-Adamın yaşama nedeniyim dedi Erdal koltuğunda doğrularak.
Sadun ile Erdal, her ikisi de eşimin bir süreliğine iş arkadaşları, isimleri hep birlikte anılan, inanılmaz ikiliydiler. Erdal’ın bıraktığı, ya da kaybettiği veya almak istediği her şey nasılsa Sadun’da bulunuyor, ortaya çıkıyor, bir şekilde o sahip oluyordu. Erdal’ın arkadaşları, sevgilileri, yüzüğünü attığı nişanlısı, hatta ilk işi…
- Yerimi almak istiyor, bu çok açık. Sonunda kimlik kartımı koyacak cebine, bana da bir tekme… Doğru Karacaahmet’e!
Balkonda masanın etrafında oturmuş, ay ışığı altında İstanbul siluetine bakarak Erdal’ı gölgesi gibi izleyen Sadun’un yeni hırsızlığını dinliyorduk.
-Hayır, bu projeyi herkesten sır gibi saklıyordum. Tam üç buçuk aylık çalışmamı çaldı. Sonuna geldim diye sevinedurayım, o hemen bir ekip kurup iki günde bitirmiş, toplantıda gözümün içine bakarak sunumunu yaptı şerefsiz!
-Nasıl, şimdi aynı şirkette mi çalışıyorsunuz? diye sordum hayretle.
-Bilmiyor musun? İki ay önce girdi. Benimle aynı bölümde, o da aynen benim gibi, proje mühendisi!
-Şirketteki bilgisayarında tutmuyordun herhalde çalışmanı diye araya girdi eşim.
-Tabii ki orada tutmuyor, USB üzerinde çalışıyor, üzerimden de ayırmıyordum. Yalnızca yatınca…
-Onu evine de çağırmazsın… Bir arkadaşın falan mı geldi bu sıralar evinize? Birini ayarlamıştır belki.
-Daha kötüsü var, daha kötüsü diye tekrarlıyordu Erdal gözünü aya dikip.
-Hale ya da çocuklar? deyiverdim.
Sonra düzelttim.
-Mümkün değil!
Erdal biraz önce devrilen kadehten oluşan kan kırmızı lekenin örtüde yayılışını izliyordu.
-Yoksa onları mı kandırmış? diye üsteledi eşim.
Erdal başını kaldırdı.
- Onu bir gün öldüreceğim.
-Sakın dedi eşim kolunu tutarak, o da zaten seni tahrik etmek için yapıyor. Ruhunu da çalmak için!
Ürperdim bir an.
-Çalacak, ruhumu da çalacak dedi başıyla doğrulayarak Erdal. Geçmişime ortak oldu, geleceğimi de elimden alacak.
Yeni bir masa örtüsü getirip usulca tabak, çanağı taşıyarak kan kırmızı lekeliyle değiştirdim.
- Önce çocukluk arkadaşıma kancayı attı. O zamanlar tanımıyorum bunu, soruyor, ben de anlatıyorum saf saf.
Elimde kırmızı lekeli örtü, onu dinliyordum.
-Sen git bul onu, benden bahsederek arkadaş da olmuş. Benden öğrendiği bilgilere dayanarak onun çocuklukta çok sevdiği un kurabiyelerinden almaya başlamış. Biriktirdiğimiz futbolcu kartlarını bile internetten arayıp bulmuş, ona doğum gününde sürprizler yapmış. Bir samimi oldular, valla benim kan kardeşim beni unutup Sadun’u çocukluktan beri tanır sanmaya başladı. “Çocukluğunda hiç arkadaşı olmamış herhalde” deyip gülüp geçiyorum. Ne bileyim bunun sadece bir başlangıç olduğunu.
Elimdeki örtüye gözü takılınca kucağımda sakladım.
-Sonra eski sevgililerimle çıkmaya başladı. Bana da selfielerini yolluyor. “Oğlum” dedim “manyak mısın sen, başka kız mı kalmadı, ben sana anlatmadım mı bu komplekslidir diye?”, veya ötekisi için, “yapıştı mı kurtulamazsın?”, diğerini gösterip “bu gözü yaşlı, sümüklü”… Affedersin senin yanında neler anlatıyorum ben…
-Önemli değil dedim koltuğumdan hemen kalkarak.
Örtüyü banyodaki makineye atmaya giderken arkamdan seslendi yine.
-Bu da yetmedi eski nişanlımı bulmuş.
Meraktan gerisin geri döndüm, kan kırmızı lekeli örtü hâlâ elimde.
- Eski nişanlım da bana kızgın zaten, oh bana inat hemen bununla yüzük takmış, ardından da bu ruh hastası benim ona anlattığım gibi, aynı şekilde yüzüğü atmasın mı? Kızdan öğrendim ben. Telefonu kulağımda patlatacak “Sen beni delirtmeye mi çalışıyorsun?” diye bağırıyor, Sadun’u benim yolladığımı sanıyor.
