ersinaru@gmail.com
Onu önden giden kadına bir bakış fırlatırken yakaladım. Kadının kısa dar eteğinin üstündeki kahverengi ceketinin fiyongu her adım atışında oynuyor, sigara içmek için kalkan kocası da hediye paketinin peşinden giden çocuk gibi uygun adım onu izliyordu.
Başını umursamaz tavırla masaya çevirdiğinde bu sefer de ben yakalandım. İkimiz de aynı suçlunun ensesinde iki dedektif gibi zorunlu birbirimize gülümsedik.
Sonra durumu kurtarmak için bir laf attım ortaya.
-Yandaki salonda kadavralar üzerine sohbet daha koyu galiba.
-Öyleyse ne duruyoruz?
Neden sonra kocası bizi eşimin de içinde bulunduğu erkek grubunda yapılan esprilere kahkaha atar bulunca şaşkınlığını gizleyememiş, hatta bir de çıkışmıştı.
-Neden beni beklemedin? Bir sigara içelim dedik. Bakmadığım yer kalmadı. Ortadan kaybolmuşsun.
-Burada kimse beni ortadan kaldıramaz! dedi kocasına.
Sonra da soğuk bir kahkaha attı.
Süheyla ile ayrılırken birbirimize telefon numaralarımızı vermiş, hemen ertesi gün de buluşup İstanbul Modern’in terasında beraber yemek yemiştik.
-“İnsan İnsanı Çekermiş” fotoğraf sergisi tam bize uygun diye söz açtı Süheyla.
-Nasıl da kırk yıllık arkadaş gibi olduk diye destekledim ben de. Üstelik de cinayetler üzerine “Balistikten Biyolojiğe Bilumum İncelemeler” sempozyumu adli tıp çalışanları toplantısında tanışarak!
- Emekli olalı pek evden çıkmıyordum dedi Süheyla, dün gece de kriminolog arkadaşlarımın davetiyle şeytanın bacağını kırdım.
-Beni davet etmelerinin nedeni de dedim, uluslararası konferanslarında gün boyu çevirmenlik yapmamdı.
-Hayret dedi, o kadar çevirmenle çalıştılar, sonradan şikayetçi olmadıkları birini tanımadım.
-Ben dedim birinin yanlış kullandığı, dil sürçmesi işte, bir kriminoloji terimini düzgün çevirerek bir skandalı önledim.
-Hangisi?
-“Balçak” dedim gülerek. Konuşmacı “balçık” demişti, öldüren de gerçekten çamur gibi bir adammış.
-Balçak neydi? diye sordu Süheyla.
-Silahın kabzayı kavrayan elin kaymasına engel olan bölümü!
Süheyla’nın bakışları yüzümde donuverdi.
-Ne oldu bir kazayı mı aklına getirdim?
-Sonra anlatırım dedi.
Üzerinden 3 yıl geçti, Süheyla o kazayı anlatmadı. Sabahki telefonunu tekrar düşününce aslında bir araya gelişlerimizde her şeyden konuşup, kişisel hiçbir bilgi paylaşmadığımızın farkına vardım.
-Bu kadar ciddi konu ne olabilir? diye sordu eşim bizi yalnız bırakmak için çalışma odasına geçerken.
-Bilemiyorum, Süheyla tam bir kara kutu. O soğukkanlı kadın, telefonda “artık dayanamıyorum” diye ağladı. Üstelik de yakında oğlunun düğünü olacak!
Süheyla’ya kapıyı açınca durumunun düşündüğümden de ciddi olduğunu anladım. Kocaman kara gözlükleri yüzünün neredeyse yarısını kaplamış, başındaki siyah başörtüsü boynunu da dolayarak omuzlarından aşağıya sarkmıştı.
-Karacaahmet’ten geliyorum dedi bir koltuğa yığılırcasına kendini bırakırken. 27 Yıldır, her yıl en az 5-6 kere... Bazen ayda bir, bazen aklıma eser üst üste giderim, her gün, her gün…
Karşısındaki koltuğa iliştim ben de.
-O gitmez. Maziye teessüf aynen cinayetmiş…
Ağlamaya başladı birden.
