Kısa Öykü: Konum at geliyorum

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

-Öndeki gri arabanın şoförü içmiş mi acaba?

Yanından geçerken baktım, cep telefonu kulağında, hiç de içmişe benzemiyor, aksine neşeli bir halde konuşuyordu.

-Ya bu dedi eşim, iki şeritten birden gidiyor, bak bakalım mesaj mı okuyor?

-Bu dedim, mesaj okumuyor da… Daha fenasını yapıyor, kendi yazıyor.

İnanılır gibi değildi, kadın erkek, ayrımsız, tüm sürücüler söz birliği etmişçesine bir elleri direksiyonda diğeri cep telefonuyla meşgul şeritlerini bile tutturamıyor, zikzaklar çizerek ilerliyorlardı.

-Ah dedim şu kadını bir görsen, resmen eliyle direksiyona vuruyor, hattın öbür ucundakiyle kavga ediyor.

Sıcak da 35 dereceyi bulmuş, hissedileni 40’ı aşmıştı. Güneş camdan vurduğu yeri yakıyor, klima serinlemeye yetmiyordu. Trafik de sıkışınca 63 defa optik zoom yapılabilen fotoğraf makinemi çıkardım, yol kenarlarını, gökdelenleri, ağaçları büyüterek çekmeye başladım.

Birden trafik sıkıştı ve durdu. Hemen ardından bir gürültü... Arkamızdaki araç bindirdi sandım, dönüp bakamadan kapım açıldı.

Kızgınlıktan kaşları birleşmiş, gözleriyle bir araya gelmiş, 30 yaşlarında 1,65 boyunda çelimsiz bir delikanlı başını sokmuş, bağırıyordu.

-Ne fotoğrafımı çekiyorsun?

İlk aklıma geleni yaptım, kapıyı çekip kapattım. Aynı şekilde eşimin kapısını da bir arkadaşı açmıştı. O da kemerli yani bağlı haldeydi, o da hemen kapısını kapattı.

-Kilit diye bağırıyordum. Bu kapılar içeriden nasıl kilitleniyor?

Kapının içinde pencere açma kapama yeri dışında başka bir komut görmüyordum. Elektronik gösterge tablosuna bakacak zamanım da yoktu. Arabanın kitapçığı torpido gözündeydi. Ben böyle bir şeyin başımıza gelebileceğini hiç aklıma getirmemiş, kilitle bugüne kadar ilgilenmemiştim.

Bir daha arkadan, üstelik 4 kişiymişler, hep birlikte arabayı sallamaya başladılar. O sırada trafik birden açıldı son vuruşlarıyla araba da ralli startı verilmiş gibi fırladı.

Tam o sırada telefon çaldı.

-Senin telefonun çalıyor dedim sinirden titreyen sesimle eşime.

-Benimki çalmıyor dedi sakin ses tonuyla. Bu onların telefonu!

-Efendim?

-Senin telefonunun sesine de benzemediğine göre biraz önce kapıları açanlardan birinin.

-Evet, kapımı açan telefonunu düşürmüş dedim ellerimi dua edercesine yukarı açarak. Hay güzel Allahım.

-Sakın açma!

-Neden?

-Neden olacak arabayı tanıyorlar, açarsan peşimize takacağız. Suç aleti gibi telefonları. Bizden almak için her şeyi yaparlar.

Biz konuşurken uyku moduna geçmiş, karanlığa bürünmüş telefonu yeniden aydınlandı.

-WhatsApp’a mesaj düştü dedim. Bakayım mı?

-Hayır bakma dedi eşim. Görüldü işareti gidiyor karşı tarafa.

-Başka biri de görmüş olabilir, bizim gördüğümüzü nereden anlayacaklar?

-Kafanı çalıştır dedi sinirle. Görülmezse, birinin eline geçmediğini, belki de o dört kişi gelirlerken yola düşürdüklerini sanırlar, biraz aradıktan sonra ise vaz geçerler.

-Ha ben görürsem arabada düşürmüş olabilecekleri olasılığı güçlenir, yine peşimize düşerler. Öyle mi?

-Bravo! dedi sinirle.

-Tabii otoyolda düşürseler kim WhatsApp çağrılarını görebilir ki?

-Nihayet kafan çalışmaya başladı.

Anlaşılan şoktan yeni çıkıyordum.

-Bak yine aydınlandı telefon. Bu kez sms yollamışlar.

