Kısa Öykü: Mevsimlik Kişilikler

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

-Ne Ferhunde imiş adı ne de Suzan.

-Ya neymiş?

-Ayşe!

-Sen anlatıyorsun da bunların hiçbiri inanılacak gibi değil.

-Biraz önce televizyon gösterdi ya dedim. Suzan olarak tanıdığımız karşı daire komşumuz meğer kış aylarında buradan kayağa gidiyorum diye ayrıldığında Fatih’in Çarşamba’sındaki ahşap evine yerleşiyor, kara çarşaflara bürünüyormuş.

-Orada herkes onu Ferhunde olarak tanıyor, öyle mi?

-Evet, Ferhunde komşu kadınları toplamış evine, Kuran’dan değil, kendi bulduğu kitaplardan her derde deva duaları fotokopiler yapıp dağıtıyor. Başı ağrıyana ayrı, kocası ağlatana ayrı, çocuksuza, ağır hastalara ayrı ayrı…

-Alternatif tıbba bile karşı bir kadın dedi eşim, başı ağrısa profesöre görünen…

-Moda’da öyle. Fatih’te ise etrafa üfürüp duruyormuş.

-Peki ama neden?

-Herkes aynı soruyu soruyor…

Suzan ve Ferhunde takma adlarıyla yaşayan, gerçek ismiyle Ayşe’nin mevsimlik kişilikleri Çarşamba’da bir otobüsün taksiye çarpması sonucunda ortaya çıkmıştı.

-Bak bu kez de taksi şoförü konuşuyor dedim hemen televizyonun sesini açarak.

“Bir an dikkatim dağıldı. Bu hanım yanındaki torbadan kara çarşaf çıkarıp üzerine geçirince ne oluyor diye aynadan bakarken otobüs benim şeride geçivermiş, öndeki arabayla çarpışmış, ben de onlara vurdum.”

“Nereden aldınız yolcunuzu?” diye sordu gazeteci. Taksi şoförü “Havaalanından” deyince şaşkınlıktan ağzımız açıldı.

-Bir ajan mı yoksa bu kadın? Taksi içinde örtünmeler…

Gazeteci yine soruyordu. “İç hatlardan mı geliyordu, dış hatlardan mı?”

-Dış hatlardandır dedi eşim de taksi şoförüyle birlikte.

Sonra da bana dönüp “Gördün mü?” dercesine başını salladı.

-Ajan bu ajan!

Koltuklara yerleşmiş Suzan’ın kimliğini televizyondan aldığımız  son haberlerle çözmeye çalışıyorduk ki aralık kapıdan kapıcımızın karısı Nurgül başını soktu.

-Girivereyim mi?

-Gel dedim, bak Suzan’ı gösteriyor televizyon.

-Televizyona ne bakıyorsunuz, biraz önce polisler geldi apartmana.

-Ne diyorsun? diye koltuğumdan fırladım. Biz nasıl duymadık?

-Gizli geldiler dedi Nurgül, Ahmet’e bir kâğıt gösterdiler, savcılıktanmış!

-Öyleyse içeri de girdiler dedi eşim.

-Girdiler, Ahmet’i de şahit olsun diye yanlarına kattılar.

-Peki bir şey alıp götürdüler mi?

-Küçük bir bilgisayarı varmış, bir de birkaç mektup, reklam gibi bir şeyler.

Eşim yine “ben dedim” gibilerden bir bakış fırlattı.

- Suzan Hanım’ın bir sırrı var herhal dedi Nurgül başörtüsünü çekiştirerek. Çarşamba’da saklanıyor bence.

-Kimden saklanıyor sence? diye sordum ben de.

-Ne bileyim, bizim köyde bir Çıtçıt Halime vardı, o ortalıktan böyle kayboluverirdi. Aramadık yer bırakmazdık, sonra gülerek çıkardı iki köy ötedeki teyzesinin evinden. “Kız ne ettin?” derdik, “Kafamı dinledim” derdi. Kocası da kızmazdı da biz de ona şaşardık. Meğer o bilirmiş, bizim Çıtçıt Halime teyzesinin evinde herkesten gizli çorap örermiş bir tüccara. Biz de öğrenip yapmayalım diye saklanırmış oralarda.  

-Suzan da öyle bir iş çeviriyor diyorsun.

-Yoksa niye iki ev tutsun?

Nurgül gidince ardından bir düşünce aldı bizi. Suzan nasıl bir iş çevirebilirdi?

