ersinaru@gmail.com
Gecenin on ikisinde yan balkondan bir öksürük sesi gelince birbirimize sus işaretleri yaparak kahkahalarımızı zorla bastırabildik.
Bu sıcak yaz gecesinde içeriye geçmemiz olanaksızdı. Yanıp sönen ışıklarıyla mücevher gibi parıldayan İstanbul silueti karşısında yenilmiş güzel bir yemeğin ardından yeniden doldurulmuş çay bardaklarımız önümüzde, masamızda birbirimize doğru eğilerek, inanılmaz keyifli sohbetimizi her şeye rağmen sürdürmeye kararlıydık.
-Peki Kibar Feyza lakabı nereden çıktı? diye sordu Bedri kalın sesini küçültmeye çalışarak.
- Biz de bilmiyorduk ki dedi Gülçin fısıldarcasına, sonradan öğrendik.
- Feyza ve Leyla senin yanına Belçika’ya geldiler dedim küçük sesimle anlatılanları özetleyerek, sen de onları gezdiriyorsun.
Sonra kocalara Gülçin’in çocukluk arkadaşım olan Leyla ve lise sonu birlikte okuduğumuz Feyza’yı eskiden Bahariye Caddesi üzerindeki ünlü kebapçıda tanıdığını hatırlattım. Biz lahmacun ve kebaplarımızı sabırsızlıkla beklerken, Urfalı Feyza “Burada kebaptan başka bir şey yok mu, fasulye, enginar, bir sebze?” diye yüksek sesle sorunca bütün başlar bize dönmüş, “Ya ben öyle soğanlı sarımsaklı şeyler yiyemem ki…” deyişine salon gülmekten yıkılmıştı.
-O zamanlar kebapçı salonlarında şimdiki gibi mezeler de yok…
Urfalı olup da lahmacun, kebabı ağzına koymayan Feyza müzikte de seçiciydi. Arabesk ne kelime, Türk sanat müziğine bile tahammül edemezdi.
-Onu kızdırmaya bayılırdık diye söze karıştım. Bir keresinde Moda çay bahçesindeki müzik kutusundan dinlemiş olduğum Sevim Tuna’nın seslendirdiği Bağdat Yolunda şarkısını “Tam Feyzalık” diye almış, eve geldiğinde çalmıştım da tepkisi beklediğimden de korkunç olmuştu.
https://www.youtube.com/watch?v=q_8skdQ7yxA
-“Lavabo nerede lavabo?” diye bağırıp ağzını tutarak banyoya koşmuştu diye gülmeye başladı Leyla. Minibüste gibi hissetmiş kendisini. Araba tutarmış da…
Gülçin’in ayağa kalkmış, onun kapıyı çarpıp gidişini taklit edişine dayanamamış, kahkahaları patlatmıştık.
Yandan gürültümüze öksürük sesi de gelmemişti. Galiba karşı daire komşumuz da bir koltuk çekip bizi dinlemeye başlamıştı.
-Neyse efendim dedi Leyla, daha havaalanında Feyza’nın tuhaf kibarlığı başladı. Ben sudokusu, bulmacası olanları seçerken o İngilizce birkaç sayfalık gazete bulmuş, onu aldı. Ben olmasam Fransızca bilmediği halde tuttuğu le Monde’u da elinden bırakmazdı.
-“Benden ne istersin?” diye sorduğunda diye atıldı Gülçin, damadım için Feyza’dan bir Urfa şalvarı istedim, hakaret etmişim gibi “Başka bir şey iste” dedi. Urfalı Feyza değil de Modalı Leyla buldu getirdi şalvarı, iyi mi?
-Neyse diye devam etti Gülçin evimi beğendi. Komşularımı nezih buldu, “İşte yaşanılacak yer” deyip kendini koltuğa attı.
-Tuhaf işte diye araya girdi Leyla, Brüksel’in merkezinde Gaziantep kebapçısı gördük, “Girelim mi kızlar?” deyiverdim, ne yapayım canım istedi.
-“Sen lahmacun yiyor musun?” diye sorduk Urfalı Feyza’ya.
-Baktık Feyza’da tikler başladı. “Ben biliyorsunuz, lahmacun yemem, pizza yerim” dedi.
-Ben de misafir diye acıdım ona, “Hadi sizi Anvers liman şehrinde güzel bir İtalyan restoranına götüreyim” dedim.
