Kısa Öykü: Koçum benim

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

Bayramın üçüncü gecesi geleneksel bayram kebabı gecemize yine aynı takım gelecekti. Vejetaryen Selvi geçen yılki “Mutlu Kebap” şakamıza takılmış, gelmediği gibi bu kez “Katiller bu katliama siz de ortaksınız” diyerek hepimizi birden suçlamıştı.

İlk gelen çift Leyla ile Mehmet balkona bir göz atıp hemen Selvi’yi sordular.

-Bu kurban bayramında ne hazırladınız ona?

-Gelmiyor dedi eşim. “Diğer günler yediğimiz kebaplar eceliyle ölen koçlardan mı sanıyorsun?” dedik, neler söylemedik, onu fikrinden geri döndüremedik.

-Sanki dedi Mehmet, koçlar da kebapçılara butlarını uzatıp “buyurun” diye bahşediyorlar …

Selvi ile uğraşmak kutlamalarımızın bir parçası haline getirmişti. Her Kurban bayramında kazara biz unutursak o kendisini hatırlatmayı, bir ağız tadıyla kurban eti yememizi önlemek için elinden geleni yapıyor, biz de ona o kurban etini yedirmek için türlü oyunlar kuruyorduk.

 -Yine de açık kapı bıraktı diye Selvi’nin tarafını tuttum. Gerçi geçen yıl vejetaryenliğe ara verdiğini son anda açıklayıp kebapları mideye indirmeye indirdi de bu yıl da sırf bizi protesto etmek için yanında vegan hamburgerlerini getirip, bizim mangalda pişirebilirmiş.

Biz gülerken Suphi ile Fitnat geldiler.

-Gene neyin peşindesiniz diye takıldı Leyla?

Başlarına olmadık olaylar getiren Fitnat yüzünden onları görür görmez aklımıza ilk gelen soruydu bu.

-Neyin olacak kebabın! dedi gülerek Fitnat.

Seyfi ile Canan da sanki hep orada oturuyorlarmış gibi sessizce yerlerini almışlardı.

Kübra ile Haluk’un gelişi ise olaylı oldu. Önden Kübra telaşla içeri girdi. Elinde alüminyuma sarılı kocaman bir paket ile mutfağa daldı.

“Bu da ne?” dememe kalmadı Kübra iki kolunu başının üzerine boynuz yapmış, mutfak kapısından balkona doğru bağırdı.

-Koç, koç!

Ardından Haluk aynı paketten üçü üst üste kapıdan girince balkondakiler de meraktan doluştular.

-Gelin, zaten bunlar da sizler için, her eve bir paket.

-Ne kurban ettin diye sordu Mehmet, yoksa deve mi?

-Koç dedim ya diye atıldı Kübra, tam 120 kiloluk dev bir koç.

-Eh bizim oğlan da bir o kadar var dedi Haluk karısına kaçamak bir bakış atarak.

-Gene başlama! diye kesti sözünü Kübra, zaten ne geldiyse başımıza…

-Ne geldi? diye sordu Leyla.

O tam anlatacaktı Haluk çalmakta olan telefonuna davrandı.

-Söyle koçum dedi.

-Haluk, hani şu çocuğa koçum demeyecektin?

O telefonunu kapatırken iki kolunu çaresizmiş gibi iki yana açtı.

-Etrafa toslamayı bıraksın, ben de koçum demem.

-Arabayı mı vurdu oğlun? diye sordu Seyfi.

-Hem de ne vurmalar... Ehliyeti aldığı gün bizim apartmanın bahçe duvarına tosladı.

-Abartıyorsun ama diyerek oğlunu korumaya çalıştı Kübra. Biraz dokundu, önde ızgara gibi bir yer var ya bizim arabada, o düştü işte.

-Abartıyor muyum?  Bizim kaportacı Hüsnü’ye kaç bayıldım biliyor musun sen?

-Aman dedi Kübra bu kurbanlık etimiz oğlum sayesinde ya. Buldunuz bir koyun, yiyin de doyun.

-O nasıl oluyor? diye sordu Suphi. Bir kere küçültme, koyun değil, koçmuş. Yoksa oğlun o 120 kiloluk koça mı vurdu?

