Kısa öykü: Kapıdaki çarpı

RÜYA ERSİNA UYGUR
ersinaru@gmail.com

-Bugün bize rahat yok diyerek balkondaki koltuğumdan kalktım. Sen de duyuyor musun?

-Neyi? diye sordu başını tabletinden kaldırarak eşim.

-Bir gariplik var bu apartmanda, sabahın üçünde çarpılan daire kapıları, bağırışlar, merdivende koşmalar... Şimdi de sanki kavga çıktı, ta balkona geliyor sesleri!

-Kim bunlar? diye sordu eşim ilgisiz.

-Bilmiyorum ki… Yeni kiracı da yok…

Ben kapıya giderken zilimiz çaldı. Açtım, kapıcımız Nurgül karşımdaydı.

-Ne oluyor Nurgül? diye sordum, dün geceden beri bir kıyamettir kopuyor.

-Sormayın dedi fısıldayarak, çok kötü bir şey oldu apartmanda.

-Ne oldu? diye sordum ben de onun gibi alçak sesle.

-Faşist kişiler gelmiş, ikinci katın daire kapısına haç işareti koymuşlar.

-Kim gelmiş, ne koymuş? diye tekrar sordum kulaklarıma inanamayarak.

-Haç diyorlar da hiç benzemiyor, garip bir şey çizmişler Işık Hanım’ın kapısına.

-Gamalı haç deyiverdim.

-Biliyor musun o işareti?

-Gel içeri de, doğru dürüst anlat ne olup bittiğini.

Nurgül hemen pabuçlarını çıkarıp bir terlik geçirdi ayağına, bir yandan da anlatıyordu.

-Dün gece Işık Hanım’ın torunu uyanıkmış. Bir ses duymuş kapıda, bakmış, kimse yok. Paspasın üzerinde çöp torbaları duruyormuş, kapıyı ardına kadar açmış ya üzerindeki o işareti görünce bir bağırış...  Birinci kat, giriş, üçüncü kat hep uyanmışlar. Siz duymadınız mı?

-Duyduk da dedim, sonradan ses çıkmayınca kapımızı kapatıp uyuduk.

-Bizi çağırdılar, tüm kapıları kontrol ettirdiler. Başka kimsede yok, tek onlarda var.

-Işık Hanım yalnız yaşamıyor mu, torunu nereden gelmiş?

-Avusturya’dan mı Almanya’dan mı ne. Orada öğrenciymiş, tatil için dönmüş.

Nurgül balkonda oturmuştu. Aşağıda havuz başında üstümüzdeki katta oturan Alman kiracıyla üç küçük çocuğunu gördü.

-Bunlar da merak ettiler ama hiçbir şey anlamadılar.  Gerçi ben anlamadım ki bu yabancılar anlasın.

Nurgül yine Işık Hanım’ın isteği üzerine gamalı haç çizilmiş kapının fotoğrafını teker teker dairelere gezdirmiş. Kiracıların çoğu oralı olmamış. Hatta birinci kattan Süleyman Bey kızmış. “Bizim apartmanda olmaz böyle şey” demiş.

-Doğru söyledi Süleyman amca dedi Nurgül, bugüne kadar böyle bir kötülüğü ne gördük ne işittik. Haçlar falan tövbe, tövbe…

Girişteki Amerikalı kiracı hemen “Bu işareti Almanlar çizer, Alman var mı bu apartmanda?” diye onların üzerine atmış. Alman çift ise fotoğrafı görünce üstlerine kalır diye korkmuşlar “biz bilmiyoruz, biz bilmiyoruz” diyerek ellerini, kollarını sallamışlar, “söyleyin onlara, biz çok üzüldük” diye bağırmışlar yabancı aksanlarıyla.

Nurgül’e gamalı haçın Almanya’da Nazilerin işareti olduğunu, İkinci Dünya Savaşı öncesi Yahudileri korkutmak için kapılarına bu işareti koyduklarını, büyük acılara yol açan tarihi soy kırımı simgelediğini anlattık. Daha çok korktu. Bir daha havuz başına baktı.

-Hiç de öyle kötü insanlara benzemiyorlar dedi.

Güldük hep birlikte. Gerçi hiç de kötü insanlardan oluşmayan bir halk küçük adam Hitler’in çılgınlığı peşinden bir uyurgezer gibi sürüklenmiş, şuursuzca bir savaştan diğerine koşmuştu.

 -Tabii ki onlar olamaz dedim, yıllardır daire komşularımız…

-Belki dışarıdan biri gelmiştir diye araya girdi eşim, kötü şaka yapan bir tanıdıkları olmasın.

-Anahtarsız kimse giremez diye atıldı Nurgül kapıya yürürken. Biri zorlasa, biz hemen fark ederiz.

