Kısa Öykü: KOY KAPIYA NOKTA KOM

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

 “İnsan insanın kurdudur” diye diye ilişkilerini kurnazlık ve rekabet temelinde yürüten Ezra her atılımıyla beni yeniden dehşete düşürmeyi beceriyor, sanki bundan gizli bir zevk alıyordu.

-Ezra kocasını satışa çıkarmış dedim kahvaltıda.

-O da güzel…

Tabletinde günün haberlerine dalmış eşim birden ayıldı.

-Ne dedin sen?

Kısa kambiyo memurluğu dönemimden arkadaşım Ezra, bir malın pratikte nasıl satılacağını kırkında emekli olduktan sonra tesadüfen öğrenmiş, o günden sonra para kazanma hırsıyla elindeki tüm değerleri sata sata şimdi de sırayı kocasına getirmişti.

Ezra’nın satış başarısı eski püskü bir pufla başlamıştı. 1996 Yılında taşınırlarken yeni eve yeni salon takımı ısmarlamış, eskisinden de satarak kurtulmak istemişti. Eskiciler inanılmaz düşük fiyatlar verince vaz geçmiş, yorgun, eski pufuna çökmüş, kara sular inmiş ayaklarını dinlendirirken ve tam da “Bu eşyaları kime hayrına versem?” gibi iyi bir düşünceye varmışken, aralık kapıdan ufak tefek, işbilir bakışlı bir eskici girmiş. “Kaça?” der gibi bir göz kırpıp, kafasını sallayarak kanına ticareti sokmuştu.

Ezra sadece üstüne oturduğu için “puf hariç sen bir teklif yap” demiş, eskici ise satmadığı pufa gözünü dikmiş. Ezra da Avrupa Birliği Temsilciliği’nde sekreter Alman arkadaşından aldığı puf üzerine iş olsun diye başlattığı pazarlığı öylesine kızıştırmış ki Türkiye’ye karşı ucu açık üyelik kararları sanki üzerinde verilmiş gibi değer kazanınca, sayesinde tüm mobilyalar fiyatının üstünde gidivermiş. O zamanın parasıyla 2 milyar…

Bu inanılmaz başarısının ardından Ezra ticarette kurtlaşmış, pazardan alma iç çamaşırlarına dantel ekleyerek “Madonna donu” diye butik fiyatına satışıyla artık utanmayı da bırakmış, parasına para katmıştı.

Ezra’nın çok para getiren üçüncü satışı ise “Ruhu burada” yastıklarıydı. Aile fertlerinin fotoğraflarını yastık üzerine bastırıyor, yurtdışına okumaya, çalışmaya giden çocukları, askere giden oğulları, Allah gecinden versin ölenleri için “Ruhu burada” yazdırıyordu. Sevdiklerinin fotoğraflı “Ruhu burada” yastıklarını divanlarının başköşesine koymak isteyenler kuyruğa giriyorlardı.

Yıllar içinde satış konusunda özgüveni tavan yapmıştı. Ünü de! Ürün değişse de onun satış sırrı hep pufunda yarattığı değer algısında yatıyordu. Her seferinde bingo.

“Bu kez farklı bir şey satacağım” deyince “ruh”tan öte ne satacağını doğrusu merak etmiştik. Kocasını satacağını konken masamızda elinde kartları dizerken açıklayınca Ayla, İnci, çocukluk arkadaşım Leyla da tıpkı eşim gibi anlamaz baktılar.

- Niye satmayayım? dedi Ezra, ekranda evlilik programlarını her Allahın günü izlediniz, talep var.

-En iyi koca adayı evli olandır derler, doğru mu? diye kendi sordu itirazlara kulak asmadan.

-Öyleyse arz da benden başlasın diye kendi cevabını yapıştırdı.

Şaşkın halimize gülüp projesini açıkladı.

-Liberalizmin kuralı bu arkadaşlar, “Ben egoist olayım, sen egoist ol ki toplum zenginleşsin”. Benimkini satmayı başarabilirsem, kocasını kapıya koymak isteyen hanımların hücum edeceği bir internet sitesi “Koy Kapıya Nokta Kom” kuracağım. Bu siteye koca arayan kadınlar da saldıracak.