-İnanılmaz dedim, koltuğun kenarına ilişerek.
-İnanılmaz ya. Çektim bunu bir köşeye, “sen ne yapmak istiyorsun, derdin ne benimle, söyle? dedim. “Abi ben sana hayranım, idolümsün, gölgen oldum, peşine takıldım” diye beni kandırdı.
-Hoşuna mı gitti yoksa idol olmak, peşinde bir hayran…
-Evet de önceleri gerçekten geriden geliyordu, çocukluk arkadaşım, ergenlikteki sevgililerim… Ama gitgide arayı kapatmaya ve tehlikeli olmaya başladı. Baksana projemi elimden alıyor!
Elimde lekeli örtü, kalkmaya davrandım.
-Eşim dedi.
Yeniden oturdum.
-Çocuklarla annesinin evine gitti.
Yine gözlerini aya dikmişti.
-Sıcak İstanbul dedim, onlar Ada’dalar değil mi?
-Çok kavga ettik dedi bana dönerek. Onu çok suçladım. Ama başka kimden şüphelenebilirdim ki… Sizce başka bir yolu var mı USB’mdeki bilgileri almanın?
-Belki casus program koymuştur bilgisayarına diye fikir yürüttü eşim, olamaz mı?
-Kontrol ettirmedim mi sanıyorsun? Bilgisayarım temiz.
O sırada telefon çaldı.
-Hale arıyor diye atıldı Erdal, alo canım?
Yüzü bembeyaz ayağa fırladı.
-Sen!
Eşiğe ayağı takıldı, salona düşecek gibi daldı.
-Ulan ne arıyor karımın telefonu sende? Hemen Hale’ye ver.
Elini kolunu sallıyor, boşluğa yumruklar savuruyordu.
-Öldüreceğim seni, duyuyor musun?
-Kapattı diyerek telefonu divana fırlattı. Kapattı… Kapattı…
Erdal salonun ortasında dizlerinin üstüne çökerek, sarsıla sarsıla ağlamaya başladı.
-Her şeyimi aldı, her şeyimi…
Onu zor yatıştırdık. Yarı baygın koltuğa oturduğunda boş gözlerle bakıyordu.
-Karımı da almış dedi ağzı çarpılarak. Çocuklarımı da alacak. En sonunda göreceksiniz benim kimliğimle yaşayacak…
-Olur mu öyle şey!
Biz de şaşkındık.
-Dava açarsın dedik.
-Ne davası? diye sordu. Kimlik hırsızlığı mı?
-Hayır canım, diye geveledim, ağır tahrik, proje hırsızlığı, eşinle ilişkisi… Tabii ya onun tehlikeli bir psikopat olduğu ihbarında niye bulunamayasın?
-Bulunurum dedi fazlasıyla sakin. Hadi bana müsaade.
Onu o gece bırakmadık. Sabah kalktığında geceki halinden eser kalmamıştı. Kahvaltıda fıkra bile anlattı.
-Aslında dedi benden çaldıklarıyla üzerimdeki yükleri birer birer kaldırıyor. Geçmişimi temizledi. Hale ile pek de iyi değildik doğrusu, karı kocadan çok kardeş gibi olmuştuk. Çocuklar desen eşek kadarlar, hâlâ ekmek elden, su gölden… Tamam, havlu atıyorum, hepsi onun olsun, ben gidiyorum.
-Nereye? diye sorduk.
-O da sürprizi olacak! diye cevapladı
Erdal gerçekten hafiflemiş gibi dans eder adımlarla çıktı, gitti.
Balkondan onun apartmanın bahçesini geçerek sahil yoluna çıkışını gördük. Dönüp bize el bile salladı. Öğle güneşi dik geliyordu. Arkasında gölgesi yoktu.
-Görüyor musun mucizeyi dedi eşim, Erdal galiba Sadun’dan kurtuldu.
Çocukluk arkadaşım Leyla ile telefonda konuşuyorduk. Erdal’ı merak etti.
-Akdeniz turuna katıldı dedim. Çabuk toparlandı. Bizi şaşırttı doğrusu.
-Demek haber doğru! dedi tuhaf bir sesle Leyla.
-Hangi haber?
-Biraz önce televizyon verdi, San Remo yakınlarında kaybolmuş.
-Nasıl kaybolmuş? Gemiyle bir turdu. Sahile yanaşınca bir daha gemiye mi dönmemiş?
-Yok dedi Leyla, açıktayken gemi, en son gören sabaha karşı saat dört sularında diyor, zil zurna sarhoş, güvertede ağlıyormuş.
-Yoksa?
-Evet, kendini suya attığını ya da yanlışlıkla düştüğünü düşünüyorlar. Üç gün denizi taramışlar, bulamamışlar.