-Ona bakabilirsin dedi eşim. Çünkü yollayan senin gördüğünü bilemez. Ona görüldü işareti konmaz.

-Konmaz, değil mi? dedim sabırsızlıkla telefonu alarak. Açıyorum.

Sesli okudum.

-“Konum at, geliyorum.” yazıyor.

-Polis konum atar artık dedi eşim, dişlerini sıkarak.

Bir süre sessiz gittik. Sonra sordum.

-Gerçekten polise şikâyet edecek misin?

-Etmesem de dedi en azından bulduğum başkasına ait telefonu polise vermeliyim, öyle değil mi?

-Ya mafyaysa karşımızdakiler? Baksana “Konum at, geleyim” diyor. Yani seni kavgaya davet ediyor.

Eve girince çocukluk arkadaşım Leyla aradı.

-Sakın ha! dedi. Bulaşmayın kim olduğunu bilmediğiniz adamlara. Etraf silahlı veya levyelilerle dolu. Ucuz atlatmışsınız, üstüne gitmeyin.

Sorduğumuz bütün yakınlarımız da ağız birliği etmişçesine “Sakın ha” diyerek bizi uyarıyorlardı. Başkasının arabasına fotoğraf çekiyor diye dört kişi saldırıp kapıları açan kişiler en azından serserilerdi. Ne yapacakları da belli olmazdı.

İstanbul siluetine bakan balkonumuzda oturduk. Hiç de esmiyordu. Üst üste içtiğimiz kahvelerle sakinleşince cep telefonu aklıma geldi yine.

Hemen getirdim. Allahtan ekranı şifresizdi, parmağımla sağa doğru itince açıldı.

Ooooo, kriminal polis arşivi gibiydi fotoğraflarının depolandığı galeri denilen bölüm. Arkadaşıyla alt alta üste kavga ederken… Birinin üzerine atlarken… Selfieleri birbirinden saldırgandı.

-Aaa dedim işte o dörtlü bir arada, sokakta bela ararcasına yürüyorlar.

Eşim de inceledi.

-Bu iyi işte dedi.

-Baksana şu fotoğrafa dedim, araba yıkama istasyonunda çalışıyor ya da çalışmış bir ara.

Elinde hortum bir kırmızı Alfa Romeo Giulia üzerine abanmış poz vermişti.  

-İçine doluştukları hurdaya bak, bir de bu arabaya dedim.

-Onlarınki araba mezarlığından çıkarılmış kadar eski bir Şahin’di. Git Alpha Romeo’ludan al hırsını, bizden ne alıyorsun dedi eşim öylesine.

Başka bir fotoğrafında arabayı yıkadığı yeri de tespit ettik. Ümraniye yakınlarında büyük bir mobilya mağazasının girişindeydi.

-Ne yapmayı düşünüyorsun diye sordum.

-Gidip orada arabamı yıkatmayı.

-Hayır dedim korkuyla, bunu yapamazsın.

-Neden? diye sordu, gündüz vakti, yanıma ben de 3 kişi…

Sonra güldü.

-Üstelik de işyerine gider miyim ben? Zaten üç kuruşluk bir telefon, atarız, o da rahat eder, biz de…

Sonra da o beni uyardı.

-Sen de o telefonu kurcalayıp durma. Başımıza iş açılır unutma.

Ben yine de bu saldırganlığının nedenini öğrenebilirmişim gibi mesajlarına bakmaktan kendimi alamadım.

Bol küfürlüydü. Hatta hemen her mesajı yakası açılmadık cinsten sataşmalarla doluydu.

“Bi dışarı çık, ayaklarını kırarım.” Bu mesajı, kız kardeşi olmalı, Cemile’ye yollamıştı.

“Delikanlılık ne racon kesmek ne adam öldürmek nede haraç kesmektir. Delikanlılık akşam olunca evine ekmek götürmektir…” Analık diye kayıt ettiği kişi kendisine bir gece vakti böyle laf atmıştı.

“Kes dırdırı be, ekmeği de diğer karılar gibi sen de saçta pişir” cevabını yapıştırmıştı.

Bir de arkadaşlarıyla özlü sözler mesajlaşmaları vardı. İmlası anlaşılamayacak kadar bozuktu. Ölü bir dili söken dilbilimci çalışması içinde anlayabildim.

“Lan” diyordu “çektik jileti, içiyoruz geceleri”

-Bunlar uyuşturucu alıyor dedim, ya da tiner…

Eşim tabletinde günün haberlerini taramaya dalmıştı.

