Kısa Öykü: Romantik Şair

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

Moda Burnu’ndaki yeni restoranda oluşturduğumuz büyük masanın en dikkat çeken çifti “Romantik Şair” olarak ün yapmış Nazım ile eşi Vildan’dı. Eski arkadaşlar grubumuzdan henüz tatile gitmemiş 5 çift bu güzel yaz gecesinde deniz kenarında oturmuş, nostaljik şarkılar eşliğinde Nazım’a şiirlerini okutuyorduk. İki mısra birinden, bir kıta diğerinden…

-Ne kadar şanslısın diye atıldı Betül, her tartışma sonrası bir şiir yazmıştır Nazım sana. Benimki kuru kuru özür diler.

-Ayıp ettin ama dedi Suat göz kırparak, her seferinde seni gezmeye davet ederim.

-Yahu dedi Haluk, şiir yazmak için illa kavga mı etmek gerekir? Nazım özel günlerde yazıyordur belki.

-Özel, genel diyerek güldü Ahmet, ilham ne zaman gelirse artık...

-Eee dedi Mehmet, bırakın da şairin kendisi ve ilham perisi konuşsunlar.

Nazım tam bir şeyler söyleyecekti, Vildan’ın “hele bir konuş” dercesine bakışları karşısında konuyu kesip attı.

-Bu gecelik şiir okuma faslı kapanmıştır.

Gece her zaman olduğu gibi eski Modalılık, Kurbağalı Dere’de bir önceki yüzyıl başı şairlerin kayık sefaları, Kalamış’tan huzur almaya gelen besteciler üzerine konuşarak geçti.

Eve dönerken kafam Nazım’a takılmıştı.

-Nazım’ın nasıl olup da romantik şair olarak tanındığını bir türlü anlamıyorum dedim.

-Aşk şiirleri yazdığı içindir diye ilgisiz cevap verdi eşim.

-Tamam da aşk şiirlerinde başarılı olduğu pek söylenemez diye üsteledim. Ne bileyim, onun mısralarının daha güzelini hep başka bir yerde okumuşum gibi hissediyorum.

-Normal dedi yeni model bir arabaya başını çevirip bakarak. Her şey eskinin tekrarı da ondan.

Cevabından tatmin olmadığımı sezince de ekledi.

-Aşk üzerine binlerce şiir yazılmış, Nazım yeni ne yazsın?

-Olur mu diye itiraz ettim kendi kendime konuşur gibi, kendininkini yazsın.

Galiba konudan sıkıldığı için duymazlıktan geldi.

Ertesi gün çocukluk arkadaşım Leyla ile telefonda konuştum.

-Ne o dedim bakıyorum eşim gibi senin de aşk konusunda bir fikrin yok.

-Haklı, aşkın cılkını çıkardılar da ondan. Ama…

-Ama Nazım konusunda söyleyeceklerin var gibi…

-Vildan’dan duyduklarım …

-Atlayıp gelsene dedim. Çay kahve seni bekliyor.

-Beş dakikaya sendeyim demez mi…

Leyla gerçekten de çayı demleyemeden yeni kesilmiş, fönlenmiş saçlarıyla balkonda, karşımda yelpaze sallıyordu.

-Öyle bir zamanda telefon ettin ki dedi, Moda’da kuaförde iki saat boyunca birbiri ardı sıra aşk ve ayrılık şarkıları dinlemekten fenalık ha geldi gelecek iken…Hani biri uçarak girip “Ben âşık oldum” dese yere indirip “Kime olduğunu biliyor musun bari?” diyecek kadar deliye dönmüşken…

-Radyoda dinlediğim aşk şarkıları dedim, ille de ayrılık üzerine, çünkü galiba kavuşunca aşk kabul görmüyor…Ne sözleri söz ne müzikleri müzik…Hepsi birbirinden beter…

-Nazım da dedi Leyla, doğru dürüst bir aşk şarkısı yazamadı. Kitapları satılmasına satılıyor da kendisi de şiirlerinden memnun değil. Vildan’a göre yazamaz o.

-İşte dün geceden beri ben de bunun üzerine düşünüyorum dedim. Nedir Nazım’ın sorunu?

-Valla dedi Leyla bunları sana anlatmam doğru mudur bilmem, Vildan anlayacağın, bir gün sırlarını açtı bana. 