Nurgül çıkınca çocukluk arkadaşım Leyla’yı aradım.

-Üstelik de Ramazan’da diye hayret etti, Moda’da, yılların sakin apartmanında, olacak iş değil!

Yine balkonda İstanbul siluetine dalmış komşumuzun kapısındaki çarpı üzerine düşünürken, aniden kalktım.

- Şimdi kendilerini yalnız hissetmesinler, bir geçmiş olsuna gideyim.

Kapıyı açan Işık Hanım’ın ağlamaktan olacak, gözleri kızarmıştı.

-Rahatsız etmek istemiyorum dedim, sadece…

Hemen kapıyı ardına kadar açtı.

-Buyurun, ne iyi yaptınız da geldiniz.

İçerisi havasızdı, bu sıcakta pencereler kapalıydı.

-Torunum Canan dedi, dün geceki olaydan tedirgin oldu. O yüzden böyle kapıyı bacayı…

Hemen balkon kapısını açtı.

-İnanır mısınız balkondan gelirler diye korkuyor.

-Ne kadar üzüldük bilemezsiniz. Eşim kötü bir şaka olabileceğini düşünüyor. Kim böyle bir şey yapar ki bu apartmanımızda.

Çaresizce ellerini kaldırdı.

O sırada telefon çaldı.

-Oğlum ile gelinim de New York’talardı dedi telefona giderken. Onların da haberi yok. Uçaktalardı, indiler herhalde.

İçeride birkaç dakika konuştuktan sonra salona döndü. Ellerini ovuşturarak açıklamaya girişti.  

-Onlara da sürpriz oldu Canan’ın gelişi dedi.  Haftaya bekliyorlardı. Hemen biletlerini değiştirdiler. İşte inmişler, taksiyle geliyorlar.

Ben de izin isteyerek kalktım, tam çıkarken Canan’la burun buruna geldim. Elinde karton paketler, alışverişten dönüyordu. Kapıda ise gamalı haçın izi belli belirsiz duruyordu.

Eşim hâlâ balkonda, sudokusunu çözüyordu.

-Kızın ailesi de Amerika’dan dönüyor diye anlattım. Gerçi olayı bilmiyorlar ama kızlarının tatiline yetişmek için bilet değiştirmişler.

Eski İstanbul silueti güneş batarken minareleriyle öne çıkıyordu.

-Gayri Müslimlerin evlerinin işaretlendiği görülmemiştir dedim Topkapı Sarayı üzerinde gözlerimi gezdirirken. Balat, Hasköy böyle bir olaya şahit olmamıştır. Kim bunu yapabilir Allahım?

Gece yatakta hep bu soruyla sağa sola döndüm. Bir türlü gözüm uyku tutmuyordu. Saate son baktığımda sabahın dördünü bulmuştu.  Nasılsa dalmışım, bir bağırışla uyandım. Ayağıma terliğimi geçiremeden yalınayak kapıya, oradan da merdivenlere koştum.

“Nereye gitti, nereye?” diyen Işık Hanım’ın sesini duydum. Arkadaki gelini olmalı aşağı koşuyor, oğlu yukarı bana doğru geliyordu.

-Kimmiş? Nerede?

Bana aldırmadan tırmanmaya devam etti. Aşağıdan Nurgül’ün sesi geliyordu. Bu arada teker teker kapılar açılmaya başladı.

- Nurgül, yakaladınız mı? diye sordum.

-Yeni geldim bilmiyorum dedi, bizim Ahmet de dışarı fırladı. Caddeye kadar koşmuştur.

İkinci katta Işık Hanım’ın yanına gelmiştik. Tırabzanlardan da sarkan çizgili pijamalı insanlar… Göz ucuyla kapıya baktım. Yine o işaret, gamalı haç kapıya yapışmış, duruyordu. Işık Hanım şaşkın bir yukarı bir aşağı bakıyordu.

-Oğlunuz diyecek oldum.

-Canan deyip sustu.

-Canan’a ne oldu? diye sordum endişeyle.

O sırada oğlu geldi. Bizi evlerimize yollamak istedi.

-Önemli bir şey yok, herhalde sahura kalkmış biri geziniyor dedi.

-Yok diye karşı çıktım, o kadar da değil, sahura kalkan gezinmez, evinde oturur, duasını eder. Kapılara böyle işaretler yapmaz.

-Tabii, onu demek istemedim diye düzeltti. Zaten bir sorun kalmadı, evinize gidin lütfen, biz bundan sonrasını hallederiz.

-Neyi halledeceksiniz? diye sordum merakla, kapınıza gamalı haçı koyanı buldunuz mu? Bu artık bizim de sorunumuz, yoksa bütün apartman töhmet altında.

