Kısa öykü: Mutlu kebap

RÜYA ERSİNA UYGUR
ersinaru@gmail.com

-Bu Kurban Bayramı beni kimse tutamaz, balkonda mangal yapıyoruz.

Oldukça kararlı, elindeki yeni aldığımız çöp şişleri sallıyordu.

-Tamam dedim eşime, biz üçüncü geceye çağıralım.

Kâğıt üstüne çift çift arkadaşları sıralarken Selvi’de takıldım.

-Vejetaryen Selvi’yi ne yapacağız? Bırak et yemeyi, etin pişirilişini görmeye tahammülü yok. Devirir valla mangalını. Öyle hayvan dostudur.

-Yediririm ben dedi yüzünde muzip bir gülüşle.

-Nasıl?

-Mutlu kebap deriz, olur biter.

-Nasıl mutlu kılacakmışsın kebabını?

-Bir kahveye anlatırım.

Balkonda yerlerimizi almış, kahvelerimizi yudumluyorduk o tabletinden gülen bir dananın videosunu gösterdi.

-Ya da bu dedi.

Bir koyun sırtüstü devrilmiş, gıdıklanıyormuş gibi çılgınca meliyordu...

-Ne yapmışlar bu hayvanlara dedim ben de bir kahkaha atarak. Mutluluktan gözleri baygın…

Bu görüntüler ‘Mutlu Hayvanlar Çiftliği’ndenmiş.  Japon sığırı Wagyu’nun etinin masajla daha lezzetli hale geldiğini fark eden Avrupalılar işi daha da ileri götürüp hayvanlara özel otlar sunmaya, onlara özel yağlarla masajlar yapmaya başlamışlar. Hayvanlar şımartıldıkça mutluluktan yerlerde debeleniyor, hatta onların bu oyunlarına klasik müzik eşlik ettirilerek izleyenler hayran bıraktırılıyormuş.

-Sonuçta kesiliyorlar ama değil mi? diye lafını kestim.

-Evet mutlu bir yaşam sürdükten sonra her canlı gibi onlar da…

-Yok onlar ecelleriyle ölmüyor, kesiliyorlar yine sonunda, değil mi? Selvi soracak nasılsa.

-Tabii ki kesiliyor. Doğada da öyle değil mi? Aslan semizotuyla mı besleniyor sanıyor Selvi?

-Merak etme diyerek beni yatıştırdı sonra. Selvi için öyle bir hazırlık yapacağız ki evde. Hatta ta apartmanın girişinden başlayarak…

Kurban Bayramının üçüncü gecesi balkonda mangalı yakmış, etler şişlerde, şişler buzdolabında evi son kez gözden geçiriyorduk. Mutfaktan kebapçı kokuları geliyordu. Maydanozlu, sumaklı soğan salatası, közlemek üzere ikiye bölünmüş domatesler, acı ve tatlı, ayrı ayrı sivri biberler, isotlar…

O sırada eşimi CD seçerken gördüm.

-Mozart yok mu bizde? diye soruyordu. Hani iki Belçikalının özel bir gösterisinde almıştık…

-Ne yapacaksın Mozart’ı dedim. Şöyle bir Müslüm Baba’nın “İtirazım Var”ı, ya da Orhan Abi’den “Batsın Bu Dünya” ile gider bu güzel kebaplar.

https://www.youtube.com/watch?v=CNfbbAtr-_4

O Mozart’ın Don Juan, “Opera buffa” diye adlandırdığı komik operasını üstelik de iki komedyenin yorumuyla bulmuş, bir de görüntülü çalıyordu.  

-Mozart’ın eserleri ağrı kesici, terapi müziği gibi kullanılıyor. Selvi’ye söyleyeceğiz hayvanlarda da olumlu etki etmiş dedi gülerek.

-Üstelik bu seçtiğin vodvil tiyatrosunun uyarlaması yemekle ilgili, değil mi?

-Elbette dedi kurnaz bir gülüşle. Baba oğul Mozart’lar yemek sanatı üzerine atışarak opera yaratıyorlar.

Bir mutfağa, bir videoya göz atarak güldüm. Makarna ile pizza üzerine birbiriyle atışan tenorlar biber, tuz atışlarını bile anlatıyorlardı. Sosislerden bile bahsediyorlardı anladığım kadarıyla.

https://www.youtube.com/watch?v=aiNDcJ7x30w

Zil çalınca hemen dağılan CD’leri topladım. Diyafonda ilk gelen çift Kübra ile Haluk’un başları göründü.  Kapıdan girdiklerinde ikisi de kahkahalarını zor tutuyorlardı.