Şaşkın bakışlarımız altında anlatmaya devam etti:

-Sitede, satılık kocanın boy fotoğrafına iki boyut daha kazandırılacak. Üç boyutlu koca animasyonlarla kapıya konulacak. Koca satış, alışlarından komisyon almaya başlayacak, siteme hücum olacağından reklam yağacak ve emekli maaşıma birkaç misli ek gelir sağlayacağım. Fena mı?

“Sen çıldırmışsın” diyen Leyla hariç, diğerlerinin kocasından kurtulmak isteyecek arkadaşlarının listesini yapmaya koyulduğunu görünce bu şok edici fikrin benimseniş hızından doğrusu korkuya kapıldım.

Ayla telefona sarılmış, kocasından yaka silken görümcesini arayacaktı Ezra durdurdu.

- Arkadaşlar önce benimkini satmamız lazım dedi.

Hepsi bir an düşünüp, “yok” dediler, “kimse almaz kocanı”.

Doğrusu Ezra biraz bozulmuş, “Siz kim oluyorsunuz da kocamı değersiz ilan ediyorsunuz” dercesine bakıyordu. Ne de olsa 40 yıllık evlilerdi.

Ama kararını vermişti bir kere.

-Hanımlar, hani bir arkadaşınız vardı, bebek yüzünden evlenmeyi zorla kabullenmiş kocası doğumdan birkaç ay sonra kaçmıştı, neydi o hanımın adı? diye sordu.

-Sevim’den bahsediyorsun dedi Ayla. Haftaya onu dördüncü oyuncu olarak çağırabiliriz, ha?

- Öyleyse bu işi oldu bilin dedi sevinçle Ezra.

Ertesi hafta aynı gurup oyun masasının etrafında toplanmıştık. Leyla’nın yerine Sevim oturmuş, kartları İnci karıyordu.

Ayla iskambil kağıtlarının arkasındaki Che Guevara’nın başını okşayarak konu açtı.

-Ne yakışıklı adam, gel dese ben de gerillası olurdum, deyip kıkırdadı.

İnci lafı aldı, Ezra’ya pas attı.

-Özgürlük işte, eskiden Che diyeni hapse atarlardı, şimdi oyun kartı sırtı oldu.

-Maalesef eve sokamam böyle kartları dedi Ezra, kocam pek kıskançtır.

Sevim’in imrenerek Ezra’ya baktığını gördüm.

-Sanırım ben haketmediğim kadar şanslı bir kadınım diye sürdürdü konuşmasını.

Sevim’in ilgisi artmıştı.

-Haftanın bir günü oyun günümdür, iki gün spor, bir gün kuaför. O ise insanlara implant yapıp para kazanır, akşam olunca dişçi muayenehanesinden doğru eve gelir, ben yoksam yemeğini ısıtır yer. Önemli günlerimizde de beni hediyelere boğar. İdeal koca o değilse, söyleyin kimdir?

Sevim biraz çekingen sordu.

- Peki o seninle neden evlendi?

-Gözlerimi baygınlaştırıp, şakalarına kahkahalarla gülmem ona yetti.

- Bu kadar basit mi? diye sordu hayretle.

- Evet, dedi Ezra, Allahtan eşim yaşlandı da kadınların dikkatini çekmiyor. Yoksa halim harap.

Oyun sonrası ayrılırken Sevim uzun zamandır implant yaptırmak istediğini söyledi. Kocası dişçiydi değil mi, telefonunu verebilir miydi acaba?

Bir hafta sonra Ezra kocasındaki değişiklikleri bize rapor etmeye başladı. Spora yazılmış, body yapıyormuş. İkinci hafta losyonunu değiştirmiş, artık süpermarket kokuları sürmüyormuş. Üçüncü hafta gardrobu eskimişmiş, yeni farketmiş, yeniliyormuş. Akşamları Ezra’ya bir buket çiçek getirmeyi ihmal etmiyormuş. Fıkra repertuarı ikiye katlanmış, onu bile güldürüyormuş. Kocası göz göre göre elden gidiyormuş!

Bir ay sonra geç kalmalar başlamış, malum iş toplantıları... İki ay sonra iş seyahatleri... Üçüncü ayın sonunda beklenen boşanma celbi gelmiş. Telefonda boşanmayı kabul etmesi için diller dökerken, Ezra da kıs kıs gülüyormuş.

Ezra’nın Koy Kapıya Nokta Kom sitesi de hazırdı, hemen sunuma açıldı. Profilde mutsuz bir karıkoca birbirine zincirlenmiş. Kapakta bir slogan “Bırakınız beni satsınlar, bırakınız alsınlar”.