-Her şeyi alırlar gibi düşünmeden cevap verdi.

Biz şerbeti damara dökenlerden değiliz. Biz damara direk girip şerbetlendirenlerdeniz.”

-Bak sen! dedim kendi kendime.

Yine uyuşturucudan söz ediyordu.

“Çekmişim esrarı, gözlerim kanlı sokaklarda, jilet yarası bir delikanlı kollarında desen, o da bir kahpe hatırası.”

-Şimdi aşk konusuna geldik dedim.

“Ya tam severim ya da tek kalemde silerim. Tarihi ben yazdım tarihten de ben silerim.”

Sevgisi bile kurşunluydu.

“Bir kurşun sıkılsa beynime unutacağımı mı sanıyorsun? Seni kalbimi sökseler sevmeyeceğim mi sanıyorsun?”

-Oooo kurşunla kalsa iyi, mezara da sokuyor.

“Ben seninle toprağa girerim diyenleri çok gördüm. Ben öyle diyenleri toprağa hep yalnız gömdüm.”

Aşk üzerine son sözler de söylüyordu.

“Bendeki aşk ateşi cehennemi kıskandırır be.”

Arkadaşlık ettiği kıza kendini tanıtıyordu. Bu sefer yanlış yazdığı gibi okudum.

“Güzelim ben piskopatım”

Bir de o dörtlü arasında grup mesajlaşmaları vardı.

“Nasıl lan” diyordu. “Herife ‘usturama jileti takarım. Gövdeme derin façalar atarım. İstersen kral ol fark etmez, seni de mermi manyağı yaparım.’ dedim, korkudan altına etti ha.”

Sonra kendisi gibi gençlerle takışmasını anlatıyor ve övünüyordu.

“ ‘Hava attığın yerde rüzgarım eser’ dedim, herif lodos oldu ayağıma doğru yattı” yazmıştı. Sms’ine bir de gülme ifadeleri eklemişti.

İçini açmadım ama bize saldıran o ve üç arkadaşının WhatsApp’taki grup adları ise saldırganlıklarının tesadüfi olmadığını iyi anlatıyordu.

“Mekân bizim, cadde bizim”

-Biz gerçekten ucuz atlatmışız dedim bu kez yüksek sesle.

Eşim nihayet başını kaldırdı.

-Sen hâlâ o telefonu mu kurcalıyorsun? diyerek kızdı.

Sonra da tek kullanımlık plastik eldivenlerden alıp takmamı istedi. Islak kâğıt mendille cep telefonunun her tarafını sildirip adli tıbba yollanan suç aletleri gibi derin dondurucu naylon torbalarından birinin içine koydurup onu da havlu kağıtla paketletti.

-Yarın karakola gider, yolda bulduk der, bırakırız dedi.

O gece sabaha kadar kabuslar gördüm. O dört genç, ikisi sağdan ikisi soldan, bazen arabanın yanında koşuyorlar, bazen karşıdan geliyorlar ama sonunda kapılarımızı açıyorlardı. Ben de hep o anda uyanıyordum.

Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra Kadıköy İskele Karakolu’na gitmek üzere sahil yoluna çıktık.

-Şizofren gibi görünüyor insanlar demekten kendimi alamadım. Kulağında kulaklık, telefonu görünmüyor, ellerini kollarını sallayarak kendi kendine konuşuyor, gülüyorlar.

Yaya geçidinden geçerken bir sürücü zınk diye son anda durabildi. Kulağında telefonu…

Kâğıt çöp toplayan el arabalı bile telefonu kulağında gidiyordu.

Kadıköy İskele Karakolu’na girip paketimizi danışmadaki memura bıraktık.

Çıkınca karakolun kapısında bir genç kendinden son derece emin tonla birine cevap veriyordu telefonundan.

-Konum attım aslanım, istiyorsan gel diyordu, bize göz kırparak…

GELECEK HAFTA

HER ŞEY DAHİL TATİL KÖYÜ

30 Temmuz Kısa öykü: Kibar Feyza

23 Temmuz Kısa öykü: Çekirdekten yetişme

16 Temmuz Kısa öykü: Moda'da serenat

8 Temmuz Kısa öykü: Mutluluk oyunu

2 Temmuz Kısa öykü: Aramızdaki engeller

25 Haziran Kısa öykü: Dünya telaşı