Kısa Öykü: Siyah beyaz hayaller

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

Özgürlük Parkı’nda bir banka oturmuş, çocukluk arkadaşım Leyla’yı bekliyordum. Arkadan bozuk bir Türkçeyle konuşan bir kadın sesi geldi.

-Bahar oldu, ben gidiyorum.

-Tamam dedi düzgün bir Türkçeyle diğeri, bahar gelsin hele, o zaman gidersin. Ağlama artık, ne olur.

-Ne hayallerle ben geldim, bak nasıl ben gidiyorum.

-Daha çok gençsin diye onu yatıştırmaya çalıştı yine diğeri. Başka ne çok hayalin olur.

Ağlayan Ukraynalı, Belaruslu, Moldovyalı, oralardan bir Doğu Avrupalı olmalıydı. Teselli etmeye çalışan ise bir Türk. İkisi de yaşıt gibi, gençtiler herhalde.

O sırada çocukluk arkadaşım Leyla da geldi. Kucaklaşmış, merhabalaşırken kulağına fısıldadım.

-Arka bankta oturanlar genç mi, biri yabancı, biri Türk?

-Evet dedi, şöyle bir bakarak. Bebek arabalarını sallayan iki anne!

Yanıma oturunca da bir daha dönüp baktı.

-Niye ilgilendin ki onlarla? Burada Ukraynalı gelin çok.

Bahar gelince sıra sıra banklarda yan yana oturur, hep birlikte bebek arabalarını sallarlarmış. Hemen hepsi aynı yaşlarda…

-Dayanamayacağım artık!

Bu kez çığlık gibi çıkmıştı sesi.

-Bu da çok tanık olduğum bir halleri dedi Leyla fısıldar gibi. Buraya bin bir hayalle geliyorlar. Türk rüyası… Hayalleri de alt düzeyde, bir ev, bir koca, karın doyurma, spor, bakım, eğlence…

Bizim de arkadaşlarımızla Göztepe’deki kafede buluşma vaktimiz gelmişti. Leyla’yı onların önünden geçmeye sürükledim. Ne kadar da gençti, Ukraynalı yirmili yaşlarının ortasında gibiydi.

O sırada altı, yedi yaşlarında bir erkek çocuğu koşarak yanına geldi. Slav diliyle ve eliyle oyun yerini göstererek kilolu bir çocuğu şikâyet etti. Gösterdiği çocuk da ağlayarak annesinin kollarına sığınmıştı. O da ağlamaya başladı.

Biz onları geride bırakmış parkın kapısına yaklaşmıştık ki arkadan çığlıklar yükseldi. İki kadından Türk olanı bebek arabasıyla banktan uzaklaşmış, belli bir mesafeden izliyor, genç bir adam Ukraynalı kadını, küçük çocuğunun bileği annesinin elindeyken, kolundan tutmuş ikisini birden sürüklüyor, başka bir adam da bebek arabasını itiyordu.

Yanımızdan geçerlerken onlara yol vermek için kenara çekildik.

-Bir daha görmeyeceğim seni bu parkta dedi genç adam burnundan soluyarak. Hani bana verdiğin sözler, hani evin, kocan her şeyden önemliydi? Ben işe gidiyorum, sen de hemen Özgürlük Parkı’na…

-Ben geldim, bir nefes aldım diyordu Ukraynalı genç kadın. Kötü bir şey yok. Sadece park… Özgürlük…

-Başlatma beni dedi adam tıslayarak.

Arkalarından bakakaldık.

-Ne bu hâl Leyla? dedim.

-Ne olacak Türk erkekleri artık Türk kadınlarına dişini geçiremiyor, bu zavallıları buluyorlar.

Biraz önce Ukraynalı kadının yanında oturan Türk arkadaşı da bizim arkalarından bakakalışımızı fark edip bebek arabasını hızla iterek yanımıza geldi.

-Ne yazık, gördünüz değil mi, öküz dendiği kadar var. Şu adama bakın, güzelim kızı bulmuş, nasıl da hırpalıyor…

-Nasıl diye sordu Leyla Ukraynalıya arka çıkarak, yoksa kocası onu dövüyor mu?

-Bence dövüyordur. Yoksa niye ülkesine dönmek istesin ki? Hem de Çernobil’e?

Başını sallaya sallaya bebek arabasını sürerek giderken onun da arkasından bakakaldık.

Nedense Ukrayna deyince güzel kızları akla geliyordu. Kimine gelin gelen, kimini çarpan giden… Bir süredir savaşı yaşayan, daha da ötesi Çernobil’in radyoaktivitesine maruz kalmış ülke insanını düşünemiyorduk.