Akşamın alışverişi için sahil yolundan yürürken Suzan’ın mevsimlik kişiliklerine uygun olarak Asya’dan Avrupa’ya iki yakadaki paralel yaşamı üzerine kafa yorsam da nafileydi. Elimde yeterli veriler olmadan bu sırrı çözemeyecektim.

Kadıköy çarşısındaki balıkçılardan iki çupra ile köşedeki manavdan da kıvırcık salata, roka, yeşil soğan, turp aldım.

Kafam Suzan’da, elimdeki torbaları sallayarak Moda Caddesi’nden evimizin çıkmazına girince gördüğüm kalabalıktan ürktüm. Tüm haber kanalları evin önünü dizi setine çevirmişler, spikerler Suzan’ın Moda’da yaşadığı apartmanı tanıtıyordu. Allahtan sonuna rastlamışım, onlar da kameraları toparlayıp arabalarına atlayıp hareket edince geri dönmekten vazgeçtim.

Nurgül heyecanlıydı.

-Evinize girmek istediler, olmayınca üst kattan çekim yaptılar dedi.

Akşam haberlerinde Suzan ya da Ferhunde, artık onu nasıl çağıracağımı bilemiyordum, gerçek adıyla Ayşe’nin iki kişilikli yaşamını ekranı da ikiye bölmüş şekilde veriyorlardı. Bir karede Moda’da dondurmacıdan başlayarak Deniz Kulübü’nü, geceleri artık hiç ağaçlardan kalkmayan ışıklı fenerleri, sokak çalgıcılarıyla Moda Caddesi’nin modern hayat tarzından örnekler sunan kalabalığını gösteriyorlardı.

Diğer karede Fener Patriğinden yukarı kıvrılarak Çarşamba’ya girişte başlayan  çarşaflı kadınlarla sakallı her yaştan erkeği, kuran kursuna giden çocuk gruplarını, dar sokaklardan birinin içindeki Modalı Suzan’ın Çarşambalı Ferhunde’ye dönüşmüş haliyle ikamet ettiği ahşap evini tekrar tekrar yayınlıyorlardı.

Haberciler iki yaşam tarzını bir insanda bulmanın iştahıyla iki semtin zıtlığını ortaya koymakta birbirleriyle yarışıyorlardı.

Moda’daki komşularından onu Suzan olarak tanıyan birkaç kişi “Ne işi var Çarşamba’da?” diyerek hayretlerini belirtirken geçirdiği trafik kazasını da kuşkuyla karşıladılar.

Çarşamba’daki komşuları Ferhunde ismiyle tanıdıkları bizim Suzan’ı “Moda’da kime dua satar ki” diyerek bu semte uygun görmediler.

-Nasıl yani dedim eşime Çarşamba’dakiler onu bir satıcı gibi mi görmüşler?

-Dinle dedi eşim konuşan bir sakallı adamı göstererek.

“Bizim Çarşamba’ya herkes gelir” diyordu elindeki tespihi sallayarak. Aşağıda zaten Fener Patrikhanesi var. Onlar dualarını orada yaparlar, biz burada. Çarşaf giymek kolay. Mesele kıbleyi bulabilmekte.”

Program da bu sözlerle bitiverdi.

Akşam çocukluk arkadaşım Leyla aradı telefonla.

-Hayırdır diye dalga geçti, sizin apartman yine magazinlik olmuş?

-Sorma dedim, kadın yılın yarısını İstanbul siluetine baka baka geçirmiş, diğer yarısını da oradan bize bakarak…

-Nerede peki şimdi? diye sordu.

-Hâlâ yoğun bakımda.

-Hayret değil mi, otobüsün içindekiler küçük sıyrıklarla atlatmışlar, arabadakilere bir şey olmamış. Taksi şoförü ayakta, o yoğun bakımda.

-Öyle dedim, televizyonlar da onun sağlığından çok karşıt yaşam tarzlarıyla uğraşıyor.

Ertesi gün nihayet Moda’da Suzan, Çarşamba’da Ferhunde kimliğiyle yaşayan, gerçek ismi ise Ayşe olan karşı daire komşumuzun sağlık durumuyla ilgili ilk bilgiler gelmeye başladı. Hayati tehlikeyi atlatmış ama kendi isteğiyle özel bir odada kimseyle görüştürülmeden yatmaya devam ediyormuş.

Akşam çöpünü almaya yine Nurgül geldi. Pabuçlarını hızla çıkarıp içeri girdi.

-Ay, ay, Suzan hanımın yüzünü kesip biçmişler dedi.

-Nurgül, ne diyorsun, kim yapmış?