-Benim Mini Cooper arabama sıkıştık, elimi torpido gözüne atıp cd çantasını çıkardım. Koy Leyla buradan bir klasik parça, Feyza’ya da “hon” olsun dedim.
-Ben de içindekilerden ilk tanıdık olanı seçtim. Carmen, Bizet’ninmiş, onu koyuverdim.
-“İnsaf” dedi bizim Feyza burun bükerek, “daha popülerini bulamadın mı?”
-“Kafamı kızdırma” dedim gençlik arkadaşlığımızın samimiyetine dayanarak, “Senin gibi kaliteli insanların dinlediği hangisiyse, seç buradan.”
-“Bach koy Bach” dedi, “hangisi olsa olur.”
-Gülçin’in küçük arabasında neşeli bir sohbete dalmış etrafa bakarak gidiyorduk. Feyza iki yaşlı kadın gördü. Hayranlıkla “Ne hoş ne şıklar” dedi.
-Ben de hemen “Feyzacığım bir de o muhteremleri kafelerde biraları kafalara dikerken gör. Flaman köylüleri neşelidir.”
- Pizzeria Napoli tabelalı restoranın önüne park ettik diye atıldı Leyla. Sanki İtalya’da hazırlanıp prefabrik Anvers’e kurulmuş, o kadar İtalyan’dı.
-İçeri girince Feyza iyice keyiflendi. Folklorik İtalyan pizzacısı, yeşil kareli önlüklü garsonlar yol gösterirken bizim grubun başını çekip, masayı o seçti.
-Garson siparişleri almaya gelince ben eskiden bir defa yediğim Pizza Romana’dan istedim dedi Gülçin.
-Ben şaşmam, hep dört peynirli isterim dedi Leyla.
-Feyza menü kartını kapatıp “Certo Pizza Napoli” dedi. Sonra da bize döndü, burnu bir karış havada “Napoli pizzacısında Napoli pizzası yenir!” dedi.
-Bu kadarına dayanamadım dedi Leyla. Bizim de İtalyan lokantalarında yemişliğimiz var yani. Döndüm “Koca Napoli şehrini yemeye niyetli değilsen, Pizza Napoli değil Napoliten diyeceksin” diye bozuverdim havasını.
-Leyla ile Feyza atışırlarken gözüm garsonlara takıldı dedi Gülçin. Nedense siparişleri alan bizim masayı arkadaşına göstermiş, o da heyecanla odun fırınlı mutfak bölümüne girmişti.
-Ben de dedi Leyla, Gülçin’in baktığı yere başımı çevirince açık mutfağın tezgahından bize doğru sarkmış aşçının başını gördüm. Tam söyleyecektim masanın altından Gülçin’in tekmesini yedim.
-“Nasıl pizzan Feyza?” diye dikkatini dağıtmaya çalıştım dedi Gülçin. Gerçi bir yandan da güzel bir Napoliten şarkı onu mest etmiş durumdaydı.
https://www.youtube.com/watch?v=GYwafK4HttY
-Ben dayanamadım diye sözü aldı Leyla, “Söyle Feyza” dedim, “Türklere niye bu kadar kızıyorsun ki, bu garsonlar da buraya göç etmiş İtalyan fidanları, pizza yersin de niye o güzel lahmacunumuzu yemezsin sanki?”
- Feyza “Ne ilgisi var” diye cevap verince, “Napoli’ye gittin mi hiç?” diye sordum garsonlara duyurmamaya çalışarak kısık bir sesle. “Napoli’de eğer mafyaya haraç vermezsen şehrin temizliği de onların elindeymiş, senin çöpünü kapının önünde öyle bırakır toplamazlarmış. O sana çok sempatik gelen Napoli bir mafya şehri, ne haber?”
- “Olabilir” dedi, mafya da olsa kültürlü mafyaymış, Rönesans geçirmiş bir kere. Biz kahkahayı patlatınca garsonların hepsi bize doğru döndü. Müziğin de sesini yükseltmişlerdi sanki. Kendimizi Anvers’te değil de Napoli’de sanmamız için doğrusu ellerinden geleni yapıyorlardı.
- Feyza da pizzasından uzun ince kestiği parçaları lahmacun gibi yuvarlayıp öyle yerken. “Ay Anna Magnani filmleri gibi, müzik ne hoş” demekten kendini alamıyordu.