-Çernobil, kelime anlamıyla siyah beyaz demekmiş…

Yürüyerek Selamiçeşme’deki Özgürlük Parkı’ndan Bağdat Caddesi’ne inmiş, Göztepe’ye gelmiştik. Kafenin önünde Leyla liseden arkadaşlarımıza el sallarken son sözümü duymamıştı.

-Hayalleri gibi diyerek yarım kalan cümlemi tamamladım, siyah beyaz.

Kafeye girerken Çernobil’in çiçeği aklıma geldi birden, adı “armoise”, pelin otu dedikleri, hani 90 dereceye varabilen o yüksek alkollü “absinthe” içkisinin otu…

İçeride yıllar sonra yeniden görmenin sevinciyle her yeni gelene yerinden fırlayan arkadaşlar kucaklaşıyor, aramızda çığlık atanlar bile oluyordu.

-Yavaş kızlar dedi Leyla, kafeyi okula çevirdiniz.

Konu döndü dolaştı, kocasının itelemesiyle Ukraynalı gelinin kös kös Özgürlük Parkı’ndan evine geri dönüşüne geldi.

-Bizim oğlan takılmıştı bir Rus’a dedi biri, valla zor kurtardık, onu soydu soğana çevirdi.

Bir başkası ağabeyinin böyle bir macera yaşadığını, hâlâ da her fırsatta St Petersburg yolcusu olduğunu söyledi.

Kimdi, göremedim, biri de “bizim gelin de Ukraynalı, hem güzel, hem saygılı, hem becerikli” diye özelliklerini yanındakine sayıyordu ama pek ilgi çekmedi.

Rus, Moldovyalı, Ukraynalı hepsi birbirine karıştırılıyor, kafalarda hemen Nataşa imajı canlanıyordu.

-Hayaller dedi birisi, Türk erkeklerinin hayalleriyle Doğu Avrupalı kadının hayalleri uyuşur mu acaba?

-Ukrayna’da dedim aklım hâlâ öldürücü etkisi olan ve Fransa’da yasaklanan absinthe adlı içkide, bir ot varmış, kışları kar gibi beyaz açarmış, yazları ise kara, simsiyah…

Konu Ukraynalı kadınların güzelliklerini biraz da küçümseyerek geçiştirildi nedense, ben ise o zıddı renge dönüşen pelin otuna takılı kaldım, siyah beyaz…

Akşam eve dönünce Leyla telefon etti.

-Parkta gördüğümüz Ukraynalı var ya, biraz önce onu gördüm dedi.

-Nerede? diye sordum heyecanla.

Çapraz köşedeki apartmanda, tam da aynı kat hizasındalarmış.

-Valla arada bir kontrol edeceğim, kızı döverse doğru polise.

Evde yemek üstü çaylarımızı içerken, geçen gün havaalanına yakın Yeşilköy’de bir pastanede karşılaştığımız otuzlu yaşlarının sonuna varmış Baltıklı kadın gözümün önüne geldi.

Kocası masayı kahvaltı ürünleriyle doldurmuş, sahanda yumurtaya ekmeğini iştahla banıyor, kadın ise gizlice, gözünden süzülen yaşları siliyordu. Küçük kızı salonun köşesindeki oyun yerinden gelince ayağa kalktı. Belli ki o da kızı gibi incecikken hantallaşıvermiş, erken yaşlanmıştı.

Biz kahvelerimizi içiyor, eşimle karşılıklı sohbet ediyorduk. Bir an bakışlarımız karşılaşmış. belli belirsiz gülümsemiştim. Yüzünde derin bir hayal kırıklığı vardı. Sanki herkese de kızgın gibiydi.

-Ne konuşur yeni tanışan bir Türk erkekle Ukraynalı bir kız diye sordum eşime?

-“Nece konuşur?” diye sor önce dedi.

Sonra güldü.

-Önce bir şekilde anlaşırlar her iki insan gibi.

-Peki karşılıklı beklentilerini, açık açık konuşmasalar bile, hissederler mi sence bu kısa görüşmelerle?

-Sadece kendilerininkiyle ilgilidirler herhalde dedi.

-Küçük hesapları vardır…diye fikir yürüttüm.

-İstanbul’a gelme isteği ağır basar…

-Güzel bulunma da etkili oluyordur herhalde…Kendini bir anda ünlü gibi hissetme, bakışları üstünde toplama…

-Bütün gece bunları mı konuşacağız? diye itiraz etti eşim.

Ben de tekrar içimden bir Ukraynalı ile Türk çift bizim durumumuzda hangi konu üzerinde tartışır diye merak ettim.

Günler geçti, kış hiç bitmeyecekmiş sandığımız bir sabah bahar ansızın geliverdi. Moda’daki apartmanımın balkon kapılarını sonuna kadar açtım. Karşıdaki İstanbul silueti sanki yakınlaşmıştı. Sonbaharda saksıya lâle soğanları ekmiştim. Sevinçle bağırdım.