-Ne bu? dedi Haluk, kurbanının öyle bir reklamını yapmışsın ki tüm Moda buraya dolacak.

-Selvi içindir diyordu Kübra Haluk’u dürterek. O azılı bir vejetaryen!

Yine zil, ikinci çift de hemen asansörle gelmişti. Suphi ile Fitnat kapıdan girer girmez sordular.

-Neyin peşindesiniz siz?

Bir kahkaha da onlarla patlattık.

-Sahi diye sordum, ne var aşağıda? Sabahtan beri apartmanın duvarlarına bir şeyler astığını biliyorum da bir inip bakamadım.

 O sırada Sıradan Seyfi ile Canan asansörde göründüler.

-Git hemen bak dediler. Kebabı yiyince bu hayvanların mutluluğu bize de bulaşır inşallah.

Aşağı inmek için asansörü çağırdım. İçinden çocukluk arkadaşım Leyla ile eşi Mehmet çıktı.

Onlar da gülümsüyorlardı. Mehmet içeri girerken bir sır verir gibi söyledi.

-Arkadan Selvi geliyor!

Hemen aşağıya, karşılamaya basamakları ikişer ikişer atlayarak indim. Eşim diyafondan görüp ona kapıyı açmış olmalıydı. Apartmanın girişinde hayretle Belçika’daki “Mutlu Hayvanlar Çiftliği” hakkında çıkan gazete kupürlerini okuyordu. Ne zaman yabancı basında çıkan övgü yazılarını bulmuş da kolaj yapmış, bir de çevirisini eklemişti!

-Ay dedi Selvi, görüyor musun, Batılılar nasıl değer biliyorlar. Bizde bağırta bağırta keserler,  orada hayvanları mutlu etmek için özel çiftlikler kurmuşlar.

Erken konuşmuştu. Asansöre yakın eşimin ikinci afişinde aynı çiftliğin kasap dükkânı gösteriliyordu. Altına da “hayvan dostları bu mutlu yaşamış hayvanları gönül rahatlığıyla yiyorlar” başlığıyla ünlü hayvan dostu örgüt elemanlarının fotoğrafla onayı veriliyordu.

-Hayvanların mutlu yaşamış olduğuna inansam, ben de yerdim dedi Selvi.

Yine bir şey demedim. Asansörde en vurucu afişimiz asılıydı. Gülen bir koyunun yanında bir mangal görünüyor, koyun da sanki eti üzerine mutluluk garantisi veriyordu.

Selvi gülmesini tutamayarak bir küfür savurdu.

-Söyle o kocana dedi, benimle uğraşmasın, mangalını başına geçiririm.

İçeri girdiğimizde Selvi’nin tepkisini görmek için salondaki tüm başlar döndü.

-Boşa çaba diye bağırdı Selvi onlara, ben “tartin”imi getirdim.

-O da ne? diye merakla sordular. Neyini getirdin sen?

-Belçika usulü iki dilim ekmek arası, biz güzel kebapları yerken, o artık ne koyduysa içine diye seslendi eşim mutfaktan, onu yiyecek.

-Senin işbirlikçi koyunlarından iyidir diye cevapladı Selvi.

-Kimin işbirlikçisi? diye sordu Sıradan Seyfi.

-O hayvan sever geçinen kurum da öyle, amaç vejetaryenlerin direncini kırıp onlara et tükettirmek.

-Aman dedi Haluk bir kişi az tüketsin da ben iki misli yiyeyim Bunun için her türlü işbirliğine razıyım.

Kahkahalar arasında Selvi de diğerleriyle birlikte balkonda masadaki yerini aldı. Eşim mangaldaki ateşi körüklü pompayla alevlendirirken ben başlangıçları tabaklara servis etmeye başladım. Selvi’ye ikinci böreğini koyarken takılmadan edemedim.

-Sana torpil geçiyorum dedim. O nefis “tartin”ini yemeye fırsatın kalmasın diye.

Eşim de sofraya otururken şişleri mangala dizmiş, boş kalan yerlere domates ve biberleri oturtmuştu bile.

-Koku dayanılmaz! dedi Leyla göz ucuyla Selvi’ye bakarak.

Eşim de CD çalara giderken bana göz kırptı. Mozart’ın eserini koyacağı yürüyüşünden belliydi.

-Bu ne diye itiraz etti Sıradan Seyfi, Kurban Bayramı’nda kebabını klasik müzikle dinleyen ilk grup biziz herhalde.

