ersinaru@gmail.com
-Uçak inmeden havaalanında olmalıyız dedim, elim kapının tokmağında.
Ben sabırsızlandıkça eşim ağırdan alıyordu sanki.
-Koca profesör havaalanında beklemeyi bilemez mi?
-Bilir de bizim gelip gelmeyeceğimizi nereden anlayacak?
-Canım dedi bir yandan ceketinin tek kolunu sokmuş ayakkabısını giymeye çalışırken, telefon yok mu memlekette, arar, “Yoldayız” deriz.
-Sanki telefon kullanır da…
-Telefonsuz kimse mi kaldı? diye söylendi vestiyerin yanındaki koltuktan kalkarken.
-Onun yok!
İnanmamış gibi baktı.
Emmanuel ile arkadaşlığımız yıllar öncesine dayanıyordu. Konusunun uzmanı, kelaynak kuşları gibi tükenmekte olan bir bilim dalının araştırmalarını sürdüren dünyadaki 18 profesörden biriydi.
Direksiyondan yine kuşkulu kuşkulu sordu.
-Elektronik posta adresi var mı peki?
-Hayır, internet de kullanmıyor!
-Nasıl, arama motorundan da mı yararlanmıyor?
-Onun aradıkları arama motorunda bulunmazmış. İnternette arama motoruna başvurmak Yozgat’ta bir bakkala Fırtına Tanrısının milattan yüz yıllar öncesindeki evini ya da Roma Hamamı’nı sormak gibiymiş.
Sonra hatırlattım.
-O biliyorsun gerçek bir araştırmacı.
-Tamam da kaynağı bile zor bulunan neyi araştırıyor?
- Unutulmuş Kafkas dillerinden Ubıhça!
- Bir zamanlar o dili konuşan bir Çerkez bulmuşlardı, Manyaslı köylü dedi gülerek, o da bizlere ömür. Son Ubıh olarak oğlu kalmış, o da babasının bildiğinin yarısını konuşabiliyormuş.
Havaalanına ulaştığımızda dijital panoda uçağının inmiş olduğunu gördük.
-Eyvah dedim, görüyor musun, bavullar bile gelmiş. Üstelik o bavul da beklemez.
-Bavulu da mı yok?
Söylenen eşimle birlikte telaş içinde çevrede beklenebilecek yerlere bakındım. Sonunda okuduğu Fransızca gazete sayesinde onu bulabildim. Saklanan biri gibi, koltukta gazetesinin arkasında beline kadar gövdesi kaybolmuş, eski usul cilalı ayakkabıları ve ayak ucunda da deri küçük valizi…
-Emmanuel, çok oldu mu geleli?
-Hayır dedi gazetesini katlarken gülümseyerek. Sadece 16 dakika.
Telaşsız kalktı, ellerimizi sıkıp, acele etmeden eğildi valizini aldı. Kareli ceketi, solmuş gömleği, terzi dikimi gri kumaş pantolonuyla zaman tünelinden yeni çıkmış gibiydi.
Arabayla eve dönerken etrafı seyrediyor, o da İstanbul’daki değişime hayret ediyordu.
-Uçak yanlış havaalanına inmiş olmasın? diye şaka yaptı.
Kanada’dan İstanbul’a 1982’den beri gelmemişti.
-Son görüşmemiz 2013’te Avusturya’da Innsbruck Üniversite’deki sempozyumdaydı diye hatırlattım.
-Evet dedi, bu da Avusturya’ya son gidişimdir herhalde.
Kanada’dan Avusturya aktarmalı biletle gelmiş, orada iki günlük bir toplantıya katılmıştı. Üstelik onu bir gün sonraya beklerken, İstanbul uçağını önceye alarak bizi şaşırtmıştı.
-Neden diye sordum, konferansta bir aksilik mi oldu?
-Tuhaf olaylar art arda geldi.
Sonra da gelişini bir gün öne çekişinin bize rahatsızlık verip vermediğini tekrar sordu. Anlaşılan daha sakin bir ortamda anlatacaktı.
Yemekten sonra İstanbul siluetine bakarak kahvelerimizi içerken bize tarihi kararını açıkladı.
-Dijital çağ içinde kontrol edilemez olmak için gereken önlemleri aldığımı sanıyordum diye söze başladı.
-Demek dedi eşim, onun için cep telefonu kullanmıyorsunuz…
-Evet yolladığı sinyallerle konumunuzun tespit edilmesinden, kimi ne zaman ne kadar süreyle aradığınızdan tutun da sohbetinizin içeriğinin verilerine kadar ulaştıran, hatta ortam dinlemesine alet olan smart telefonlar… Pratik olarak hepsi mümkün, öyle değil mi?
-Haklısınız dedim ben de, sanki cebimizde bir ispiyon!
Gülerek devam etti.