-Bu kadar basmakalıp ruhsuz yazmaya devam etmesinin nedeni neymiş, bayağı merak ettim. Ben onun yerinde olsam bir daha okumaktan sıkıldığım şiirlerimi buruşturur atardım, hepsini basket oynar gibi çöp kutusuna…

-Yazamamasının nedeni dedi Leyla, çok basit, âşk hakkında fikri olmaması. Tabii Vildan’a göre böyle.

-Peki Vildan’a mı yazmış bütün şiirleri? O yüzden mi kızgın karısı ona? Yani şiirlerin bana hiç âşık olmadığının en güzel delilleri mi diyor yoksa?

-Hayır hayır diye güldü Leyla. O şiirleri kimseye yazmamış. Yani aşk şiiri yazarken ille de birine yazılır diye düşünmüş ama âşık olacak o kişiyi bulamamış.

-Bu romantik şair karısına da mı âşık olamamış?

-Efendim dedi Leyla bunlar seksenlerde evlenmişler.  Nazım ona evlenme teklif ederken bir de şiir yollamış. Vildan bu şiiri okuyunca bir hoş olmuş. “Benim aşkımdan dili, kalemi tutulmuş herhalde” demiş, bu beceriksizliği kendisinin ilk aşkı olmasına yormuş.

-Değil miymiş?

-Değilmiş, bu şiirin daha sonra orijinalini de bulmuş. Keşke kendi yazmayıp Aragon ’un “Birlikte Uyuyacağız” şiirini yollasaydı demiş.

-Yine de bir şeyler karaladığı için sevinmiş olmalı dedim.

-Evet de ikinci hayal kırıklığına ilk doğumda uğramış. Bu kez o kadar beceriksiz değilmiş ama içinde ilk kez baba olan bir erkeğin heyecanından eser yokmuş.

-Canım dedim, belki Nazım duygularını şiirle iyi ifade edemiyordur.

-O da öyle düşünmüş, ama doğumdan bir yıl sonra ateşli aşk mektupları başlamış. Üstelik Vildan’a hiç benzemeyen esmer bir Roman kadına yazılmış gibiymiş.

-Aldatıldığını mı düşündürüyormuş şiirleri?

-Hem de nasıl…  Vildan lohusalıkta kırmızı kurdelesini fırlatıp, taksiler tutarak onu izlemeye başlamış.

-Zavallı kadın dedim, bebeğini kucaklayacağına kocasının peşinde dolaşıyor desene.

-Ama bütün çabaları boşa çıkmış, çünkü böyle bir kadının olduğunu düşünerek kopardığı kavgalar sonucunda tuhaf bir şekilde ne esmer ne sarışın hiçbir sevgilinin olmadığını öğrenmiş. Hem de evlilik yıldönümlerinde, Büyük Kulüp’te arkadaşları ondan bir şiir okumasını istediklerinde başka bir şairin kötü kopyası gibi sarışın bembeyaz karısının yanında esmer tenli sevgiliye yazdığı şiiri okuyarak.

-Eee dedim hayretler içerisinde, bu adam sadece şiirleri değil şairlerin yaşamlarını da taklit ediyor desene.

-Ama yakın bir arkadaşı “Ne mizahçısın” diyerek taşı gediğine koymuş. “Anladık karına âşık olduğunu gizlemek için başka kadınlar uyduruyorsun ama şu esmer teni beyaz yap da sen de kurtul, karına da yazık, o da rahat olsun” demiş ama bunu Vildan’dan başkası duymamış.

-Ruh hastası mı bu Nazım?

-Bence biraz var onda. Vildan o gün yaşadıklarına o kadar hiddetlenmiş ki hemen boşanmak istemiş. Bu Nazım ayaklarına kapanmış. Vildan’a ne kadar âşık olduğunu göstermek için bir defter dolusu şiir yazmış. Vildan’a göre hepsi de birbirinden berbatmış.

-O da boşanmaktan vaz geçmiş tabii…

-Aynen öyle olmuş. Zaten daha önce de başka vakaları varmış. Ünlü bir şairin sevgilisine aşk şiirleri yollamış, kadın ona yüz vermediği gibi bunun şiirlerini diğer şaire gösterince o da Nazım’ı bulundukları edebiyat kulübünden bir daha adımını içeri atamayacak hale getirmiş.