-Bazıları bayılır Mozart’a dedi Haluk Selvi’ye yan yan bakarak. Batıcı, ince zevkli biri klasik müzik dinler, hayvanlara kadar tüm canlıları sevse de arabeske dayanamaz, kırmızıçizgisidir onun. O pide yemez, pizza tercih eder…

Selvi kızmış görünmeye çalışıyor, o da gülmemek için kendini zor tutuyordu.

-Bu müzik diyerek Haluk’u susturdu eşim, kurbanımız koyunun hayattayken hep dinlediği parçaymış. Mozart’ın bu operasıyla bırak koyun, keçiyi, sığırlar bile neşeleniyorlarmış.

-Bir dakika dedi Selvi, sen bu eti Belçika’dan o mutlu falan denilen hayvanlar çiftliğinden getirmedin herhalde. Senin kurbanın neden mutlu oluyormuş ki?

-Benimki dedi eşim Belçika’daki çiftlikte yaşayanlardan da mutluydu. Çünkü bir de Türkiye’de özel kekiklerle beslendi. Ayrıca benim koyunum “alkol free”. Yani Belçika’dakiler gibi sarhoşluktan gülmüyor, o gerçekten mutlu!

-Türkiye’de de “Mutlu hayvanlar Çiftliği” var deme, inanmam.

-Var, internetten ara, görürsün.

-Neredeymiş peki?

-Polonezköy’de.

-Sen bu koyunu oradan aldın, öyle mi?

-Hayır dedi eşim, ben bu koyunu butik çiftlikten aldım. Çok özel olarak kurbanlık koyun olarak bir arkadaşımın bahçesinde özenle beslendi.

-Nasıl özel diye sordu dalga geçerek Selvi, masaj yapıldı mı?

-Yapılmaz mı? Antibiyotik yerine değişik yağlarla yapılan bir masaj bu. Koyun bir yayıldı iki aydır, sorma öyle mutlu bir kebap yiyeceğiz bu gece, mutlu koyunun budundan, kolundan.

-Bu saçma parça ne çaldığın peki? diye sordu Suphi, Mozart’ın eserini bozmuşlar.

-Mozart’ın mutlu kebap konçertosu! diye bağırdı Haluk.

-Neyin peşindesiniz siz? diye gülerek başını sallıyordu Suphi.

-Yahu dedi Sıradan Seyfi, bizim kaval koyunları mutlu etmeye yetmiyor mu?

-Çok sesli müzik abi! diye atıldı eşim…

-Bizim köyde bir Safiye vardı, ağzına et koymazdı diye lafa girdi Haluk.

-Yeter ama diye peçetesini atarak ayağa kalktı Selvi. Kızdırmak için mi beni çağırdınız?

Gidecek zannettik hepimiz bir ağızdan özür üstüne özür diledik. Elinden kolundan tuttuk, ona yalvararak oturtmaya çalıştık.

-Yeter dedi, hepiniz bir olmuş üstüme geliyorsunuz.

Yine hep birlikte en tatlı seslerimizle onu yatıştırmaya çalıştık.

-Bir de rahat bırakın beni, boğulacağım aranızda.

Kapıyı çekip gidecek korkusundan hemen yerlerimize döndük.

- Getirin şuradan bir şiş dedi, deminden beri börek, yeşil fasulye…

Şaşkın hemen bir şiş getirdik.

Şişin içindeki leziz et parçalarını lavaşına koyarken hâlâ etrafına sert bakışlar atmaktan vazgeçmiyordu.

Suphi “Neyin peşinde bu?” diyecekti, Fitnat onu susturdu.

-Asıl ben sizinle eğlendim dedi. Doktorum bana ilaç gibi günde bir şiş verdi dedi. Vejetaryenlikten kaslarım erimiş. Bu arada Allah kurbanınızı kabul etsin!

Hepimiz gülmeye başladık. Meğer Selvi altı aydır et yemeye başlamış, bizim haberimiz yokmuş.

-Ama dedi gülümseyerek çabuk bitirelim kebapları, birazdan Aydın gelecek o hâlâ vejetaryen, haberiniz olsun!

GELECEK HAFTA

HANIMEFENDİNİN KÜFÜRLERİ

04 Eylül 2016 Kısa Öykü: Yakışıklı, Genç ve Akıllı

28 Ağustos Kısa öykü: Çakma turist İstanbul'da

21 Ağustos Kısa öykü: Yaşamı değiştiren o an

14 Ağustos  Kısa öykü: Neyin peşinde

07 Ağustos Kısa öykü: Her gece saat onda