-Oğlumuzdu o… İlk çocuğumuz… Beş yaşına kadar sevip kokladığımız…Onunla emeklediğim, bana doğru yürümesi için kollarımı açıp beklediğim, çöp adam çizmesi için model olduğum, hiçbir anını kaçırmamak için gözümü üzerinden ayırmadığım, üzerine titrediğim oğlum…
-Bir kaza mı geldi başına diye sordum korkarak, ne oldu 25 yıl önce?
-Yeni arabamızla Safranbolu’ya gidelim dedik. Havuzlu Konak’ta kalıyoruz, dönmeden bir gün evvel, akşamüstü kır düğününe rastladık. Davul zurna sesine kapıldık. Kapıdan bakarken, orada, bir anda, bir silah patladı ve o serseri kurşun gelip... İkimizin ortasında, küçük elleri elimizde…
-Kurtarılamadı mı?
-Hemen, orada, ambulans gelemeden…
Yıllar sonra ilk kez anlattığı belliydi.
-Ambulansa bindiğimizde bana zorla sakinleştirici yaptılar. Onun orada yatışına inanamıyor, çırpınıyordum. Hastanede yapılacak bir şey olmadığını söylediklerinde bir kez daha göreyim dedim, ona yapıştım. Bizi zor ayırdılar.
Bir yudum suyla dudaklarını ıslattı.
-450 Kilometrelik yolu eşimle hiç konuşmadan cenaze arabasını takip ederek kat ettik. Şoför yeme, içme molası verince çaresiz biz de duruyorduk.
Elinin tersiyle yanaklarına süzülen yaşları sildi.
-Arabanın arka koltuğuna yerleştirilmiş onun çocuk koltuğu boştu. Oyuncakları her yerde...
Yeniden dudaklarını ıslattı.
-Her şey bittikten sonra da hırsla oğlumu vuranın peşine düştüm. Hemen gözaltına alınmış ama bir ay yattıktan sonra tutuksuz yargılanmaya başlamıştı. İşte orada, mahkemede bilirkişinin ağzından işittim senin düzelttiğin balçak terimini. Eli kaymış da…
Süheyla köylünün kazayla adam öldürmekten iki yıl hapis yatmasına önceleri isyan etmiş, sonra ise “oğlumu düğün derneklerde silah sıkma adetleri öldürdü” deyip tek bir kişiyle uğraşmayı bırakmış. Oğlunun ölümünün ayı çıkmadan hamile olduğunu öğrenmesi de bu kararında etkili olmuş. Üstelik ikincisi de erkek olarak müjdelenince...
-O hemen “Bak Allah bizi gördü, evladımızın yerine kardeşini yolladı” diyerek beni teselli etmeye daha doğrusu evdeki o kasvetli havayı dağıtmaya çalıştı. Ama ben onun kadar çabuk kabullenemedim. Yasını tuttum.
-Ne kadar zaman? diye sordum usulca, doğuma kadar değil mi?
-Öyle olsun istedim ben de. Ama yapamadım. Bebeğime ad bile koymadım, ona bıraktım. O koydu “Aşkım” diye. Hadi o zamanlar neyse de şimdi herkes birbirine aşkım dedikçe oğlum da dönüp bir bakıyor.
Yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.
-Hâlâ başımda örtüyle mi oturuyorum ben?
-Sen çıkar ceketini, bir rahatla ben de kahvelerimizi getireyim. Yoksa çay mı?
-Çay olsun, hep böyle ağzım kuruyor oradan dönünce…
Çaylarımızı içerken uzun bir sessizlikten sonra anlatmaya devam etti.
-Tabii ki oğlumun doğuşu yaşamımızı anlamlandırdı, tabii ki onu çok sevdim, onun gelişimiyle ilgilendim. Ama o beş yaşına gelinceye kadar yitirdiğim oğlum da gözümün önünden hiç gitmedi. Bir yandan da Aşkım’a da bir şey olacak diye korkuyla yaşadım.
-Hiç yardım aldın mı?
-Nasıl yardım? dedi gözlerini büyüterek. Psikoloğun ne diyeceği belli. “Kendini suçlama”, “Safranbolu’ya gidince bir kır düğünü olacağını ne bilebilirdin?” “Davul zurna sesini duyan herkes, kapı da açıksa düğüne şöyle bir bakar”…
-Ve ateş ederken eli kayan dolayısıyla mermisi de hedef şaşıran köylüyle sizin orada o an bulunuyor olmanız da kötü bir tesadüf… diyecek. Kimsenin önceden planlamadığı ve de kestiremeyeceği…
Benim söylediklerini doğrulamamdan memnun olmamış gibiydi.