-Siyah lâleler açmış!

O sırada telefon çaldı.

Leyla’ydı.

-Hatırladın mı? dedi, Özgürlük Parkı’nda bir Ukraynalı kadına rastlamıştık. Hani “dayanamıyorum” diye bağırmıştı. Hani kocası onu çekerek evine götürmüştü.

Birden kötü bir haber alacağımı hissettim. Kalbim sıkıştı.

-Ne oldu ona? diye sordum.

-Gitmiş dedi Leyla, mahallede bağırış çağırış, koşuşmalar…Kendi çocuğuyla birlikte bebeği de yanına almış, hep birlikte Ukrayna’ya kaçmışlar.

Mahalleli bakkalda onu konuşuyormuş. “Bu kaçıncı” diyormuş biri diğerine, “önce çocuk yapıyorlar, sonra ülkesine kaçıp, nafakasını istiyorlar.”

“Çocuğun bezleri”, “Çocuğun yiyip içeceği”, “Çocuğun okulu”, “Çocuğun gezmesi”… daha sonra da anne ve çocuğun İstanbul’a gelmek için uçak biletleri…

“Klasik öykü” diyormuş tecrübelileri. “Türkiye’de beş yıl evli kalıp vatandaşlık hakkını da aldıysa, yakında İstanbul’a geri döner. İki çocuğuyla birlikte…”

Gerçekten de öyle oldu.

Leyla bakkalda konuşarak ahbap olduğu komşularından Ukraynalı gelinin sıcağı sıcağına haberini alıyordu.

Şimdilik İstanbul’a yerleşmiş, biri babası belirsiz, diğeri Türk’ten çocuğuyla beraber.

Türk kocasından boşanma işlemlerini tamamlamış.

Altı ay sonra sevdiği genci getirmiş. Yine Ukrayna’dan bir Slav.

Onunla evlenmiş.

Sonra Antalya’ya yerleşmek istemişler. Orada bir otelde iş bulmuşlar.

Ev tutmuş kocası.

O da küçük çocuğunun Türk babasına veda etmek istemiş.

Adam onu görmek istememiş.

“Bak çocukla beraber gidiyorum, bize bilet al” demiş.

Adam onu da almamış.

Antalya’ya kendi biletiyle gitmiş Ukraynalı kadın.

Orada ilk iş olarak mahkemeye başvurmuş.

Nafakanın yanı sıra dini ve resmi bayramlarda ve yılda bir ay yaz tatilinde, 15 gün yarıyıl tatilinde babanın çocuğu görmesi için İstanbul’a getirmek zorunda kalması durumunda gidiş geliş uçak biletlerinin ve İstanbul’da kalacağı otelin masraflarının baba tarafından ödenmesine dair talebini mahkemeye kabul ettirmiş.

Babanın her ay da 2000 Türk lirası nafaka ödemesi karara bağlandıktan sonra bir gün bir elektronik posta atmış ona.

Şimdi tüm mahalleli bunu konuşuyormuş. Mail’inde çok güzel bir Ukraynalı kadın ile iki arkadaş kafa kafaya çekilmiş bir fotoğrafı varmış. “Bu arkadaşım Ursula.” diyormuş. “Bir Türk erkeği ile evlenmek istiyor. İlgilenen tanıdığın varsa” …

GELECEK HAFTA

YOKSA KARDEŞİM MİSİN?

5 Mart Kısa öykü: Bunlar da çok güzel

26 Şubat Kısa öykü: Benim de canım var

19 Şubat Kısa öykü: Bizimkisi asrın aşkı

12 Şubat Kısa öykü: Aşk fırsatları sever

5 Şubat Kısa öykü: Yaşlı ergenler

28 Ocak Kısa öykü: Gölgemin korkusu

22 Ocak Kısa öykü: Mevsimlik Kişilikler

15 Ocak Kısa öykü: Şaşkın Sapık

8 Ocak Kısa öykü: Kadının Böylesi

1 Ocak Kısa öykü: Maziye teessüf

25 Aralık Kısa öykü: Dün gece neredeydin?

18 Aralık Kısa öykü: Ölümüne fren

11 Aralık Kısa öykü: Geçmişe mesaj

4 Aralık Kısa öykü: Elma Dersem Çık

27 Kasım Kısa öykü: Kör Olası Aşk

20 Kasım Kısa öykü: Yıllanan güzellik

13 Kasım: Kısa öykü: Ömre bedel hata

06 Kasım Kısa öykü: Yukarı akıntı

30 Ekim Kısa öykü: Kayıp uçurtmalar

23 Ekim Kısa öykü: Dayının şeridi