Kısa öykü: Renginar'ın falları

Rüya Ersina Uygur / ersinaru@gmail.com

Havalar soğumaya başlamış üstümüzde ceketlerle son balkon kahvelerimizden birini içiyorduk. Fincanı ters kapattım.

-Artık bir falıma bakarsın. 

-Ben bakmadan söyleyeyim dedi eşim. Bankadaki hesabın yavaş yavaş eriyecek. Geleceğin yoksulluk içinde geçecek. 
-Nedenmiş o? diye sordum sahte bir merakla.
-Çünkü paralarını o karanlık geleceğini hazırlayacak falcıya vereceksin
-Yağma yok dedim gülerek, herhalde sana fal parası vereceğimi sanmıyorsun? 
-Tabii ki bana vermezsin dedi eşim. Karşımıza taşınacak Baba Vanga ertesi gün başına geleceği söylesin diye her gün kahve üstüne kahve içecek, kapısına avuç dolusu paralar döküp fal baktıracaksın. 
-Baba Vanga, hani o her kehaneti çıkan Bulgar kadın mı geliyor karşımıza? Öleli yirmi yıl oluyor!
-Tamam Baba Vanga değil ama bir Bulgar falcının geldiği doğru. Adı Renginar Gospodinova.
-Sen nereden biliyorsun? diye inanmaz sordum. 
-Ziline kocaman yazmış, görmedin mi? Bak,  gazetelere de ilanını vermiş.  Bir fal 500 avro ’ya!
-Yok artık, dedim, kim verir ona 500 avro?
-Geleceğini bilmek isteyen herkes!
-Sen mesela ne öğrenmek için 500 avro verirsin? 
-Sayısalın rakamlarını öğrenmek için dedi gülerek. 
-Bilse kendisine saklar dedim ben de oyuna katılarak. 
Sonra şöyle bir düşündüm.
-Aslında kayıp bir kuzenim var. Onu sormak fena olmazdı.
-Demiştim diye gülümsedi başını tabletinden kaldırmadan. İlk 500 avro cepten çıktı bile...
Öğleden sonra bir alışveriş bahanesiyle dışarı çıktım, dönüşte de ziline bakmak istedim. 
-Beni mi arıyorsunuz?
Boğuk bir kadın sesiydi, Balkan aksanlı. 
Suçüstü yakalanmış gibi döndüm.
-Ben…
-Siz dördüncü katın sol dairesinde oturuyorsunuz, kapı komşusuyuz. 
Şaşkın soruverdim
-Daha önce karşılaşmış mıydık?
-Karşılaşmadık ama dedi gülümseyerek, kahvemi içerseniz birbirimizi hemen tanıyıveririz. 
-Memnuniyetle diye atıldım. Torbamı eve bırakıp hemen gelirim.
-Eşiniz nasılsa balkonda tabletinden gazeteleri okuyordur dedi aniden. Torbanızda da bozulacak bir şey yok.
Şaşkın torbam şeffaf mı diye baktım. O beni alaylı bakışlarla süzüyordu.
-Salatalık ve biberlere hiçbir şey olmaz, haydi gidelim. 
İpnotize olmuş gibi onu izledim. Nasıl asansöre bindik, nasıl onun dairesine girdik bilemedim. Bir tütsü kokusu ile birlikte dairemizin ikizi bu evin çok farklı mistik havası beni sarıverdi. Balkondan görünen İstanbul silueti bile kalın mor perdelerle daha gizemli bir görünüm almıştı. Salonun duvarları Flaman duvar halılarıyla kaplanmış, yine patlıcan moru koltuklar ve siyah sehpalar evi oldukça karartmıştı. Kendimi pabuçlarımı çıkarmış, bir koltuğa ilişmiş buldum. Renginar Gospodinova ise siyah tüllerden oluşan şalını omuzuna atıp topuzunu da çözünce simsiyah saçları şalın tülleriyle birbirine karıştı. 
-Nasıl içersiniz kahvenizi?
Bunu soran esmer ufak tefek kadın, yardımcısı olmalıydı.
-Az şekerli lütfen.
Renginar hiç kaçamaksız beni süzüyordu. Bakışları uzun süre gözlerimin çevresinde dolaştı. Sonra ellerimde gezindi, sonra yavaşça ayaklarıma indirdi bakışlarını.
Kahveler gelmişti. 
-Rahat olun dedi derinden gelen boğuk sesiyle. Kahve falınıza bakacağım izin verirseniz ve o çok merak ettiğiniz sorunun cevabını belki de birlikte bu sayede bulacağız.
-Benim merak ettiğim soruyu biliyor musunuz diye sordum hayretle.
-Kuzeninizdi değil mi kayıp olan? Yoksa merak ettiğiniz başka bir şey de mi vardı?
Kendimi tamamen koltuğa bıraktım. 
-Nasıl bildiniz?
-Ben falcıyım.
Sonra falım hakkında söylediklerinden allak bullak kapıdan çıkarken özür diledim.
