Kısa Öykü: İstanbul sokaklarında babam

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

Babalar gününde balkonda bir koltuğa ilişmiş, karşıda, İstanbul siluetinde doğduğum Fatih’e doğru bir noktaya bakışlarımı odaklamış, babamı arıyordum. Yıllar sonra, yaşamının sonunda, ambulans kapıya dayanıp onu hastaneye son götürüşünde, dirsekleri üzerinde doğrulmaya gayret ederek, bir daha göremeyeceğinin farkında, İstanbul sokaklarına bakışını unutamıyordum. Moda’daki babaevinin önünden her geçişimde ben de onun gibi oturduğu sokağa, sokağın kıvrılarak birleştiği caddeye, paraleline, çıkmazına, çevresine, parkına, kafelerine, okuluna, sinemasına, mağazalarına, ezan sesinin yükseldiği camisine bakarken onu düşünmekten kendimi alamıyordum.

-Haydi gidelim dedi eşim.

Zaten hazırdım. Ayakkabılarımızı giyip daire kapımızı arkamızdan kapattık. Asansöre binerken bir daha dönmeyecekmişiz gibi bir daha ardıma baktım.

-Ne o, bir şey mi unuttun?

-Aslında her şey yanımda da… Haydi bas düğmeye, inelim.

Sonra arabaya bindik. O direksiyonda, ben sağ koltukta giderken bir daha göremeyecekmişim gibi aynı babamın bakışıyla yol boyunca etrafımı izliyordum.

-Hep böyle oluyor dedi eşim, her babalar gününde böyle suskun…

Trafik yoğundu, Ayrılık Çeşmesi’nde, alışveriş merkezinin oradan dolanmak zorunda kaldık ve Acıbadem Caddesi’nde ilerlerken eşimin ani freniyle sabahın erken saatlerinde başlayan bu tuhaf halimden sıçrayarak çıktım. Arabamızın önüne atlayan şahsa neredeyse çarpıyorduk!

-Ben durdum dedi dehşet içinde eşim. Ona dokunmadık, öyle, değil mi?

Hemen dörtleri yakarak arabadan fırladık. Yerde yatan köyden sanki yeni gelmiş bir ihtiyardı. Elinin kıpırdayışını gördüm.

-İyi misiniz? diye bağırdım.

-Accık düştüm diyerek doğrulmaya çalıştı.

Bir kâğıdın peşinden koşmuş, onun uğruna caddeye fırlamış olmalıydı. Yakalamış, elinde tutuyordu. Çevremizde de kalabalık toplanmış, her kafadan bir ses çıkıyordu.

-Ne olmuş ne olmuş?

-Ah ah, araba bir yayaya vurmuş!

-Ölmüş mü yoksa?

-Aaa söyledi ya, bir şeyciği yokmuş, kalktı işte, hadi kalabalık etmeyelim.

-Yok efendim ben gördüm diyordu kapısına bir masa atmış oturan kasap. Yaya atladı yola.

Yanındaki “Süper Market” tabelalı bakkal önce bizi suçlu sanıyor olmalı, tepkisini bu kez yayaya yöneltti.

-Ya, köyden geliyorlar işte! dedi. İstanbul sokağı bu, Haymana ovasına benzemez. Yolda yürümesini bile bilmiyorlar. Bir şey değil insanı katil de ederler…

Yerden kalkmasına yardım ettik, yaşlı köylüye birkaç adım attırdık. Yürümesinde aksama yoktu.

-Bir yerinizde bir ağrı, acı…

-Bu yannı… yok bişiycik. Böyün gaderim böle. Gidem gala.

-Nereye gideceksen biz götürelim dedi eşim.

-Yok dedi ben yürüyem.

-Uzun mu yolunuz? diye sordum.

-De kana diyerek aşağılarda bir yerleri işaret etti.

-Sahile gidiyorsanız dedim, daha epeyi yolunuz var, arabayla bırakalım.

-Saat kaç ki? diye sordu.

-Saat 2 dedim.

-Tüh deyip elindeki kâğıda bakarak, İsmail Ayaz ile Astur gaçdı. Kalkacak Kütahyalılar ile varacak Astur galdı geri gibi bir şeyler söyledi.

-Otogara gideceksen, hemen yetiştiririz dedi eşim.

-Yok İsmail çoktan galktı, Astur da geldi. Ben yürüyem diye ısrar etti.

-Merak etme dedi eşim biz de aşağıya mezarlığa gidiyoruz. Seni bırakır öyle geçeriz. Kütahya’ya mı gideceksin?

Birden gözleri ışıldadı ihtiyarın.

-Ha Kütaya da, sen nerden bildin?

-Eskiden Kütahya’ya çok gidip geldik dedi eşim gülerek. “İsdambol’a gedik gali, gali demeyem gali!” Öyle derler, değil mi?

İhtiyar da gevrek gevrek güldü.

-Hadi otobüsünü kaçırma dedi eşim, seni bırakalım oraya.

-Gelem dedi tereddütlü.

