkadaşına şaşkın gülümsüyordu.

-Şimdi anlaşıldı o eski bluzlar, yırtık kazaklar...

-Neden bahsediyorsun, kim? diye eşim başını çevirip, sahile baktı.

-Biraz önce hani iskeleye koşarken gördüğümüz kız var ya, burada balık tutuyor!

-Benzetmiş olmayasın?

-Dön uygun bir yerden, bak karşısında bir kafe var, orada bir çay içelim. Böylece sırrını da öğreniriz.

-Ne sırrı olacak diyerek omuz silkti eşim, arkadaşlarına takılmıştır.

Sonra göz kırptı.

-Erkek arkadaşı ve erkek arkadaşın arkadaşları…

-Hiç öyle basit bir aşk hikâyesi olduğunu sanmıyorum. Sanki kökten değişim içinde.

-Bu fikre nereden vardın? diye sordu genişleyen caddede ani bir u dönüşü yaparken.

-Erkek arkadaşı için olsa, balığa giderken bile kılığına özenir, ne bileyim güzel bir bere, bir şapka takar.

Şansımıza yer bulup arabayı park ettik, kahvenin ön masalarından birine oturduk. Onunla aynı hizada, arkadaydık. Bazen ayağa kalkıyor denize arkasını dönüyordu. Sonra profilden onu yakalıyor, ardından da oltayı atmış oturuyor buluyorduk.

Sağ yanındaki genç fotoğraflarını çekip dururken, solundaki sadece deniz ile ilgiliydi. Onun yanındaki genç kız yanına geliyor, hatta tabureyi bir süre birlikte paylaşıyorlardı.

Arabalar aralıksız geçtikçe onları da görmem mümkün olmuyordu. Öyle dikkatli karşı kıyıya bakarken bir genç kız sesiyle irkildim.

-Merhaba, annem mi gönderdi sizi?

-Merhaba deyip dönerken yüzümün kızarmamış olmasını umuyordum.

-Anneniz mi? Annenizle sanırım üç ay önce kapıda selamlaşmıştık.

-Özür dilerim. Bir an sizi burada görünce…

-Sarıyer’de kuzenime gidiyoruz diyerek açıklama getirdim. Gerçi bu kafede oturmamızın nedeni sizsiniz. Ya da şöyle diyeyim, sizi de görünce soluklanmak için özellikle burayı seçtik.

Doğruyu söylemiş, böylece rahatlamıştım. Eşim de ona üçüncü iskemleyi gösterdi.

-Oturmaz mısınız?

İki masa ötemize bir el hareketi yaparak oturdu. O masada yanında balık tutan genç ile genç kız ve orta yaşlı bir çift oturuyordu.

-Biraz önceki kabalığımı hoş görün dedi komşumuzun kızı. Annem nedense benim için endişeleniyor. Gördünüz, kötü bir şey yapmıyorum.

Omuzlarını kaldırarak ellerini açtı.

-Sadece balık tutuyorum.

-İnanın dedim, annenizin sizinle ilgili kaygısı olduğunu bile bilmiyoruz.

Eşim garsonu işaretle çağırırken sordu.

-Ne içersiniz?

-Bir şey almayayım. Beni bekliyorlar.

Kalkarken kendini tanıttı.

-Korkarım, adımı bile bilmiyorsunuz. Ben Neslihan.

Tereddütlü gülümsedi.

-Sarıyer’e gidiyoruz demiştiniz. Ben de orada olacağım… Dönüşte beni de alabilir misiniz?

-Tabii ki dedim.

O hemen atıldı.

-Telefon numaramı vereyim. Bulunduğunuz yere gelirim.

Öyle de oldu. Kuzenim bizi geç saatlere kadar bırakmayınca, ona telefon edip gecikeceğimizi söyledim.

-Biz de balık tutmaya devam ederiz dedi neşeyle.

