Kısa Öykü: İstanbul şoförü

Rüya Ersina'dan kısa öyküler
RÜYA ERSİNA UYGUR
ersinaru@gmail.com

-Alt kat komşumuz yine arabayı vurmuş, gördün mü? Önden arkadan akordeon, araba yarım metre küçülmüş...

-"Yine mi?" dedi başını tabletinden kaldıran eşim. Bence artık toplu taşıt araçlarını kullanmaya başlasa iyi olacak.
-Taksi bile dedim, her ay araba tamirine bu kadar para saymaktan daha ucuza gelir.
Manavdan aldıklarımı mutfağın tezgâhına bırakırken başımı kapıdan uzattım.
-Ama ısrarlı, ille de İstanbul şoförü olacak...
-Lüksemburg’un sakin caddelerinde araba kullanmaya benzemez. Bir gün o okul taşıtlarından birinin altında kalır da...
Kahvelerimizi getirirken dayanamadım.
-Bu servis arabaları da 
arkalarında şikâyet için telefon numarası vermiyorlar mı…
O sırada kapı çalındı. 
Açtım, karşımda Nurgül.
-"Orhan Bey çok özür diledi" dedi ellerini ovuşturup, abartılı kibarlıkla iki yana bükülürken.
-"Evet" dedim onun Orhan Bey taklidine gülmemeye çalışarak, ne içindi?
-Sizin, efendim, telefonunuzu istemeyi unutmuş.
-Öyle mi?
-Müsaitseniz bir konuda bilgi almak için ziyaret etmek istermiş.
-Buyursun dedim artık gülmemi tutmakta bayağı güçlük çekerek. Gelsinler, kahvemizi içsinler.
Nurgül yine taklidini sürdürüyordu.
-Söylerim efendim.
Birbirimizin omuzuna vurduk sessizce gülerek. Ne de olsa alt kat komşumuzdu, konuşmalarımızın hepsi duyulurdu.
Balkona dönünce eşime özetledim kibarlığının derecesini.
-Düşün, bu Orhan Bey İstanbul şoförü olacak!
İkimiz de aynı fikirdeydik. 
Bir tur atar döner, İstanbul yollarında 500 metre bile süremezdi.
On beş dakika sonra zil bir kere çaldı. Sonra da kapının hemen arkasında olduğunu belirtmek için bir kez de yavaşça tıklatıldı. Gelenin Orhan Bey olduğu kesindi.
-Buyurun dedim sıcak bir gülümsemeyle, ziyaretinizi duyunca pek memnun olduk.
Karşılıklı kibarlıktan Japonlar gibi durup durup öne eğilerek balkona varmamız bayağı vakit aldı. Gözümün önünden sağdan soldan dalarak öne geçen İstanbul şoförleri geçti. 
Orhan Bey bence ulaşılması imkânsız bir hayalin peşindeydi. 
Bizi ziyareti meğerse İstanbul trafiğinde şoför olmanın püf noktalarını öğrenmek içinmiş. Eşimle bakıştık.
-Lüksemburg’da olduğu gibi uluslararası trafik kuralları geçerli dedik. 
-Öyle de dedi, dün bu kurallara uygun olarak sürerken, beni sağdan geçmeye çalışan kamyonetten kurtulamadım.
-Hatalı olduğu için hasarınızı sigortanız ödeyecektir diyecek oldum.
-Ah hanımefendi dedi ağlamaklı bir sesle, ödese ne olacak 10 gündür kullanıyorum, 5 kaza geçirdim, sigortadakiler de şaşkın, ilkinin hasar tespiti için eksper gelemeden ikincisi, onu bildirmemin üzerinden 24 saat geçmeden üçüncüsü... Arabam Suriye’den, savaştan çıkmış gibi... 
Orhan Bey bizimkine 
imreniyordu.
-Buraya taşındığımdan beri bakıyorum, arabanızda tek bir çizik yok. İstanbul trafiğinde bunu nasıl başarıyorsunuz? 
Belli ki ona birlikte trafiğe çıkma teklifinde bulunmamızı bekliyordu. Kendisinin rahatsızlık vermeyeceği ve kıymetli vaktimizi almayacağı üzerine bizi diller dökmek zorunda bırakacak kibarlık gösterilerinden sonra ertesi gün trafiğin nispeten rahat olduğu öğleden sonra saat iki için randevulaştık.  O cesaret göstererek “benim araba sürmemi” rica etti. Böylece üstelik bir kadın İstanbul şoförünü gözleyecek, kaza anlarından kurtuluşun püf noktalarını görebilecekti. 
Tam saatinde ben şoför mahalline, o yan koltuğa yerleşti, eşim de sürücü sınavlarında denetleyici gibi arka koltuğa kuruldu. Kemerlerimizi taktık. Anahtarı döndürürken eşimle bakıştık. Orhan Bey tedirgindi, motorun sesi bile onun iç çekişini duymamızı engellememişti. Rahatlatmak için CD çalara bastım. Frank Sinatra’nın yumuşak sesiyle duyulan My Way şarkısıyla birlikte bahçe yolundan yukarıya Moda Caddesi’ne doğru yöneldik ama caddeye çıkabilmemiz için önümüzdeki kamyonetin ilerlemesi gerekiyordu. Sabırla birkaç dakika bekledik. