Kısa öykü: Kayıp uçurtmalar

RÜYA ERSİNA UYGUR
ersinaru@gmail.com

-Aa bir uçurtma daha...

-Ne üzülmüştür elinden kaçıran.

Banu beklenmedik bir hüzünle uçurtmanın dalgalanarak kayıplara karışmasını izliyordu.

-Ne o dedim, çok mu uçurtma kaçırdın?

-Çok dedi Banu, ileriye, karşı yakaya, İstanbul siluetine dalgın dalgın bakarak. Çocukluk hayallerim de onlarla birlikte, birer birer uçup gitti.

Sonra aniden bana döndü.

-Biliyor musun, hayal kuramıyorum artık. Bak gözlerime, bakışlarım sertleşti. Gerçekler beni öldürdü. Yavaş yavaş…

Gözlerimiz karşı kıyıda, yan yana oturarak kahvelerimizi yudumladık. İki kadın birden kendimizi yolun sonuna ulaşmış, hayli yaşlanmış hissettik.

-Ne olmak isterdin çocukken? diye sordum sesimin titremesine engel olamayarak.

-İlk hevesim dedi Banu mahzun gülümseyerek, annem gibi olmaktı. Baktım o mümkün değil, hiçbir zaman annem olmayacağım, o hep benim annem kalacak, bunu anlayacağım yaşa gelince bu kez onun gibi öğretmen olmak istedim.

-Nedense öğretmen olmak benim aklımın ucundan bile geçmemişti ama onu da yaptım dedim ben de gülümseyerek.

-İlkokul öğretmenimi pek sevemedim diye devam etti Banu. Bu yüzden bu hevesim de geçti. Bir berber vardı mahallede. Önünden geçerken dayanamaz, içeri bakardım. O zamanlar bigudiler sarılır, kadınlar makinenin içine sokar kafalarını, başlarını kıpırdatamadıkları için renkli dergileri göz ucuyla okurlardı. Berber makası öyle sallardı ki tutam tutam saçlar yerlere dökülür, çırak o saçları toparlarken berber o kadını içeri girdiğinden çok farklı hale getirir adeta mucize yaratırdı. Berber olmayı çok istedim.

-Annen dünyada izin vermezdi dedim, Betül hanımı hatırlayarak. O “havai bir meslek” derdi herhalde.

-Tabii, önce berberliğin pek saygın bir meslek olmadığını anlatmaya çalıştı. Babam bile böylesi aşağılamaya karşı çıkınca bana bir müşterinin berber Naciye’yi nasıl azarladığını gösterdi diye güldü Banu. Kadın ayağa fırlamış “Yaktın saçlarımı Naciye, ben de seninkileri yolayım da gör” diye bağırıyordu. Gözümde büyüsü bozuldu işin. Çok korktum, vazgeçtim berberlikten de.

İki çok yaşlı kadın gibi omuzlarımız sarsılarak güldük biraz.

-Ben o işi amatörce yaptım dedim ona yandan bakarak. Bir iki yakınımın saçlarını kesmiştim.

-Becerebildiysen bravo dedi Banu, o da göz ucuyla bana bakarak.

-Yok canım nerde dedim, eşime berber “sakın size bu eşek tıraşını yapana bir daha başınızı emanet etmeyin” demiş.

Yine güldük beraber.

-Sonra spora merak saldım. “Yüzücü olacağım” dedim, annem “Yazları yüzüyorsun ya” dedi. “Ünlü bir ressam olsam” dedim, annem “O da meslek değil, hobi olarak yaparsın” dedi.

Fincanını çevirerek kenarda kalmış telveden şekillere beğenmez baktı. Fincanı bıraktı.

-Kırk yıl çalıştım aynı şirkette. Her gün aynı saatte gelip, her gün aynı saatte dönerek. Annemin öldüremediğini de çevremdekiler tamamladı, bende hayal kalmadı.

Sessiz, karşı kıyıda gezdirdik bakışlarımızı.

-Bana emekli olurken plaket verdiklerinde yere çarpmak istedim. “Bu mu bırakacağım iz bu dünyaya, gümüş bile değil, kaplaması…” bile diyemedim, ağladım. Yerimi alan genç memure, bir güzel sahiplenmiş o saat 9-5 işinin koltuğunu “İstediğiniz her zaman gelirsiniz” demez mi, ona da bir güldüm, bir güldüm.

