-Aşkın gözü kördür derler de inanma dedi İclal, şalına sıkıca sarınarak.
-Üşüdüysen girelim içeri dedim.
O duymamış gibi karşı yakada İstanbul siluetinde Galata taraflarını gösterdi.
-Dün işte burada, Kule’nin dibindeydik. O meşhur pastanenin üst katındayız. Yine böyle şallara sarınmışım ben. Onun üzerinde kalınca bir ceket, kravatının üzerinden dolamış fularını. Ay bir züppe göründü gözüme, sorma.
Gülümseyerek arkama yaslandım. İclal’in erkekler üzerine tahlillerini dinlemek bir zevkti. Her seferinde de “Aşkın gözü kördür derler ama” diye başlayıp, gördüklerini sıralayıp, yeni tanıştığı o erkeği yerin dibine sokardı.
Çevresinin gayretleriyle üç ayda bir koca adayıyla görüştüğünü var sayacak olursak bugüne kadar 15 yıl süren bu buluşmalar en az 60 erkeğe eşitti.
Her adaya ayırdığı vakit en fazla bir saat sürüyordu.
“Eğlenceli gibi görünebilir ama inan bazen daha görür görmez bir sıkıntı basıyor ki, dayanılır gibi değil” derdi.
“Evlenme programlarında olduğu gibi merhabanın ardından gelirini, malını, mülkünü öğrenmek isteyenler oluyor mu?” diye soracak olmuştum bir keresinde. “Yok, zaten babamdan kalan mirası bilerek geliyorlar” diye cevaplamıştı.
Ama bu kez farklıydı, teklif devam ettiği resim atölyesinin öğretmeninden gelmiş, İclal da “galiba âşık oluyorum” diye gitmiş, o da hayal kırıklığıyla sonuçlanmıştı.
-Anlayacağın benim gözlerimi kolay kolay köreltecek biri olmayacak. Ne yapayım kusurunu hemen görüyorum.
-Mantık evliliği yapmayı da düşünmüyorsun galiba dedim.
-Ona da razıyım da karşımdaki insana bakıyorum, mantığım hemen “Evlenme!” diyor, bu son görüştüğüm örneğin, sabahları yumurtasına tuz döküşü bile serçe parmağı havada züppece olacak, yok, yok, tahammül edilecek gibi değil!
-Oo dedim, herkes senin gibi sık dokuyup sıkı elese…
-Benim gibi evde kalır, değil mi?
Kahkahalar atarak kalktı.
-Mantığımla mantığı anlaşacak biri karşıma çıkıverecek de…Çok da umurumda değil!
İclal gidince çocukluk arkadaşım Leyla’yı aradım.
-Aslında iyi yapıyor dedi. Aşkın gözü körse de hayat boyu öyle kalmıyor ya, günün birinde açılıveriyor ve “bu da kim karşımdaki” diyor ve boşanıyorlar.
-Onun gözü ise baştan açık, kusurları anında görüyor. O da aldanmak istiyor ama yapamıyor. Ya da dedim, belki de böylesi hoşuna gidiyor. Yıllardır erkekleri karşısına çekip, bir bir aşağılamak…
Günler geçmiş, İclal’i de, aldığı “bir türlü gözünü kör edemeyen aşk tekliflerini” de unutmuştum. Ta ki kapıcımızın karısı Nurgül elinde şık bir davetiye ile gelene kadar...
-Sen yoktun dedi gülerek, bir hanım geldi, artist gibiydi, “bu hayırlı işi sen ellerinle götür, bildir” dedi.
Sonra da merakla açmamı beklerken dayanamadı.
-Kızı mı, oğlu mu evleniyor?
-Kendisi! dedim sevinçle.
-İnşallah bu sefer mutlu olur dedi.
-Yok Nurgül, bu ilk evliliği!
-Niye beklemiş ki bu yaşa kadar? diyerek hayret etti.
Hemen İclal’e telefon açtım.
-Anlat dedim, kim bu gözlerini kör eden?
-Sana nasıl anlatsam… İyisi mi, evdeysen geleyim dedi heyecanla.
Bir saat sonra karşımda oturmuş, söze başlamak için sabırsızlanıyordu.