-Avusturya polisi bana cep telefonu taşımamanın daha tehlikeli olduğunu öğretti.
-Nasıl? diye sordum merakla.
-Şöyle, her ülkenin istihbarat birimleri kuşkulular listeleri hazırlarlar bunu İnterpol’le paylaşırlar, öyle değil mi? İşte telefon ağlarından hiçbirine bağlı değilseniz bu kontrol edilemezler listesinde yer alıyorsunuz.
Innsbruck Havalimanı’nda pasaport kontrolünden geçerken polis Emmanuel’e özel bir muamele göstermiş. Üstü defalarca arandıktan sonra bir kenarda bekletilmiş, sonra da uzun bir sorgulamadan geçirilmiş.
-Adımı soyadımı ve pasaportun gerçekliğini kontrol ettikten sonra profesör olduğumu ve Avusturya’da bir konferansa katılmak için geldiğimi defalarca tekrarlamama rağmen bir cep telefonu sahibi olmamamı oldukça tuhaf karşıladılar.
“Merakımızı hoş görün ama biriyle uzaktan haberleşmeniz gerekince ne yapıyorsunuz?” diye sormuşlar. O da “Herkes gibi telefon ediyorum” diye cevaplamış.
-Sorguyu yapanın göz tansiyonu vardı sanırım, onunla alay edip etmediğimi ölçmek ister gibi gözbebekleri üzerimde oynuyordu. “Hangi telefonla peki?” diye sordu. Ben de uzakta bir yerleri işaret edip, “duvara asılı sabit telefonunuzla!” dedim.
- “Bayım, orada telefon hâlâ var mı, parayla çalışır mı ki, Allah’ın cezası telefon jeton ya da kartla çalışıyor belki de yıllardır kullanmadım, ben bile bilmiyorum” diye söylendi. “Çalışıyor, 4 yıl önceki gelişimde metal para avroyla telefon etmiştim” dedim.
Polis kontrol ettirmek için bir görevliyi yollamış. Sonra da hem kendisine hem de polise bu kadar zorluk çıkartmasının nedenini sormuş.
- “Bu benim seçimim. Özgür bir ülkedeyim, öyle değil mi?” diye karşı soru sordum. Cevap veremedi.
O arada polis elektronik posta adresinin olup olmadığını sormuş. Arkasından da “Tabii ki sahip olmayabilirsiniz, Avusturya için bir sorun yok, burası özgür bir ülkedir” diye üstüne basarak eklemiş. Ama adeta yalvararak öğrenmek istemiş. “Niye mail adresiniz bile yok? Siz hiç mesajlaşmaz mısınız?”
- “Acil ise faks çekerim, değilse mektup yazarım” dedim. Yanındaki polis tırnaklarını kemiriyordu.
“Siz sosyal medyada da yoksunuzdur. Ne Facebook’ta sayfanız vardır ne de Twitter hesabınız” demişler. Sonra da ısrarla sormuşlar. “Neden, kimden saklanıyorsunuz?”
Soruşturdukları yerlerden ifadesini doğrulayıcı cevaplar gelince ona kapıdan çıkana kadar eşlik etmişler sonra da kendisini adının üzerinde yazılı olduğu pankartla bekleyen şoför ve üniversiteli gence teslim etmişler.
- Otelde valizimi ille de taşımak isteyen görevliyi ertesi gün konferans salonunda görünce şüphelendim dedi Emmanuel. Demek kuşkulular listesinden beni silmemiş, aksine ilgileri daha fazla üstümde toplamıştım. İzlenip izlenmediğimi kendi metotlarımla kontrol etmeye başladım. Dalgın profesör rolüne bürünüp hazırladığım kağıtlardan birini bilerek düşürdüm. Hemen eğilip alan onun yanında duran ikinci adamdı. O da taksiden inerken dikkatimi çekmişti. Arabasının aynasıyla oynuyordu.
Böylece izlendiğine emin olmuş.
-Innsbruck havaalanında da VIP gibiydim. Çok önemli kişiymişim gibi çevremde 4 takım elbiseli dolanıyordu. Uçağa binişimi gördükten sonra da İstanbul’da takibi devralacak birilerini ayarlamış olabilirler diyerek Moda sahil yoluna baktı.
Hep birlikte güldük.
Sohbetlerle geçecek üçüncü günü gereksiz bulup İstanbul seyahatini bir gün öne almıştı. Böylece İstanbul’u gezmeye zaman kazanmış oluyordu.
Ertesi gün Kafkasya Üniversiteler Birliği’nin katılımıyla gerçekleşecek sempozyumun özel davetlisi olarak unutulan diller üzerine bir konuşma yapacak, akşam saat 22’de tekrar uçağına binerek memleketi Kanada’ya uçacaktı.