-Doğru diye atıldı Nurgül, kapıcı olarak biz de töhmet altındayız.

O sırada aşağıdan Canan ile annesinin sesi duyuldu.

-Canım kızım, gel hadi, gel diyordu annesi.

Işık Hanım’ın oğlu da hemen ailesinin yanına gitmişti.

Çaresiz dairemize çıkmak için tırabzanı tuttum, tam basamağa ayağımı atacakken duyduğum sesle irkildim.

-Aa ne bu çöpler elinde kızım? diye bağırıyordu Işık Hanım. Neden söylemediniz, Canan hep böyle uyurgezer mi?

Nefesimi tutarak dinlemeye koyuldum.

-Anne şimdi sırası değil, duyacaklar diyordu oğlu. Şu kızı sakince bir yatağına koyalım.

-Ama bunca insanın diyordu Işık Hanım günahını aldık demek biz…

-Tamam, haydi içeri…

Usulca merdivenleri çıktım. Eşim kapıya çıkmış bakınıyordu.

-Gene neredesin sen?

-Bilsen neler oldu…

Beni içeri çekip arkamızdan kapıyı kapatınca çıkıştı.

-Geceleri uyumazsan hep bir şeyler olur.

-Geceleri uyumayan ben değilim, uyurgezerler…

Beni dinlemek bile istemiyordu, doğru uyumaya…

Sabah gazeteleri almak için gözlerimi ovuşturarak kapıyı açtığımda Nurgül’ü karşımda bulunca şaşkınlıktan bağırdım. O da beni görüyor ama aynı şekilde çığlık atmaktan kendini alamıyordu.  Kendimize gelince de karşılıklı gülmeye başladık.

-Korkuttun Nurgül dedim,  ne yapıyordun kapımızın arkasında?

-Ben uyurgezerim dedi ellerini öne doğru uzatmış, gözleri faltaşı gibi açılmış, koridorda yürüyerek.

-Gel, gel içeri, gel de anlat gecenin sonunu.

Teklifi ikiletmeden hemen pabuçlarını çıkarıp içeri girdi.

-Ahmet görmüş bahçede, Işık Hanım’ın torunu Canan ilerideki çöp varilini karıştırıyormuş. Ne yapacak diye gizlenmiş bakmış, bir çöp torbası çıkarmış, dönmüş Ahmet’in önünden geçmiş. Onu görmemiş ama gözleri korku filminde gibi açıkmış.

Nurgül hayretler içinde kalmış, iki eli belinde sallanıyordu.

-Gördün mü bak, kendi kapılarına da o haç mıdır nedir, o işareti de o kız koymuş, ya…

İki gün sonra işin sırrını Işık Hanım’dan öğrendim.

-Ah diyordu ne mahcubum bir bilseniz. Hayır, bana da söylemediler ki, torunumun bende ilk kalışı, böyle sürpriz bir şekilde de gelince… Meğer Canan küçükten beri uyurgezermiş. Uykusunda giyinir, çıkarmış sokaklara. Sonra da o yarım saatte yaptıklarını katiyen hatırlamazmış.

-Çocukken fark etmediniz mi? diye sordum merakla.

-Çocukken hep evlerinde baktım. Hatırlıyorum sık sık kâbus görürdü, uyku bozuklukları vardı ama uyurgezerliğini bilmiyorum.

-Ne zaman başlamış peki? diye sordum.

-Annesinin işi icabı İsviçre’de kaldılar bir süre. Sonra Avusturya’da okudu, şimdi de Almanya’da. Okulda bir arkadaşı anlatmış, kapılarına Neonaziler gamalı haç işareti koymuş. Canan da bunu duyunca kâbuslar geri gelmiş. Uyurgezerliği bitti sanılırken oralarda yeniden başlamış.  Hatta çok üzüldüm, dedeleri toplama kamplarında kalanlardan da varmış Nazilerin arasında. Araplardan bile varmış… Düşünebiliyor musunuz,  gidip Yahudi mezarlarını kırıp sonra “Müslümanlar yaptı”  diyorlarmış… Ne kötü Allah’ım bugünleri de mi görecektim ben…

Işık Hanım’ı zor teskin edebildim. Zavallı kadın omuzları sarsılarak ağlıyordu.

-Ne oldu bize böyle diyordu, hepten uyurgezer mi olduk…

GELECEK HAFTA

KÖPÜKLÜ BIYIKLAR

26 Haziran Kısa öykü: Aşkımı betona gömdüm

19 Haziran Kısa Öykü: Ölesiye sevgisizlik

12 Haziran Kısa Öykü: Şansın eseri

05 Haziran Kısa Öykü: Ev yapımı artist

29 Mayıs Kısa Öykü: İstanbul şoförü