-Hazırlıksız geldim, birazdan ücretinizi...
Sözümü yarıda kesti.
-Sizinle iyi komşu olacağımızı fala bakmadan da biliyorum, onun için kocanıza söyleyin geleceğiniz o kadar karanlık değil. Sizden para almam.
Daireme girerken arkamdan seslendi.
-Yarın yine beklerim komşu. 
Girişte ayakkabılarımı çıkarttım. Terliklerimi giymeden doğru balkona gittim.
-Kuzenimin nerede olduğunu bildi.
Eşim hayretle baktı.
- Bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde!
-İyi de nerede?
-Adı soyadıyla arayacağız artık. Ama bence izi bulundu. 
-500 avronun izi?
-O hesabımızda kaldı, benden para almayacak dedim gülerek ve onu taklit ederek ekledim, komşu.
-Peki, annemin hastalığını da sordun mu?
-Annenin? diye şaşırarak baktım.
Kayınvalidem öleli üç yıl oluyordu.
Yaptığı işaretlerden falcı komşumuza bir oyun oynadığını anladım, ben de oyununa katıldım.
-Yarın sabah kahve falımda sorarım. Hiçbir doktor bulamadı ama inan onu da bilir.
Eşim sessizce tabletini uzattı. Yaptığı aramalardan komşumuz hakkında hayli ilginç bilgilere ulaşmıştı. Açık duran sayfada Renginar Gospodinova’nın adı ünlü işadamının ölüm haberiyle birlikte geçiyordu. Zengin işadamının ölümüyle iflasının eş zamanlı olduğu Bulgar göçmeni genç ve güzel karısına ise sadece borç bıraktığı yazılıydı. Gazete haberinde üç yıl önceki düğünlerinden bir kare konulmuştu. Komşumuz bu fotoğrafta sarışın sayılabilecek kadar açık renk saçlı, mavi gözlü, akça pakça,  alımlı bir kadındı. Bu sabah karşılaştığım kömür siyahi saçlı, gergin hatlı neredeyse orta yaşlı görünen kadınla doğrusu ilgisi yoktu. 
“Ne zaman fal bakmaya başlamış” diye bir kâğıda yazıp önüne koydum. Kısa bir araştırmadan sonra “kocasının ölümünün ardından, çok değil dört ay önce” yazdığı kâğıdı önüme sürdü.
Ertesi sabah Renginar’ın yardımcısı beni salona aldı. Gelmesini beklerken dairemizle ortak olan duvarı inceledim. Uzun, ince, basık bir büfe duruyordu. Büfenin üzerindeki objelere teker teker bakarken bir huni arıyordu gözlerim. Huni seklinde bir uzun bardak ya da ne bileyim bir vazo...Gereksiz bir sürahi  vardı ortada, demek kulağını dayayıp bizi bununla dinliyordu.
Renginar bu kez rubi bir elbise giymiş, dudaklarını da ayni renkte rujla boyamıştı. Mavi gözlerinin çevresine koyu gri kalemle sürme çeker gibi Arap makyajı yapmış, saçlarını da yine tepesinde toplamış, bir tutamı yandan sarkıtmıştı. 
-Kahve içer misiniz? diye sordu yine yardımcısı.
Renginar’a baktım. O gülümseyerek başını salladı. 
-Memnuniyetle dedim. 
-Bu kez neyi öğrenmek istiyor komşu diye sordu Renginar. Kocanızla ilgili olsun mu?
-Olsun dedim meraklanır gibi yaparak. 
-Annesi mesela dedi, öleli üç yıl oluyor ama o hastalığında yanında bulunamadığı için hâlâ kendini suçluyor. 
Şaşırmıştım. Renginar yazdıklarımızı okumuş olamazdı. Peki annesinin üç yıl önce öldüğünü nasıl bilmişti? 
Bu sorunun cevabını akşam çöpünü almaya gelen kapıcımızın karısı Nurgül’den öğrendim. İçeri davet ettiğim Nurgül karşı komşunun yardımcısının çok geveze olduğunu, kendisinin kiracılarla ilgili ağzını aradığını, hatta eşimin annesinin hasta olup olmadığını bile sorduğunu anlatınca hemen cevabı söyledim.
-Tabii sen de onun üç yıl önce vefat ettiğini anlattın. Mevlut için bize yardıma gelmiştin. Eşim ise cenazeye zar zor yetişmişti,  bir uzak doğu gezisindeydi, bunları anlattın, değil mi? 
-Yoksa siz de mi falcılığa başladınız diye gözlerini açarak hayretle baktı, bunları nereden biliyorsunuz? 
-Ben bilirim dedim kendime gizemli bir hal vererek. 
Birlikte güldük. 