Serbest olan gününe balkonda kahvaltı yaparak başladık. Önümüzde şehir haritası karşımızdaki İstanbul siluetinde göz kararı gösterdiğimiz yerleri sıraya sokarak günlük şehir turu düzenlemeyi amaçlıyorduk. Profesör bizi şaşırtan bir teklifle rotayı değiştirdi.
- Önce elektronik eşya mağazasına gidelim.
İlk durağımız onun isteği üzerine küçük bir telefon ağı bayii oldu. Emmanuel “akıllı insanlar smart GSM kullanmaz” deyip kıs kıs gülerek 80 liraya içinde kartı da olan oyuncak gibi bir cep telefonu aldı.
Vapurla Avrupa yakasına geçip tarihi yarımadayı dolaşıp, Mısır Çarşısı girişinde Bab-ı Hayat lokantasında yemek yerken bir teklif daha geldi ondan.
-Bir de adıma elektronik posta adresi açalım.
Çantamdaki tableti çıkardım, ona profesör titrini de kullanarak bir adres açtım. O da ceket cebinden küçük fihristini çıkardı, bir telefon numarası bulup aradı.
-Marc, ben Emmanuel diyerek Fransızca devam etti. Hayır başkasının telefonundan aramıyorum. Öyle, ben de dijital çağa girmiş oldum.
Sonra da elektronik posta adresini sorup not defterine dikkatle not etti. İlk mesajını İstanbul’da bulunan profesör arkadaşına yollamış oldu.
Atatürk Havaalanı’nda vedalaşırken kimsede artık bir örneği bulunmayan küçük telefonunu cebinden çıkarıp okşadı.
-Bu akılsız alet beni kontrolden saklananlar listesinden kurtaracak dedi gülerek.
-Avusturya polisine göster diyerek onu yolcu ettik.
Çocukluk arkadaşım Leyla merak etmiş sordu.
-Profesörünüz kuşkulular listesinden kurtulmuş mu?
-Nerde… dedim.
Kanada’dan telefon ettiğinde küçük telefonu yüzünden kuşkulu kişi sayılmaktan kurtulamadığı gibi listenin başlarına doğru yükseldiğini söylemişti gülerek.
Avusturya polisi onu yine arayınca uzun süre sorguya çekilmemek için hemen telefonunu göstermiş. Ama pek işine yaramamış. Meğer Taksim’den satın aldığımız telefon Arapça yazılımlı olduğu için öyle ucuzmuş. Polisler “terörist mesajlaşma aleti” olabileceği gerekçesiyle el koymuşlar.
-Profesör demişler, siz unutulan Kafkas dilleriyle ilgilenmeye devam edin. Yaşayan bazı diller bugünlerde pek tehlikeli!
GELECEK HAFTA
DÜNYA TELAŞI
4 Haziran Kısa öykü: Başkasının evi
28 Mayıs Kısa öykü: Adam gibi adam
21 Mayıs Kısa öykü: Ölümsüzlüğe doğru
14 Mayıs Kısa öykü: Light anne sütü
7 Mayıs Kısa öykü: Güzel koleksiyoncu
30 Nisan Kısa öykü: Taşeron evlat
23 Nisan Kısa öykü: Bahtsız Bahri
16 Nisan Kısa öykü: Yarınsız hayatlar
9 Nisan Kısa öykü: Şeytan kadınlar
2 Nisan Kısa öykü: İçimizdeki Tankut
26 Mart Kısa öykü: Evimdeki kara büyü
19 Mart Kısa öykü: Yoksa kardeşim misin?
12 Mart Kısa öykü: Siyah beyaz hayaller
5 Mart Kısa öykü: Bunlar da çok güzel
26 Şubat Kısa öykü: Benim de canım var
19 Şubat Kısa öykü: Bizimkisi asrın aşkı
12 Şubat Kısa öykü: Aşk fırsatları sever
5 Şubat Kısa öykü: Yaşlı ergenler
28 Ocak Kısa öykü: Gölgemin korkusu
22 Ocak Kısa öykü: Mevsimlik Kişilikler
15 Ocak Kısa öykü: Şaşkın Sapık
8 Ocak Kısa öykü: Kadının Böylesi
1 Ocak Kısa öykü: Maziye teessüf
25 Aralık Kısa öykü: Dün gece neredeydin?
18 Aralık Kısa öykü: Ölümüne fren
11 Aralık Kısa öykü: Geçmişe mesaj
4 Aralık Kısa öykü: Elma Dersem Çık
27 Kasım Kısa öykü: Kör Olası Aşk
20 Kasım Kısa öykü: Yıllanan güzellik
13 Kasım: Kısa öykü: Ömre bedel hata
06 Kasım Kısa öykü: Yukarı akıntı
30 Ekim Kısa öykü: Kayıp uçurtmalar
23 Ekim Kısa öykü: Dayının şeridi