-Beni çizmiş dedi heyecandan titreyerek. Nasıl desem, portremi yaparken her çizgide beni sevmiş besbelli.
-Geçen gelişinde Galata Kulesi’nin dibinde buluştuğunuz ressam, öyle değil mi?
-Ta kendisi!
-Hani fularını kravatının üzerine dolamış…
-Ah evet, gerçi başkalarında züppe görünebilir ama ona çok yakışıyor…
Anlatırken yerinde duramıyor, kalkıp yeniden oturuyordu.
-Portremde gözlerimi büyütmüş, muazzam bir derinlik kazandırmış.
Onu dinlerken fincanlarımıza çay doldurdum.
-İnanır mısın onun resmi benim gözlerimi açtı, beni bana tanıttı. Ben aslında aşka değil kendime körmüşüm. Aynanın karşısına geçtim ve kendi gözlerimin derinliğini ölçmeye çalıştım.
Birden bakışlarımdaki tuhaflığı yakalamış olmalı, ceketini düzeltti.
-Yani onun bakış açısıyla…
İclal gittikten sonra beni bir düşünce aldı. İki saatlik sohbetimizde âşık olduğu adamdan tek kelime etmemiş, hep kendinden söz etmişti. İclal kendi portresini onun bakışıyla öyle büyük bir hayranlıkla anlatıyordu ki, görmek istedim. Facebook’una baktım.
O da ne, İclal’in sayfasını bulunca şaşkınlıktan kalakaldım. Kendi sayfasının yanı sıra bir de “İclal Hayranları” sayfası vardı. Kendi sayfasında profilini yeni değiştirmiş, sadece kocaman gözlerini koymuştu. “İclal Hayranları” sayfasının kapağında ise görmek istediğim tablo duruyordu. İnsanı içine çekecek tarzda, bir girdap gibi büyüyen göz bebekleri ile kara bakışlı İclal…
Tabloyu yapan ressamın, koca adayının ismi unutulmuştu. O sadece tabloyu elinde tutarken görünüyordu.
Bilgisayarımda iki sayfanın birinden diğerine geçiyor, sürekli profil değiştiren, eski fotoğrafları ve photoshoplu selfie’leriyle şekil değiştiren İclal’i, bir türlü sonuna ulaşamadığım paylaşımlarına baktıkça gerçekte pek tanımadığımı anlıyordum. Bir narsistin kendini sergileme çabalarıyla karşı karşıyaydım.
İclal gerçekte arada sırada görüştüğüm bir arkadaşımdı. Onun hakkında bildiklerim de sınırlıydı. Enerjik hali, esprili konuşmaları hoşça vakit geçirmemizi sağlardı. Babası genç yaşında vefat etmiş, İclal tek çocuk olarak kayda değer mirası annesiyle paylaşmıştı. Yalnız oturduğunu biliyordum. Annesinden de pek söz etmezdi. Hayatta olup olmadığı hakkında bile bilgim yoktu. Aslında şimdi düşününce, onun hep kendinden bahsettiğini anlıyorum. Koca adayı erkekler ise onun karşılaştığı andaki hisleri kadar önem taşıyordu. Reddediliş sonrası duydukları üzüntü veya hayal kırıklığı ya da gurur incinmesi İclal’in aklının ucundan bile geçmiyordu.
Yeniden davetiyeye baktım. Nikâh bir ay sonra Çubuklu 29 Hayal Kahvesi’nde yapılacaktı.
İclal’i o güne kadar görmedim. Eşim ile arabayı valeye verip içeri girdiğimizde Boğaz’ın kıyısındaki şık mekânda manzarayı bile ikinci plana atan gösterişli nikâh masası gözlerimizi kamaştırdı. Arkamızda bir kadın diğerine, “altın simli el örgüsü dantelden yapılma küçük kubbesinin Milano’dan getirtildiğini” yanındakine fısıldadı. Öteki, sigaranın kalınlaştırdığı sesiyle adeta bağırdı.
-Getirtir tabii, bu yaşta koca bulunca…
-Hanımlar…
Bu tenor ses ise tanıdık geldi, dönüp baktım.
-Haldun?
-Ta kendisi!
Eski dostumuza sarıldık, tekrar tekrar birbirimize baktık.
-Bunca yıl!
Görüşmediğimiz yılların kısa bir özetinden sonra Haldun atıldı.