-Garsonlardan biri yanımızdan geçerken diğerine “5 numaraya bak” dedi gibi geldi bana. Ben de lavaboya gitmek için kalktım.
-Gülçin kalkınca ben meraktan arkasından baktım, herhalde aşçıya yerini soruyordu, ama sohbeti uzun sürdü. İşte o sırada tavandaki yeşil kareli abajurlarla aynı kumaştan yeşil kareli şapkalı yeni bir garson belirdi masamızda.
-Eee…
Yandaki balkondan da koltuk yaklaştırma sesi mi gelmişti ne…
-Ee’si dedi Leyla, Gülçin de yok yanımızda, “Biz şimdi bu adamla İngilizce mi konuşacağız?” diye tereddütteyken garson Feyza’ya dönüp bir şeyler söyledi.
-Ne dedi?
-“Ti amo keko grazie ragazza signorina gentille kezi” dedi o kırık klasik İtalyan sesiyle.
-Ne demeye geliyor? diye sordu eşim. Keko da sanki Kürtçe gibi…
-Bunu da anlamadığımız için tekrarlamasını istedik. Garson da ciddi durmaya çalışarak tekrarladı. O sırada da Allahtan Gülçin geldi.
-Geldim ve “Seni seviyorum keko, kibar kız” diye garsonun söylediğine açıklama getirdim.
-Tabii hepimiz şaşkınız “Bu da ne demek?” diye düşünürken garson Türkçe konuşmaya başlamaz mı… “Feyza Hanım bizim agamızın kızıdır, başımızın tacıdır.” demez mi… Bir de ardından “Ona bizim orada herkes Kibar Feyza Hanım der” diye eklemez mi…
-İşte o gün bugündür Feyza bizim için Kibar Feyza oldu.
Yan balkonumuzdan tutulamayan gülme sesleri geldi. Galiba iki kişiydiler.
Kahkahalar arasında Gülçin sonrasını anlattı.
-İtalyan garson memleketlisi çıkınca, Feyza “Sahtekârlar” diye bağırdı. Peçeteyi fırlatıp kapıya doğru kalkınca zaten parayı da ödemiştim, Leyla’yı da çektim kolundan, arkasından koştuk.
-Gülçin yalvarır, “Vallahi bilmiyordum” der, yeminler eder, ben onu desteklemek için “Yahu garsonlar İtalyan gibiydiler, Urfalı olduklarını nereden bilebilirdik” diye Gülçin’i destekler dururum, sonunda onu sakinleştirdik.
-Zorla bir Belçika kafesine soktuk dedi Gülçin. Kızımın başı üzerine yeminler ederek bu pizzacının gerçekte İtalyan pizzacısı olmadığını önceden bilmediğimi, aşçıyla konuşarak öğrendiğimi anlattım. Aşçının bana sadece kendilerinin değil, Anvers’teki İtalyan pizza restoranlarının bazılarının gerçekte Türkler tarafından işletildiğini ama Türk olduklarını söyleseler kimse gelmeyeceği için İtalyan rolü yaptıklarını bir sır olarak verdiğini aktardım.
-Niye diye sordum ben de Türk olduklarını bilseler Belçikalılar niye gelmezlermiş?
-Ee Lahmacun, döner kebap canları isteyince Türk’e gidiyorlar, Türk lokantasında niye pizza yesinler ki…
-Kafede böyle konuşurken dedi Leyla, esmer bir garson kız siparişleri almaya geldi. Feyza Gülçin’e “Burası Belçika kahvesi demiştin, bu da yoksa bizden mi? diye kuşkuyla sordu.
Kibar Feyza Avrupa’nın merkezindeki Belçika’da pizzacının Urfalı çıkmasına o kadar alt üst olmuş ki, ertesi gün kendisi Gaziantep kebapçısına gitmeyi istemiş.
Gece bitmiş, ayrılırlarken hâlâ taklidini yapıyorlardı.
Feyza bir yandan lahmacunları mideye indirirken “En azından burada kimin kim olduğu belli” diyormuş…
GELECEK HAFTA
KONUM AT GELEYİM
23 Temmuz Kısa öykü: Çekirdekten yetişme
16 Temmuz Kısa öykü: Moda'da serenat
8 Temmuz Kısa öykü: Mutluluk oyunu