Örtümü defalarca yıkamış ama bir türlü kırmızı lekeden kurtaramamıştım. Her lekeyi görüşümde Erdal ile geçirdiğimiz son gece aklıma geliyordu. Erdal gerçekten ölmüş müydü?
-İnanmıyorum dedim eşime. Erdal’ın öldüğüne bir türlü inanamıyorum.
Bir hafta sonra yine haberi veren çocukluk arkadaşım Leyla oldu.
-Sadun’du değil mi o arkadaşınızın her şeyini çalan gölgesi. Evinde ölü bulunmuş.
Televizyonda Hale’yi gördük, başı iki eli arasında duvara dayanmış, boş gözlerle bakıyordu.
-Tek kurşunla gırtlağından vurmuş…
-Erdal dedim, eminim o, burada…
Hale sorulara işaretle cevap veriyordu.
-Vuranı gördünüz mü?
Hale başını sallıyordu.
-Siz neredeydiniz?
Banyoyu gösteriyordu.
-Silah sesine mi çıktınız?
Hale parmaklarını oynatıyordu. Bir anahtarı çevirir gibi.
Polis müdahale ediyor, gazeteciler dışarı çıkarılıyor, kadın polisler Hale’nin koluna giriyorlardı.
-Hale banyodayken onu dışarıdan kilitlemiş anlaşılan Sadun’un katili dedim. Sen de öyle anladın, değil mi?
-Evet dedi eşim de düşünceli. Hale’ye zarar vermek istememiş.
-O Erdal! diye fısıldadım.
Aradan 3 ay geçmişti. Hale ile yolda karşılaştık.
-İki ev idare etmek zor dedi.
Anlaşılan bir Erdal ile oturduğu kendi evlerine, bir de Sadun’un evine kediler doldurmuş Ada’dan sık sık onları doyurmaya geliyordu.
-Bu kez Erdal Sadun’un yanına geldi dedi bir sır verir gibi.
-Nasıl?
-Mezarları yan yana.
-Erdal’ın mezarı mı var? Kayıp diye duymuştuk…
-Boş, mezar boş da dedi deli gözlerle bakarak, ölüsü Sadun’un peşinde… Kendisinden çaldıklarını geri alacak!
Arkasından baktım, bir hayalet gibi gidiyordu.
Ertesi gün gazetelerde “Mezarı kim kazdı?” manşeti vardı. Bekçi uzun boylu bir erkek gölgesi gördüğünü söylüyordu. Sadun’un toprağı deşilmiş, kefeni yırtılmıştı.
-Erdal yaşıyor!
Akşam yine balkonda yemeğimizi yiyorduk, kapı zilimiz çaldı.
Diyafondan ses gelmedi, görüntü yüzünü gizleyen bir erkekti.
-Erdal?
Yukarı çıkıp, koltuğa oturunca kapüşonlu ceketini çıkarıp attı.
-Bana güzel yemeklerinden getir dedi. Bir de bir kadeh…
Mutfağa giderken eşimle konuşmasına kulak misafiri oldum.
-Banyoyu kullanabilir miyim? Bana bir de giyecek bir şeyler versen…
Ben sofrayı donatırken o da temizlenmiş, balkonda yerini almıştı.
-Birazdan teslim olacağım dedi.
San Remo açıklarında o Sadun’a kaptırdığını sandığı çocukluk arkadaşı onu teknesine almış, planladıkları gibi önce Fethiye’ye, oradan da yine onun arabasıyla İstanbul’a gelmişler. Sadun’un iş çıkışını beklemiş, onu bir gölge gibi izleyerek evine gelmiş, o asansörle çıkarken merdivenleri son sürat çıkmış, Sadun kapıyı açtığında o da arkasından içeri itip girmiş. Yatak odasına sürüklerken banyodan karısının sesini duyunca kapısını kilitlemiş. Sonra eliyle koymuş gibi odadaki komodinin içinden yine kendisinden çalmış olduğu tabancayı alıp onu gırtlağından vurmuş. Yere devrilmiş Sadun’un ağzına dayamış yastığı. Banyodan karısının çığlıkları gelirken fırlamış gitmiş. Üç ay arkadaşında kalmış. Dün yeniden bir şüphe kemirmiş beynini. Mezarı açıp, kefeni yırtması öldüğüne emin olmak içinmiş.
Tatlısını da yiyince telefonla polisi aradı.
-Erdal’ı ben vurdum dedi.
Hayretle ona baktık. Cinayet işleyerek ruhunu da ona teslim etmişti. Polisler geldiğinde ben “Sadun” diyordu. “Yanılıyorsunuz Sadun benim, ölen Erdal…”
GELECEK HAFTA
HER GECE SAAT ONDA
24 Temmuz Kısa öykü: Kedi Kadın
17 Temmuz Kısa öykü: Ailenin büyük sırrı
10 Temmuz Kısa öykü: Köpüklü bıyıklar