Sahilin neresinde olduklarını merak ettim.

Tam da kaldığımız yol yalısının biraz ilerisiymiş. Neslihan’a yerimizi belirtmeden pencereye gidip baktım. Öğleden sonra gördüğümüz balık tutan uzun boylu genç ile genç kız onu ortalarına almışlar, üçü oltalarını denize salmış, çaylarını içiyorlardı.

Yanıma gelen kuzenim onu tanıdığını söyledi. “Sarıyer’in balıkçı güzeli” dedi.

-Bu kıyafetlerle ona güzel diyorsan…

Gece yarısı tam yarımda ona telefon edip arabayı gösterdik. Toparlanıp gelmesini beklerken Neslihan üzerindeki pantolonu indirip torbasına attı. Altından sabah gördüğümüz diğer pantolonu çıkmıştı.

Arabaya binerken özürler diledi.

-Torbam yine de balık kokuyordur dedi.

Yol boyu balıkçılık ve Boğaz üzerine konuştuk. Bugün aslında motorla denize açılacaklarmış. Ama “yukarı akıntı” haberini alınca vazgeçmişler.

-Nedir yukarı akıntı? diye sordum.

Boğaz’ın suları Karadeniz’den Marmara’ya akarmış. Ender olarak ters akıntı olur, Karadeniz’e çekilirmiş soğuk sular. İşte öyle zamanlarda mavnalar, yük gemileri kontrolü kaybeder, bir yalıya çarpabilirlermiş. Küçük motorlar da dayanamaz, alabora olur, bir kere kapıldılar mı bu yukarı akıntıya bir de kurtulurlarsa, efsane olurlarmış…

Onunla konuşmak için yan oturmuş, başım arkaya dönük gidiyordum. Bir an güzel yüzünden bir üzüntü dalgasının geçtiğini görüverdim.

-Annem de dedi benim ters akıntıya kapıldığımı sanıyor. Diskoteğe giderken endişelenmiyordu da şimdi Boğaz’da arkadaşlarımla balık tutmamdan korkulara kapılıyor.

-Yaşam tarzınız kökten değişecek diye korkuyordur belki.

-Kafamda kökten değişti bile. Ama o şekillerden korkuyor, bendeki esas değişikliği fark etmiyor.

-Şekiller?

-Başımı örtmemden, tesettüre girmemden korkuyor diyerek güldü.

Birinci Köprü, Şehitler Köprüsü’nde gidiyorduk.

-15 Temmuz gecesi köprüde mahsur kalanlardandım dedi. Tam biz girdikten sonra iki ayağına tanklar yerleştirilmişti. Ne geri ne ileri gidebiliyorduk. Arabada nişanlımla geleceğimiz üzerine tartışıyordum. Önceleri teröristlere karşı operasyon sandık. Ama yukarıdan kulelerden silah atıldığını görünce o hemen kapıyı açtı, neredeyse yerde sürünecek iki büklüm, beni de aynı şekilde sürüklemeye çalıştı.

-Ne yaptınız diye sordu eşim. Kaçtınız mı?

-O beni zorladı birlikte kaçmaya ama o an hiçbir şey düşünemesem de onunla birlikte ölmek istemediğime emindim. Üstelik bir gece önce nişanlanmıştık. Elini bıraktım, kurşunlara karşı, ateş edilen yere doğru yürümeye başladım. Vurulup yere düşenleri görüyordum. Sonra birileri beni korumaya çalıştı. Duyuyordum “Şok altında” diyorlardı. “Kendinde değil !”. Yere düşeni kaldırıp sırtlayanları görüyordum. Bir kız ile bir oğlan kollarıma girmiş, beni sürüklüyorlardı.

-Birlikte balık tuttuğunuz arkadaşlarınız...

-Evet Sevim ile Ahmet. Babaları Cemil Usta da bayrağını kapmış, gelmişti. Anneleri Fatma Hanım evde küçük kızının başında kalmış, habire telefon ediyordu.