-Sen dedim, aslında böyle düşünmüyorsun, değil mi?
Yine şaşkın yüzüme baktı. Sonra sarsılarak ağlamaya başladı.
-Oğlum yaşamıyor, ben yaşıyorum, o, yani kocam yaşıyor. Buna katlanmak çok zor. O mermi gelirken belki de biz kaçtık. Çocuğumun üzerine kapaklanıp, onu korusaydık.
- “Eli elimizdeydi” diyorsun Süheyla, kaçmış olamazsın.
-Doğru da tam o sırada kocam hani geçen gece fiyonklu kadını izlediği gibi kapıdan biraz önce girmiş kırmızı tuvaletli kadının yürüyüşüne dalmış, onu süzüyordu. Ben de tabii onu gözlüyordum.
Sonra söylediklerinden utanarak gözlerini kaçırdı.
-Zaten bu düğün olsun dedi dişlerinin arasından, “buraya kadar” diyeceğim ve ayrılacağım ondan.
Sonra başını kaldırdı.
-Oğlumun yerine onun ölmesini tercih ederdim dedi soğuk bir sesle gözlerimin içine bakarak. O da bunu biliyor.
Süheyla’yı yolcu edince biraz nefes almak için balkona çıktım ve çocukluk arkadaşım Leyla’yı aradım.
-Genellikle çocuğu ölenler maziye teessüfle birbirlerini suçlaya suçlaya boşanıyorlar dedi. Bu üstelik de bir serseri kurşunla… ay çok korkunç, dayanılacak gibi değil!
Düğün davetiyesi elimizde, Beykoz’daki şık mekânda yapılan kır düğününe giderken tedirgindim. Süheyla’nın tüm karşı çıkışlarına rağmen gençler ısrarcı olmuşlar üstelik de nikahı gece karanlık çökünce kıydırmaya karar vermişlerdi. Süheyla’nın kriminolog arkadaşları da bahçede bir grup oluşturmuşlar, hararetle hayali bir cinayetin katilini tartışıyorlardı. Yanlarına yaklaştığımızda Süheyla belirdi. Kırmızı bir tuvalet giymişti. Yüzü soluk görünüyordu.
-Süheyla ilk kez morga gittiğimizde de böyleydin diye biri şaka yaptı, bayılacaksın diye çok korkmuştuk.
-Zaten bir daha da kapısından geçmedi dedi diğeri, o laboratuvarı tercih etti. İzmaritmiş, saç teliymiş, zararsız deliller… Yahu balistik incelemeleri bile kabul etmedi, bırakın kadavrayı, tabancaya el sürmedi.
Süheyla onlara zoraki gülümsedi.
-Göreceksin Süreyya dedim korkumu göstermemeye çalışarak, bu gece çok güzel geçecek.
Biraz ileride kocası durmuş ona şaşkınlıkla bakıyordu.
-Nereden buldun bu kırmızı tuvaleti? dediğini duydum kolunu sıkarak. Beni delirtmek mi istiyorsun sen?
Süheyla omuz silkerek yanından ayrılırken kocası arkasından bağırdı.
-Ne halin varsa gör. O gün de kırmızı tuvaletli kadına bakmışım da… Hep suçlama, hep suçlama, yeter artık anladın mı?
Gece elektrikli başlamıştı. Benim tedirginliğim de gitgide artıyordu.
Nikah kıyılana kadar kalp atışlarım dinmedi. Yeni evliler kutlamaları kabul ederlerken tok bir patlama sesiyle başlar koyu mavi gökyüzünde açan muhteşem havai fişeği çiçeğe kalktı. Anlık sessizlikte tiz bir ses yükseldi.
-Süheyla !
Damadın annesi yerde yatıyordu.
GELECEK HAFTA
KADININ BÖYLESİ
25 Aralık Kısa öykü: Dün gece neredeydin?
18 Aralık Kısa öykü: Ölümüne fren
11 Aralık Kısa öykü: Geçmişe mesaj
4 Aralık Kısa öykü: Elma Dersem Çık
27 Kasım Kısa öykü: Kör Olası Aşk
20 Kasım Kısa öykü: Yıllanan güzellik
13 Kasım: Kısa öykü: Ömre bedel hata
06 Kasım Kısa öykü: Yukarı akıntı