-O vurmadı dedi Haluk, bizim oğlan kurban olmasın diye bu fedakâr koç yukarıdan kendini attı önüne, Allah’ın hikmeti işte …

Mangalda ateş kıvamında, İstanbul silueti manzaralı balkonumuzda soframız bizi bekliyordu. Tam yerlerimizi almıştık, zil çaldı.

-Kambersiz düğün olur mu hiç, Selvi de geldi işte.

Selvi bu kez bize şaka yapmayı kafasına koymuş olmalı, doğrudan beslenme çantası benzeri bir plastik kutuyla balkona geldi, elindeki torbadan da koç şeklinde bir şamdanı özenle çıkardı, içine mumunu koydu. Çakmağıyla mumu da yakınca “Ooooo” sesleri arasında ışıklar koçun boynuzlarından çıkmaya başladı.

-Nereden buldun bunu? diye sordu eşim.

-Ne ayıp dedi gülerek, hediyenin kaynağı sorulmaz.

-Yani dedi Fitnat, kurban etlerini yerken koçla mı aydınlanacağız?

-Neyin peşinde olduğu belli diye araya girdi Leyla, bizi suçluluk hissine kaptırmak istiyor.

-Kurnaz, böylece bütün kebapları da kendisi yiyecek dedi Haluk.

Ön yemekler servis edilirken, şişler de çevriliyordu bir yandan.

-Siz kebapları yerken dedi yüzünde hep aynı sinir bozan gülümseyişle Selvi, o koç da size bakacak, lokmalar teker teker boğazınıza dizilecek.

Karanlık çökmüş Selvi’nin amacının tam tersine “koç şamdan” masaya eğlenceli bir görünüm katmıştı.

-Sahi şu 120 kiloluk koçun hikayesini bir anlatın dedik.

-Bu adam dedi Haluk’u göstererek Kübra sürekli oğlana” Koçum benim” diyor. “Deme” diyorum, diyor.

-Nasıl demeyeyim diye sözü aldı Haluk, bu kadın o da evden çabuk kaçmasın diye şımarta şımarta, bizim küçük oğlan kanepenin bir parçası olarak büyüdü. Ne zaman salona girsem oraya uzanmış, bir elinde akıllı telefonu, bir elinde televizyon kumandası.

-Ne güzel diyerek Haluk’u kışkırttı Suphi, sağa sola takılmıyor.

-Kendisi divanda ama merak etme boynuzları takılıyor.

-Nereye? diye sordu kaşlarını kaldırarak Selvi.

-Nereye olacak, sosyal medyaya. Facebook’ta hepsi photoshoplu olduğu için anlamıyor, gerçek yüzlerini bir görse kaçacağı arkadaşlar edinmiş. Twitter’a bilmiş laflar yetiştiriyor. Bir de Instagram’ı var, habire selfiler çekip kendini yolluyor.

-Ne kötülük var bunlarda? dedi Kübra kıs kıs gülerek.

-Ne olacak, Darvin teorisine inananları başa döndürdü. Bunun selfilerine bakan, insanlar dik duran homo sapiens’den yine maymun gibi iki büklüm gidenlere döndü sanacak. Tüm fotoğrafları divan üstü, yatay.

-Ha bu arada diye Mehmet araya girdi, Selviciğim insanların konuşmaya başlamasında ateşi yani şu mangalı bulup, eti pişirip yemelerinin önemli rolü var, hatırlatırım.

Kübra çenesini oynatarak Mehmet’i destekledi.

-Malum canım, çiğneyerek çeneni geliştiriyorsun.

Suphi daha da ileri gitti onu kızdırmakta.

-Bak et yemeye yemeye kazara konuşmayı da unutursun da Yeşilçam’da bir mağara adamı filmi vardı oradaki gibi “Aaaaaa” diye bağırarak gezer durursun.

-Son gülen iyi güler diyerek yine sinsice gülmekle yetindi Selvi.

-Bırakın da 120 kiloluk koçu anlatsınlar diye araya girdi eşim.

-Efendim nerede kalmıştım diye başladı Haluk, ha, bizim oğlan 18’ini bitirince birden doğruldu “Benim yaşım geldi artık ehliyet alacağım” dedi. Valla sevindik ikimiz de. Gerçi direksiyon karşısında da oturacak da divandan kurtulacak diye hah hah ha…

-Yani öyle bir anlatıyorsun ki diye itiraz etti Kübra duyan da bu çocuk okula falan gitmiyor sanacak.