Sükse umulanın kat kat üstündeydi. Kanun elvermediği için elbette satılmıyor ama fotoğrafından üç boyutlu hale getirilmiş kocanızı, yandaki seçici aletlerden el sallamayla kibarca kapıya koyabildiğiniz gibi arkasından bir tekme de savurabiliyordunuz. Meğer gazetelerin üçüncü sayfaları az bile yazarmış, özellikle de kırsal kesimden hanımlar kocalarının arkasından balta yollamayı tercih ederken, sosyete hanımları bıçak sallayarak herkesi şaşırtıyordu. Bazısı hırsını alamıyor, tekme tokat girişiyordu. Balta, bıçak, tekme tokat, ya da bir fiske, hepsinin bir bedeli vardı.

İsterseniz müzik de ekleyebiliyordunuz. Yavaş çekim vedaya genellikle yaşı geçkinler Dario Moreno’nun “Elveda aşkım”, gençler ise Yıdız Tilbe’nin “Yürü, anca gidersin” şarkısını tercih ederken, balta yollayanlar Ruhi Su’nun tok sesiyle “Arkasından baltasını biledi, biledi» parçasını seçiyor, tekme tokat girişenler tekno müzik koyuyorlardı. Fiske atanlar ise eşlerini Mustafa Topaloğlu’nun “Geri zekalı sevgilim, sende biraz akıl olsa beni severdin” şarkısıyla yolluyorlardı. Hiç yaratıcılığı olmayanlar süperstarımız Ajda’nın durumun klasik özeti “İstenmiyorsun artık” şarkısıyla yetiniyorlardı.

https://www.youtube.com/watch?v=CCwf6nAaXVM

https://www.youtube.com/watch?v=4A27LFrR5fc

https://www.izlesene.com/video/mustafa-topaloglu-gerizekali-sevgilim/3837561#artistdinle

https://www.dailymotion.com/video/x5xznm

Kimi kocasını herkesin gözü önünde kapıya koymakla deşarj oluyor, kimileri de “kim kimi kapıya koymuş” merakıyla tıklayıp duruyordu. Aylık abonman15 liraydı. Bir kerelik tıklayışın bedeli ise 1 lira!

Kapıya konulanlar için de belli bir süre içinde açık artırma yapılabiliyordu. Gitti gidiyor hesabı. Hanımlar kapıda bekleyen kocaları sepete atmak için kıyasıya mücadeleye girişiyorlardı. Dolayısıyla site tıklanmaktan sık sık tıkanıyordu.

Elbette kocalar da boş durmuyor, gençler “Koy Kapıya Nokta Kom” sitesini her fırsatta hacklıyor, kızgın kocalar mahkemeden karar çıkartıp girişi yasaklatıyordu. Erkeklerin bu umutsuz girişimleri ise hemen gazetelerin magazin sayfalarında yer alıyor, site için bedava reklam oluyordu.

Tıklamalar giderek o kadar artmıştı ki, siteye reklam yağıyordu. “Kelliğe son”, “Sütun gibi bacaklar”, “Dolgun dudaklar” estetik ilanları en revaçtaydı.

Ezra günün birinde eşinin “Kelliğe Son” reklamından etkilenerek edindiği kirpi saçlı fotoğrafına rastlamış. Sevim’i kapıya koymuş, o da yirmibeşlik arıyormuş. Sitenin görünmez eli ne mucizeler yaratıyordu. Doğrusu herkes sistemden yararlanıyordu!

“Koy Kapıya Nokta Kom” sitesinde insanlar kurt kesilmiş, kıyamet koparken, Ezra’nın St Martin adasına yerleştiğini duyduk. Mailinde “Kumsaldayım, ayaklarım suda, saatime bakıyorum, yelkovan 60 saniyede bir her tık edişinde hesabıma bir kat parası geçmiş oluyor. “Satacağımı sattım, benden sonrası tufan” diyordu.

Galiba öyle de oldu. İrma kasırgasından sonra ondan bir daha haber alınamadı.

GELECEK HAFTA

RUHU GÜZEL ROBOT

17 Eylül Kısa öykü: Sonbahar yaz mevsim mevsim

10 Eylül Kısa öykü: Hayretsin Müdürüm

03 Eylül Kısa öykü: Koçum Benim

27 Ağustos Kısa öykü: Romantik Şair

20 Ağustos Kısa öykü: Eli öpülecek damat