- “Kadına bak ayak sürüyor, kazık çakmak istiyor” demiştir herhalde içinden.

Bir daha gülme kriziyle sarsıldık.

-Yarım akıl işte, öğüt versem anlamaz ki…

-Akşama, hani üniversiteden arkadaşınız var ya, o Hasan geliyor, sen de kal istersen yemeğe dedim.

-Yok dedi Banu, gideyim ben, akşamları erken yatarım.

-Niye?

-Niye olacak, sabah erken kalkmak için.

Yine bir gülme krizine tutulduk.

Sonunda ısrarlarım işe yaradı. Belki de kendinde kalkıp gidecek gücü bulamadı.

-O zaman sende yatarım bu gece dedi.

Akşam yazdan kalma sonbahar gecelerinde hep yaptığımız gibi sofrayı balkona kurduk. Hasan üç kez evlenmiş, üç ayrı hanımdan üç çocuğunu Avrupa’nın değişik başkentlerinde bırakıp, dünyayı dolaştıktan sonra Türkiye’ye yeniden yerleşmişti. Eve gelince hemen mutfağa daldı.

-Aslansın, istediğim yemekleri yapmışsın dedi.

Sonra Banu’ya takıldı.

-Sen de pek yemek yapmayı bilmezsin ya, iyi oldu, bu gece ikimizin de mideleri bayram edecek.

Eşimin bu iki üniversite arkadaşı ne zaman bir araya gelseler birbirlerini kızdırmadan edemezlerdi.

Hasan’ın her gelişinde olduğu gibi oldukça gürültülü çatal kaşık sesleriyle neşeli bir yemek yedik.

-Bir daha alıyorum diyordu her seferinde.

Kahvelere gelince sıra, Hasan’a[u1] Türkiye’de ne yapacağını sordum.

-Bulmuştur bir şeyler dedi eşim gülerek, bu adam emekli olmaz.

-Ben bir dükkân açtım dedi neşeyle Hasan.

-Ne dükkânı? diye sordu Banu öylesine, ilgisiz.

-Çıfıt dükkânı, ne ararsan var.

-Nerede? diye sordum merakla.

-Üçüncü köprüye yakın Garipçe diye bir köy var ya, oralarda… Dizicilerin yerinde…

-Sen oraları nasıl buldun? diye sordu hayretle eşim. Oğlum bizim haberimiz yok…

-Yurtdışında gazete okurdum ben, ne haber?

Hasan’ın başka projeleri de varmış. Bütün gece o anlatmaktan yorulmadı, biz de dinlemekten. En ilginci gönüllü itfaiyeciliğe yazılmış.

-Çocukluk hayalim dedi.

Belediye’yi ikna etmiş, “Ormanları yakarlar” diye korkutarak, dükkânın arkasındaki boş araziye bir itfaiye istasyonu kurdurmuş.

-Duman daha yükselmeden atlıyorum arabaya. Herkesten önce oradayım.

Sonra uzun uzun bir yangında ilk dakikanın önemini açıkladı. Yangınla mücadelenin her safhasında belirleyici olanın yangının inanılmaz hızı olduğunu, her 10 derecelik sıcaklık artışının yangının reaksiyon hızını ikiye katlayıp ilerleyen saniyelerde katlanarak ivmeli olarak arttığını, itfaiye arabasıyla oynayan bir çocuğun heyecanıyla anlattı.

Banu birden ağlamaya başladı.

Hasan şaşırmış ona döndü.

-Ne oldu bir yakınını yangında mı kaybettin? diye sordu.

-Ne yangını dedi Banu, benim hayatım öyle renksiz, hareketsiz geçti ki, sen böyle anlatırken ben hiç yaşamamışım gibi geldi.

Banu yüzüne bir çeki düzen vermek için ağladığından utanmış halde sarsak adımlarla içeriye giderken Hasan bana göz işaretiyle sordu.

-Nesi var bunun, depresyonda mı?

-Hayalleri tükenmiş dedim, bütün gün bunu konuştuk. Sen de hemen üstüne çocukluk hayallerinden bahsedince…

-Hayal biter mi hiç? diye şaşırıyordu Hasan. Gelsin benim dükkâna, bana yardım etsin. Beni izlemesi yeter, ölü canlanır da mezarından çıkar valla. Öyle hareketlendiririm.