Artık Halil İbrahim’in Kütahya ağzına alışmıştım ben de. Arabaya binerken kendi kendine söylenişi kulağıma bizim konuşmamız gibi geldi.

-Gerçi bir yere gideceğim de yok, bekleyeceğim de…

-Nasıl dedim kemerimi bağlarken, otogara gitmek istemiyorsanız …

-Yoksa otogara bir tanıdığına rastlarım diye mi gidiyorsun? diye sordu eşim.

-Ha dedi ihtiyar. Orada bir kenara çiritecem. Otobüs gelince ineni göreceğim, otobüs kalkana dek köylülerle konuşacağım, a’şam oltu işte.

“Çiriteceğim”, sonradan eşimden öğrendim, Kütahya ağzıyla “çömeleceğim” demekmiş. “Akşam vakti geldi işte” deyişini anlamıştım ben de.

-Ha dedi eşim yani sen her gün otogara Kütahyalılarla konuşmaya gidiyorsun.

-Sabah 7, Horiye sofrayı kurar, Haçça, Erecep işe gider, güççükler okula, Hallibiram doğru otogara…

-Halil İbrahim mi adın? diye sordu eşim. Nerede oturuyorsun?

-Ümraniye dedi “Hallibiram” diye adını doğrulatarak. Yukarıda.

-Her gün oradan Harem’e mi yürüyorsun? diye hayretle sordu eşim.

-Yürüyorum dedi Halil İbrahim, Çakırlar ’da da yürürdüm. İstanbul’da hep yürüyorum. Sabah başlıyorum, “a’şama” kadar.

-Bak şimdi bizim gideceğimiz mezarlığa yaklaştık. Otogar yerine bizimle gelmek ister misin, sonra da seni evine bırakırız.

-Olur dedi Halil İbrahim, ben köşede beklerim.

-Niye korkuyor musun? diye sordu eşim.

-Ne olur ne olmaz dedi, ağzını çarpıtıp ölü taklidi yaparak.

Arabayı park ettik. Gölgede bir bank bulup onu oturttuk. Biz de babamın mezarını ziyarete gittik.

Halil İbrahim de otobüsle İstanbul’a yaşamaya gelirken dağa sırtını dayamış Çakırlar köyüne babam gibi son bir bakış atmış mıydı? Babamın ambülanstan doğrulmaya çalışarak İstanbul sokaklarına baktığı gibi o da otobüsün camlarından geride kalan köyünün meydanına, gün boyu köylüleriyle sohbet ettiği kahvesine, toprak yollarına “ölmek var, dönmekse kısmet” diyerek yaşlı gözlerle bakmış mıydı?

Halil İbrahim’i oturttuğumuz bankta bulduk.

-Bizim mezarlık dedi, güççük, böyle ağaçları yok, emme bizde bi kiraz ağacı va, bi fişne va…

Arabaya giderken eşim sordu.

-Ne kadar zaman oldu İstanbul’a geleli?

-Çok dedi Halil İbrahim, ömürden goca bir yıl geçti.

-Her sabah böyle Ümraniye’den Harem’e 17 kilometre yürüyorsun, öyle mi?

-Ha, 3 saat, 4 saatte otogara geliyorum.

-Bir de dönüşü var dedi eşim arabaya binerken.

- A’şama, dönüyorum.

Ümraniye’de yüksek TOKİ bloklarına gelince bize binasını gösterdi.

-Bu İstanbul evi gocaman dedi. Bir katı yerin dibinde bir katı te gökte. Çakırlar ’da benim bir evim va, tek katçık, düz ayak. Bağı va, bahçesi va, ağaçları va…

O sırada biri orta yaşlı biri genç iki kadın kapıya çıktı.

-Neredeydin baba? diye bağırdı orta yaşlısı.

Hemen arabanın yanına geldiler. Kimlerden olduğumuzu anlamak için sokuldular, arabanın içine bize baktılar, tanımayınca geri çekilip selam verdiler.

-Babamı çok merak ettik diye açıkladı orta yaşlısı.

-Ne merak ediyorsun Horiye dedi Halil İbrahim, ben hep gidiyorum.

-Pazar günleri hepimiz evdeyiz ya dedi bize kaçamak bakarak Huriye. Sen yine kalkmış gitmişsin?

-Dedem hiç İstanbul’u sevmedi, hep otogara gidiyor dedi genci. Biz de korkuyoruz kaçıp gidecek gerisin geri köye diye.

Arkadan da erkekler geldi.

-Dede dedi genci, biz senin de babalar gününü kutlayacağız ama sen gittin, öksüz bıraktın bizi?

-Artizlik yapmayın len dedi Halil İbrahim, ne babalar günüymüş, bugüne mi denk gelmiş?

Hepsi güldüler. Bizi iftara davet ettiler. Başka sefere deyip ayrıldık.

Ümraniye’den Harem’e inerken sanki arabanın hep önünde sağ kenarda Kütahyalı Halil İbrahim örgü kahverengi kasketi, merserize kahverengi krem iki renkten yollu kazağı ve yıllanmış ceketiyle yürüyordu.