-Valla bakkalda konuşuyorlardı, Çarşamba’da onu daha çarşafını giyemeden görünce…

-Olur mu öyle şey dedim kızarak, kaza olmuş, insanlar perişan, o anda Suzan’ın çarşafını kim düşünür? Görmedin mi herkes yardım etmeye çalışıyor.

-Doğru da dedi, böyle bir şey olmaz, değil mi?

-Olmaz öyle şey de sen Suzan’ın yüzünü nerede görmüşler onu anlat.

-Hani kuşlu bir şey var ya.

-Twitter mı? diye sordum.

-Onda işte. Şimdi Facebook’ta da paylaşıyorlar.

-Boşver sosyal medyayı dedim, onu ziyarete giden varsa, onu söyle.

Sosyal medyada bu paylaşım öyle yayılmıştı ki sonunda doktoru açıklama yapmak zorunda kaldı. Basın toplantısında profesör A.Ç  “hastamızın özel isteği yüzünden yoğun bakımda bulunma nedenini açıklayamıyoruz. Ama yine hastamızın sosyal medyada kendisi hakkında ileri sürülen ve gerçekle yakından uzaktan ilgisi bulunmayan iddialar üzerine hastalığının kısa bir süre önce yapılan bir ameliyatın trafik kazasında aldığı darbe yüzünden acil müdahaleye gerek duydurttuğunu bildirmemize izin verdiğini söyleyebilirim.

Bu kadar dolambaçlı cümle gazetecilerin de merakını arttırmıştı.  Kaza anından geriye gidilerek sonunda  hastanede yatışının nedeni öğrenildiği  gibi iki değişik yaşam tarzının altındaki sır da çözülmüş oldu.

Moda’daki adıyla Suzan taksiye Atatürk Havalimanı’ndan binmişti. Dış Hatların kapısından çıkan Suzan Amerikan Boeing uçağıyla Philadelphia’dan gelmişti. Onu Philadelphia’da uçağa götüren taksi hastaneden çağrılmıştı. Ünlü hastanede  Suzan  her yıl yenilettiği yüz estetiği için bir haftadır yatıyordu.

-Yüz estetiği mi? diye hayretimi gizleyemedim. O ifadesiz suratı demek sürekli gerdirmekten geliyordu.

Yüz estetiğinin yanısıra son gidişinde saç ekimi de yaptırmıştı.

-Nurgül haklı çıktı dedim, köylüsü Çıtçıt halime gibi 6 ay boyunca çarşafa bürünmesinin bambaşka bir nedeni varmış. Estetik sonrası Çarşamba’da gizleniyormuş. Mevsimlik kişiliklerinin belki de tek nedeni yaşlanmayı engellemek, daha fazla güzelleşmekti.

Polis bile işin içinden çıkamamış bu değişik kimliklerle dolaşan kadını örgüt üyesi zannederek yakın takibe almış, savcılıktan ev arama izni çıkartarak  yaptığı incelemeler sonucu  sadece zaman ile yarış içine giren bir kadın olduğunu anlayarak peşini bırakmıştı.

Moda’da Suzan, Çarşamba’da Ferhunde, gerçekte ise Fikirtepeli Ayşe’nin tekrar Philadelphia’ya uçtuğunu Nurgül’den öğrendim. Kaza sonrası estetik ameliyatı arzu edilenin tam tersi sonuç vererek yüzü çarpılmış, bir seri ameliyatla düzeltilmesi için tekrar oraya dönmüştü. Bir rivayete göre artık ne bildiğimiz modern Suzan’a , ne Çarşambalıların tanıdığı o nur yüzlü kadına, ne de Fikirtepe’den çocukluk arkadaşlarının anılarındaki haşarı Ayşe’ye benziyordu. Bambaşka bir insan olarak kim bilir ne zaman dönecekti.   

GELECEK HAFTA

GÖLGEMİN KORKUSU     

15 Ocak Kısa öykü: Şaşkın Sapık              

8 Ocak Kısa öykü: Kadının Böylesi

1 Ocak Kısa öykü: Maziye teessüf

25 Aralık Kısa öykü: Dün gece neredeydin?

18 Aralık Kısa öykü: Ölümüne fren

11 Aralık Kısa öykü: Geçmişe mesaj

4 Aralık Kısa öykü: Elma Dersem Çık 

27 Kasım Kısa öykü: Kör Olası Aşk

20 Kasım Kısa öykü: Yıllanan güzellik

13 Kasım:  Kısa öykü: Ömre bedel hata

06 Kasım Kısa öykü: Yukarı akıntı

30 Ekim Kısa öykü: Kayıp uçurtmalar

23 Ekim Kısa öykü: Dayının şeridi