Ertesi sabah Renginar’ı  bize davet ettim. Gök mavisi güzel bir elbise giymiş, saçlarını da dalga dalga omuzlarına bırakmıştı. Aydınlık salonumuzda onun gençliği de ortaya çıkmıştı.  
-Bu kez ben size kahve yapacak ve falınıza bakacağım dedim.
Önce kuşkulu yüzüme baktı sonra geniş bir gülümseme kapladı yüzünü. 
-Tereciye tere satmak mıydı, bakın bakalım dedi siz benden üstünseniz, elinizi öperim.
Fincanlar kapanana kadar havadan sudan,  diğer apartman sakinlerinden bahsettik.  Kafasında not alıyor gibi beni dikkatle dinliyordu.
Sıra fal bakmama gelince mavi iri gözlerini alaylı  gözlerime dikti. 
-Siz dedim genç yaşınıza çok olaylar sığdırmışsınız. 
Gülümsedi.
-Genç yaşta iki kez evlenmiş...
-Doğru değil diye kahkaha attı.
-Birincisi resmi değil ama bir cocuğunuz var ondan, neredeyse ergenliğe girecek, ikincisi resmi evliliğiniz ama kocanızı kaybettiniz,  dul kaldınız.
Gözlerini indirdi.
-Yeter devam etmeyelim dedi.
O gün Renginar benimle sırlarını paylaştı,  güle ağlaya başından geçen inanılmaz olayları birbiri ardına anlattı. Bulgaristan’dan çalışmak için geldiği Türkiye’de tanışmış kocasıyla. Bir masal gibi bütün sorunları bitivermiş, oturumunu almış, çocuğunu güzel bir koleje yazdırmış, tamamen muradına ermiş. Ama  birden kocasının işleri bozulmuş, üstüne üstlük bir de o acımasız hastalık gelince kocasıyla birlikte herşeyi kaybedivermiş. Tam yanındaki Kayserili yardımcısına da yol verecekken, “gitmem ben” demiş vefalı hizmetçi. Renginar “ben sana paranı ödeyemem, kendimi bile nasıl doyuracağımı, oğlumu okutacağımı bilmiyorum, seni nasıl alıkoyayım” demiş ama hizmetçisi  “ben sana bakacağım” deyip, evlere temizliğe gidip, parayı ona vermeye başlamış. Renginar bu paranın yetmeyeceğini ona anlatmaya çalışmış, “yok” demiş sonunda” sen gitmiyorsan ben giderim Bulgaristan’a”. Kayserili hizmetçi bu kez yolunu kesmiş, “güzel bir fikrim var” demiş. 
O gün bugündür falcılık yapıyormuş Renginar. Kayserili hizmetçi temizliğe gittiği villalarda kapıları dinliyor not alıyormuş duyduklarını. Renginar da o villalara  kartını yolluyormuş onu tanımaz gibi. Sonra da hizmetçisinden duyduklarını kahve falında bir bir söyleyince namı  yayılmaya başlamış. 
-Yanındaki yardımcın mı o? diye sordum.
-Hayır dedi, bu hizmetçimiz, o ise akşamları geliyor,artık can yoldaşım. 
-Hâlâ temizliğe gidiyor mu? diye sordum. 
-Elbette dedi yoksa nasıl  500 avro isterim insanlardan, o haber getirecek ki...
Beraber oturabilmek için İstinye’den  Moda’ya bu apartmana taşınmışlar. Birlikte görünmemek için...
-Peki dedim Renginar’a, bizim evde konuştuklarımızı hem dinledin, hem de kapıcıdan hakkımızda bilgi topladın. Böylece kuzenimi araştırdın, kayınvaldem konusunda kurduğumuz tuzağa düşmedin. Torbamdaki birber ve salatalıkları nasıl bildin?
-Manavda arkandaydım dedi gülerek.
O da bana merak ettiği konuyu sordu.
-Hadi Türkiye’deki evliliğimi  gazetelerden öğrendin. Çocuğumu nereden bildin?
-O da benim falcılığım dedim gülerek. 
Sonra dayanamadım söyledim.  Yaşına baktım 30 yaşına gelmiş çocuksuz bir Bulgar kadın pek bulunmaz dedim. 
Akşam çocukluk arkadaşım Leyla’ya anlattım telefonda.
-İyi atıp tutmuşsun dedi. 
-Yarın Renginar’da fal partisi var, gelsene sen de dedim.
-Falcı değilmiş ki diye itiraz edecek oldu.
-Ne demişler diye hatırlattım, fala inanma, falsız da kalma!

29 Kasım kısa öyküsü:  Karanlıkta şişe tıkırtıları
15 Kasım kısa öyküsü: Bitmeyen öpücük
8 Kasım kısa öyküsü: Hırsızın profesörü
01 Kasım kısa öyküsü: Soğuktan gelen kaset
25 Ekim kısa öyküsü: Kontör sevgilim
18 Ekim kısa öyküsü: Hayatı sıfırlamak…