-Babam da yürümeyi severdi dedim. Hem de hızlı hızlı yürürdü. Halil İbrahim otogara yürüyor, babam sokakları yürüyordu.

Sonra birden sordum.

-Bu sabah çocukluk arkadaşım Leyla ile de konuştuk. Eskiden babalar günü kutlanmazdı, değil mi? Bak şimdi Kütahyalı ikinci, üçüncü nesil kutluyor. “Horiye” kızı olmalı, “Erecep” de torunu. “Haçça” da gördüğümüz küçük gelinleri… Bak onlar da kutluyor. Ya da en azından “babalar günü” diyerek Halil İbrahim’e takılıyorlar.

-Üzülme dedi eşim, babalar gününü pek kutlamamış olsan da babanın son birkaç yılını yanında geçirdin sayılır.

-Bir gün bana ne dedi biliyor musun? Babam bana “Seni hiç tanımamışım” dedi.

Sustum sonra.

Kütahyalı Halil İbrahim’e benzer biri vardı otobüs durağında bekleyen. O beklemez. Hem canı istemez, istese de cesaret edemezdi otobüsteki kalabalığa karışmaya. Hele de üzerinde kafe yazan, içerisinde genç, yaşlı, kadın, erkeğin masalarda konuştuğu, gülüştüğü yerlere girip oturmaya…Halil İbrahim İstanbul sokaklarında hiç durmadan doğru giderdi otogara.

-Babam dedim, tüm o nesil babalar gibi çok yalnızdı. Bütün yük omuzlarında, işleri sıkıntılıysa, sigara üstüne sigara içerdi.

-Bizler de zaman zaman yalnız hissederiz kendimizi dedi eşim, gözleri yolun ilerisinde.

-Hayır bizimki gibi değil, o kendisini güçlü göstermek zorunda hissederdi. Hastalanmak bile onun için güçten düşme belirtisi, bir zayıflıktı.

-Hastalanınca insan ondan huysuzlaşır dedi eşim direksiyonu Moda Caddesi’ne kıvırarak.

-Hasta hali ona bilinçaltında korktuğu yaşlılığı hatırlatırdı. Ondan bizden gizlemeye çalışırdı. Hastalığını gizleyemezse, kendisi odasında saklanırdı.

Birlikte ne çok yürümüştüm babamla bu caddede…

-İşte son yıllarda onunla daha önce olmadığı kadar beraber yürüdük, beraber çayhanelerde oturduk. Vapurda konuştuk. Son ölümcül hastalığında odasına saklanmadı. Hastanede sadece beni istedi. İşte o zaman günlük hayattan, zorluklarından, neşeli taraflarından konuştuk. Birlikte bilmeceler çözdük…

Eve gelmiş, arabamızı park etmiştik.

-Ne kadar geç değil mi? dedim, babamla yıllar sonra birbirimizi tanıdık…

GELECEK HAFTA

DÜNYA TELAŞI

11 Haziran Kısa öykü: Saklanan insanlar

4 Haziran Kısa öykü: Başkasının evi

28 Mayıs Kısa öykü: Adam gibi adam

21 Mayıs Kısa öykü: Ölümsüzlüğe doğru

14 Mayıs Kısa öykü: Light anne sütü

7 Mayıs Kısa öykü: Güzel koleksiyoncu

30 Nisan Kısa öykü: Taşeron evlat

23 Nisan Kısa öykü: Bahtsız Bahri

16 Nisan Kısa öykü: Yarınsız hayatlar

9 Nisan Kısa öykü: Şeytan kadınlar

2 Nisan Kısa öykü: İçimizdeki Tankut

26 Mart Kısa öykü: Evimdeki kara büyü

19 Mart Kısa öykü: Yoksa kardeşim misin?

12 Mart Kısa öykü: Siyah beyaz hayaller

5 Mart Kısa öykü: Bunlar da çok güzel

26 Şubat Kısa öykü: Benim de canım var

19 Şubat Kısa öykü: Bizimkisi asrın aşkı

12 Şubat Kısa öykü: Aşk fırsatları sever

5 Şubat Kısa öykü: Yaşlı ergenler

28 Ocak Kısa öykü: Gölgemin korkusu

22 Ocak Kısa öykü: Mevsimlik Kişilikler

15 Ocak Kısa öykü: Şaşkın Sapık

8 Ocak Kısa öykü: Kadının Böylesi

1 Ocak Kısa öykü: Maziye teessüf

25 Aralık Kısa öykü: Dün gece neredeydin?

18 Aralık Kısa öykü: Ölümüne fren

11 Aralık Kısa öykü: Geçmişe mesaj

4 Aralık Kısa öykü: Elma Dersem Çık

27 Kasım Kısa öykü: Kör Olası Aşk

20 Kasım Kısa öykü: Yıllanan güzellik

13 Kasım: Kısa öykü: Ömre bedel hata

06 Kasım Kısa öykü: Yukarı akıntı

30 Ekim Kısa öykü: Kayıp uçurtmalar

23 Ekim Kısa öykü: Dayının şeridi