-Bir başka sefer de yaşayanlar tehlikeli oluyor deyip Edgar Allan Poe gibi ölmüş karısına şiir yazmak istemiş. Ama karısı Vildan hayatta. O da “Ölü bir sevgilim olsun böylece hem Vildan benden boşanmaz hem de kimse beni bir yerden kovdurmaz” kurnazlığına girip mezarlıklar dolaşmış ve birkaç yıl önce ölen bir kadını bakımsız mezarından ziyaretçisinin de olmadığına hükmedip seçmiş. İsminin Annabel Lee şiirine yakın olmasına da ayrıca sevinmiş.

-Neymiş adı? diye sordum

-Aynur Belli diyerek bir kahkaha attı.

-O ölüye mi şiirler yazmış?

-Evet, onu takip ederek mezarı da bulunca… Vildan bile bu kez inanmış.

-Sonra?

-Sonra kadının akrabaları bir gün mezarı yeniden yaptırmak üzere mermerci ile geldiklerinde bunu kadının yanı başında ona şiirler yazarken görünce kavga kopmuş, koca az daha Nazım’ı öldürüyormuş. Masum karısının hatırasını kirlettiği için, iyi mi…

- Vildan da yine affetmiş tabii Nazım’ı. Romantik şair bu sefer ne diller dökmüş onu merak ettim dedim.

-İşte “Psikolojim bozuldu, hatalıyım ama görüyorsun sevgilim olmadı, başka sevgili aradığım yok, ben kötü de olsa bir şairim, hisliyim ve sana aşığım” falan….

-Vildan da yarı psikolog zaten…

-Öyle de Vildan’ın da sinirleri bozulmuş ve psikiyatriste gitmesini şart koşmuş. “Olmayan kadınlardan sevgili yaratma hastalığından kurtulacaksın artık” demiş.

-Ama Nazım psikiyatriste de gitmemiştir.

-Nereden bildin? Gidiyorum demiş ama bir kere olsun önünden geçmemiş. Bunu da öğrenen Vildan’a bu kez gerçek itirafta bulunmuş. “Ben hasta değilim. Bütün bunları tanınmış bir şair olmak için yapıyorum” demiş. Gençliğinde çok Atilla İlhan okumuş, “Ne kadınlar sevdim, zaten yoktular” mısralarını örnek göstermiş.

-Öyle mi anlamış? diyerek güldüm.

-Bilgisayarında yarattığı dosyayı delil olarak göstermiş. Tüm yerli yabancı şairlerin sevgilileri ile ilişkilerini ve onlara yazdığı şiirleri toplamış o dosyada. Yani âşık olmayan şairlerin şiir yazamayacağına inanmış bir kere, onların hayatlarını inceleyip onlar gibi yapmaya çalışıyormuş.

-Tamam da romantik şair olarak tanınmayı nasıl başarmış?

-Bu şiirlerini kitap olarak kendi olanaklarıyla bastırınca, bir televizyoncu arkadaşının sayesinde ekranda görünmüş. Kameraların karşısında bakışları birden şehlalarmış, ekranda tuhaf bir şekilde romantik bir görünüm vermiş.

-Ün aşkı işte, ekran seviyor dedim.

-Öyle böyle, ekran yüzü olarak iyi durmuş, bir de çikletlerden çıkan şiirler gibi bir aşk şiiri okumuş. Hani fonda müzik ile birlikte bir şiir okuma modası var ya, ona da arkadaşı arkadan enstrümantal tanınmış aşk şarkıları koydurmuş. Nazım da coştukça coşmuş.

-Vildan da şaşırmıştır kocasındaki bu değişikliğe.

-Evet bu kez tutturmuş.

-Onun için  Vildan restoranda konuşup da olmayan sevgililer yaratmasın diye susturdu onu.

-Dahası var deyip Leyla bombayı patlattı.

-Nazım’ın adı bile Nazım Hikmet’ten almaymış.

-Deme!

- Ona göre kendi adıyla dünyada şair olunmazmış, anlayacağın gerçek adı pek romantik değilmiş…

-Gerçek adı?

- Cafer imiş…

GELECEK HAFTA

KOÇUM BENİM 

20 Ağustos Kısa öykü: Eli öpülecek damat

13 Ağustos Kısa öykü: Her şey dahil tatil köyü

06 Ağustos Kısa öykü: Konum at geliyorum


30 Temmuz Kısa öykü: Kibar Feyza

23 Temmuz Kısa öykü: Çekirdekten yetişme