Altıyol’a çıkarken eski adıyla Kadıköy Maarif olan Anadolu Lisesi’nin karşı sokağına girmiştik.

-Kendime gelince “Ben ne yapıyorum? dedim. “Kim bunlar, karşımızda bize kurşun yağdıranlar?” Orada ölseydim, nedenini bile bilmeden öyle gidecektim. Etrafıma bakıyor, onları tanımaya çalışıyordum. Ben bunca yıl nasıl akıntıya kapılarak yaşamıştım…

Moda İlkokulu’nu dönüp, Cem Sokağı geçip, Moda Caddesi’ne girdik.

-Kimseye kapılmış değilim annemin sandığı gibi dedi Neslihan O gece ters akıntıda ilk kez yaşamım alabora oldu, annemin anlamadığı o, ilk defa ne için yaşadığımı düşündüm.

Arabadan inerken torbasını açtı, içinden gazete kâğıtlarına sarılmış bir paket çıkardı.

-Bu çinakopları sizin için tuttum dedi.

Ertesi sabah Neslihan’ın annesi teşekkür etme bahanesiyle geldi.

-Kızımı dün gece siz getirmişsiniz dedi.

Konuya doğrudan girdi.

-Çok merak ediyorum, kimlerle beraber diye. Arkasından nişanlısını yolluyorum. Gerçi yüzüğünü de attı, nişanlı değiller de, o da sağ olsun bana bir bilgi vermiyor.

-Biz Neslihan’ı Büyükdere’de balık tutarken gördük dedim. Bir kız arkadaşı ve ağabeyi vardı yanında. Öteki genç de sizden anladığım, demek ki nişanlısıydı.

-Ailesi nasıl oğlanın?

-Hangi oğlanın?

-Hani bir ağabey var dediniz ya…

-Kendi halinde insanlar...

-Gerçi “Aramızda bir şey yok” diyerek beni tersliyor da, ah çok değişti kızım, tanımakta zorluk çekiyorum. 23 Gece onlarla birlikte nöbet tuttu.

Sonra derin bir iç çekti.

-Doğumundan itibaren ona hesap açmış, her ay da belli bir miktar yatırmıştık. Epeyi bir parası birikti. Faizleriyle beraber güzel bir spor arabaya yetecek parası varken bir balıkçı motoru almış kendine. Garipçe ’de oturacağım diyor. Beni de davet ediyor. Üstü başı balık kokuyor, evi de balık kokacak, ne yaparım ben orada?

İki ay sonra çocukluk arkadaşım Leyla aradı. Emlakçının vitrininde görmüş, “Apartmanınızda kiralık daire var” dedi. 7 Numara olduğunu görünce anladım. Neslihan annesini de Garipçe’de  oturmaya ikna etmişti. Annesiyle son birkaç parçayı almaya geldiğinde karşılaştık. Ayaküstü Neslihan’ın Piri Reis Üniversitesi’nin Denizcilik Fakültesine başladığını söyledi. Ta Tuzla’ya gidiyormuş hafta içi. Aldıkları ev müstakil ve büyükmüş. Bir bölümünü Neslihan müze yapmaya başlamış. Garipçe ve Sarıyer’e kadar kıyı köylüleri de ellerinde olan denizden hatıra neleri varsa getiriyorlarmış. Getirenin ismi de yazılıyormuş objenin açıklama panosuna.

-Ay siz de gelin dedi, orada başka bir hayat var !

GELECEK HAFTA

ÖMRE BEDEL HATA

30 Ekim Kısa öykü: Kayıp uçurtmalar

23 Ekim 2016 Kısa öykü: Dayının şeridi

16 Ekim Kısa öykü: Her sonbahar gelişinde

09 Ekim Kısa öykü: İlahi makine

02 Ekim  Kısa öykü: Olmaza sevdalananlar