-Ben damat tarafıyım, siz?
-Biz de gelin dedik tam o sırada beliren o muhteşem gelinlik içindeki İclal’i fark ederek.
İclal tek başına iniyordu basamakları, herkesin gözü damadı arıyordu, peki o neredeydi?
Haldun’un işaretiyle bulabildik. Damat orkidelerin sıralandığı aşağıya uzanan çiçek saksılarının tam dibinde, merdivenlerin altında prensesine dayanak olmak için kolunu uzatmış bir uşak gibi bekliyordu.
İclal son basamağa ayağını attığında damat elini tuttu sonra İclal’in kolu kolunda, birlikte nikâh otağına yürüdüler.
-Ahmet’in yanlış saymadıysam altıncı evliliği oluyor dedi Haldun, gelinin kaçıncı?
-Sus dedim, duyarsa İclal imzayı basmadan yüzüğü atar, ilk evliliği onunki.
-İlginç dedi Haldun geline daha dikkatli bakarak.
Sonra kulağımıza eğildi.
-Ahmet portresini yapar önce…
-Yaptı dedim gülümseyerek.
-Şimdiden mi?
Tam o sırada tören başladı, niye portresini yapmış olmasına şaşırdığını doğrusu çok merak ettim.
-İclal Pamirsoy’u eş olarak kabul ediyor musunuz?
Ahmet başını hafifçe gelinden yana eğmişti ki İclal’in sesi duyuldu.
-Evet, kabul ediyorum.
Gülüşmeler oldu. İclal de sahnedeymiş gibi abartılı bir tavırla heyecanını mazur göstermek istercesine kalbini işaret etti. O sırada Ahmet’in tok sesi net çıktı.
-Evet, eş olarak kabul ediyorum.
Nikâh memurunun evlilik cüzdanını İclal’e vermesiyle tören sona ermişti. Yeni evlilere mutluluk dileklerimizi ilettikten sonra Haldun’u bir köşeye sürükledim. Eşim de gülerek “yine neler olup bittiğini” soruyordu.
-Söyle dedim, bütün eşlerinin portresini yaptı, öyle mi?
-Evet de dedi Haldun, ilginç olan hep evlendikten sonraydı. Bir veda töreni gibi çerçeveletip verirdi. Bu sefer nasılsa veda değil de başlangıç olmuş.
Evlilikleri yine de altı ay sürebildi. Haldun’un o nikâh günü bize açıkladığı gibi ressam Ahmet de İclal’den geri kalmazdı. Her ikisi de kendilerine o kadar âşık olmalıydılar ki birbirlerine sadece bir yılın yarısı kadar tahammül edebildiler.
İclal’in anlattıklarıyla Haldun’un verdiği bilgilerden anladığımıza göre Ahmet ondaki narsisizmi ilk bakışta fark etmiş, evliliğe ikna etmenin tek yolunun onu ölümsüzleştirecek portresi olduğunu anlamış, o yüzden evlilik öncesi çerçeveletip vermişti.
Haldun ile dikkatimizden kaçan küçük ayrıntı ise ressam koca adayının tabloyu henüz imzalamamış olmasıydı. Onu da Ahmet terk etme sırasına, kendi egosunu göstermek için saklamıştı.
Haldun’un sonradan anlattığına göre İclal boşandıktan bir süre sonra Ahmet’ten bir boy resmini yapmasını rica etmiş, o ise Galata Kulesi dibinde İclal’in kendisini züppe bulup da yukarıdan aşağıya süzdüğü gibi bakışlarını saçlarının üstünde gezdirip, “eski eşlerinin portresini yapmamak gibi bir prensibinin olduğunu” söylemiş.
Son gelişinde İclal balkondan karşı yakadaki İstanbul siluetine bakarken hırsını henüz alamamış gibiydi.
-Kör olası aşk dedi, meğer Ahmet’e değil, yeteneğine vurulmuşum. Tablomu yapmasaydı ona dönüp de bakmazdım ya…
GELECEK HAFTA
ELMA DERSEM ÇIK
20 Kasım Kısa öykü: Yıllanan güzellik
13 Kasım: Kısa öykü: Ömre bedel hata
06 Kasım Kısa öykü: Yukarı akıntı