Banu sofraya dönünce bu kez “içimdeki çocuk” sohbeti başladı. Hasan “o hiç büyümeyen çocuğun içinde kımıl kımıl tüm isteklerinin yerine getirilmesi için heyecanlandığını” söylüyor, Banu ise onu imrenerek dinliyordu.

-Eşim gittikten sonra dedi Banu, yani evi terk ettikten sonra ben içimdeki çocuk ne halde onu düşünecek durumda değildim. Kızımı tek başıma büyüttüm. Senin gibi çocukları birisinin yanına terk edip o şehir senin, bu şehir benim gezmedim.

-O yine senin karakterinden geliyor dedi Hasan, çok isteseydin, bir yolunu bulur, olmadı çocuğunu da alıp birlikte gezerdin.

Biri “tercih” derken diğeri “sorumluluklardan” bahsediyor ve “yaşamın gerçeklerinin hayallere yer bırakmadığını” savunuyordu. Böylece Hasan kalktığında gece yarısını geçmişti.

Kapıdan çıkarken Banu’ya seslendi.

-Teklifim hâlâ geçerli. Ben yangın söndürmeye gidince sen dükkânda oturur, çocukluk hayallerini hatırlamaya çalışırsın.

-Dur bakalım, sen vazgeçme de dedi Banu, bakarsın gerçekten gelirim çalışmaya.

Hasan çıkarken onu kızdırmadan edemedi.

-Ama biraz da yemek yapmayı öğren!

Banu ile biraz daha balkonda lafladık. Hatta çocukluk arkadaşım Leyla, uyumamış, mesaj yollamıştı, biz de onu aradık.

-Ne diyorsun dedim Leyla’ya, Banu’yla konuşuyoruz, senin içindeki çocuk ne alemde?

-Büyüyün biraz dedi, ne çocuğu…

O da Banu gibi düşünüyordu, insanlar gerçekçi olmalı yapabileceklerini hayal etmeliydi. “Yoksa vücudun ruhuna uymaz, rezil olursun” dedi.

Ertesi sabah kahvaltıda Banu daha neşeli görünüyordu.

-Acaba Hasan’ın çıfıt dükkânında peruk da mı satsak? dedi.

Gece uyumadan önce yine kuaför dükkânı hayalleri kurmuş, hatta rüyasında da saçlarla uğraşmış. Kıvırcık bir saç sokakları dolanıp gidiyor, o da toplamaya çalışıyormuş.

Sonra itiraf etti.

-İlk kez böyle bir rüya görüyorum, Hasan’ın sayesinde!

Banu’yu yolcu ederken kapıcımızın karısı Nurgül’ün aşağıdan gelen sesini duydum. Bizim kata gelince ona sordum.

-İçindeki çocuk nasıl Nurgül?

Kıpkırmızı kesildi.

-Nereden bildin? dedi.

Kuşkulanmış, geçenlerde jinekoloğa gitmiş, neyse ki hamile değilmiş.

-Biliyor musun bu yaşta çok utanırdım dedi. Oğlan üniversiteye gidiyor, kızın liseyi bitirmesine bir yılı kaldı…

-Öyle değil dedim gülerek. Biliyor musun hani çocukken hayal kurduğun gibi heyecanlı mısın diye sordum.

-Ben hep heyecanlıyım da çocukken hayal kurduğum gibi değil elbet dedi. Bak önümüzdeki ay oğlanı nişanlıyoruz. Onun heyecanı bir yandan, yeğenim askere gidecek, o kınalıyı yolcu etmek var… Emmioğlunun torunu oluyor onu görüp, altın takacağız…

Sonra çöpü alırken gülümsedi.

-Arada bir çocukluk hayallerimi hatırladığım da oluyor tabii dedi. Geçen köye gittiğimde denemek istedim, olmadı. İnşallah günün birinde ben de bisiklete bineceğim. Ağabeyim bindi, benim içimde kaldı…

Çöpü asansör kapısının yanına koyarken dönüverdi.

-Ha bir de dün bir uçurtma buldum arka bahçede. Çocukken pek heveslenirdim. Onu uçurttum dedi.

GELECEK HAFTA

YUKARI AKINTI

23 Ekim 2016 Kısa öykü: Dayının şeridi

16 Ekim Kısa öykü: Her sonbahar gelişinde

09 Ekim Kısa öykü: İlahi makine

02 Ekim Kısa öykü: Olmaza sevdalananlar

25 Eylül Kısa öykü: Geçmişin aynasında güzeller