-Koçum benim, gitmez mi hiç, yan gelip yatması bize karşı. Bir arkadaşı telefonla bir istekte mi bulundu, o ne atletik kalkış, fırlar koşar.

-Ee 120 kiloluk koç diye ısrar etti Selvi, daha gelemedin oraya…

-Efendim dedi Haluk, Bayramın arifesi bir telefon, hazır ehliyeti de elinde yine fırlayıverdi divandan. “Baba ben arabayı aldım” dedi. “Koçum benim, boynuzlarına hâkim ol” diye bağırdım arkasından, ışık hızıyla çıkmış bile kapıdan.

-Biz de bayram hazırlığındayız mutfakta diye araya girdi Kübra, tatlılar falan… Bir telefon geldi bizimkinden. “Anne beni seviyor musun?” “Seviyorum oğlum” “Öyleyse anne bu yıl benim için bir koç keser misin?” diye soruyor nefes nefese. Fenalaştım birden. “Ne kurbanı? Ne oldu sana? Kaza mı atlattın” deyivermişim iskemleye çökerken.

-Ben hemen telefonu aldım Kübra’nın elinden, “Neredesin, ne oldu çabuk anlat, yoksa annene inme inecek” dedim. Bunun üzerine anlattı.

Meğer oğulları bir arkadaşının öğrenci evine bir mağazadan eşya almış götürürken yolunu kaybetmiş, Sağmalcılar viyadüğünün altından geçerken önde bir karambol, arkadaşıyla birlikte son dualarını ederlerken yukarıdan bu 120 kiloluk koç düşmüş. Onu gören diğer arabalar hep sağa sola kaymış. Frene sonuna kadar basan oğulları bu koça hafifçe vurarak durmuş. O da yumuşak yastık gibi büyük hasarı önlemiş, oğullarının hayatını kurtarmış.

-Hemen atladık gittik dedi Haluk, valla bu mucizeye biz de şaştık kaldık. 120 Kiloluk koçu taşıyan orta şeritte seyir halinde bir cipe, hatalı sollama yapan otomobil çarpıyor. Çarpmanın etkisiyle seyir halindeki cip köprünün orta bariyerlerini ezdikten sonra, metrelerce yükseklikteki mazgallarda asılı kalıyor. İçinden fırlayan koç da aşağıya bizim oğlanın arabasının önüne düşüyor.

-Biz geldiğimizde her iki yol da ana baba günüydü dedi Kübra. Koçun sahibi başını iki eli arasında, şok içinde.  Üç hafif yaralıyla ucuz atlatılmış bir kaza yukarıda, aşağıda da Allahtan ölü yaralı yok, sadece arabalar haşat olmuş durumda.

Biz kurban olayını dinlerken eşim de şişleri servis etmiş, Selvi da vegan hamburgerlerini yemiş bitirmişti.

-Sonra diye sordu Leyla, yoksa koçun hepsini mi aldınız, ne yaptınız?

-Aldık ya, adamcağız satmaya götürüyormuş, ne yapalım oğlumuz kurban gidecekti, koçun tümüne 2000 saydık. Olay yerinde bir kenarda kesiverdik. İşte size getirdiğimiz kadar bizde var, bir o kadar adama verdik, arta kalanını da kazaya karışanlara, yolda su, simit satanlar hepsi doldu, onlara dağıttık.

Bir sessizlik oldu birden. Sonra da konuyu değiştirmek için Selvi’ye sordum. “Sen bize ne oyun hazırlamıştın?” diye.

Meğer tam şişler kebaplar yenirken hayvanlara kötü davranma örneklerinin olduğu bir videoyu ayarlamış akıllı telefonunda. Hayvan sesleri çaldırarak yediğimizi burnumuzdan getirmeye kararlıymış.

-İyisiniz gene, bu bayramı da kurtardınız, şamdanınızla idare edin dedi. Ne yapayım, bu koç felaket kurtaran, yoksul doyuran bayramlık koç olmuş!

GELECEK HAFTA

HAYRETSİN MÜDÜRÜM

27 Ağustos Kısa öykü: Romantik Şair

20 Ağustos Kısa öykü: Eli öpülecek damat

13 Ağustos Kısa öykü: Her şey dahil tatil köyü

06 Ağustos Kısa öykü: Konum at geliyorum


30 Temmuz Kısa öykü: Kibar Feyza

23 Temmuz Kısa öykü: Çekirdekten yetişme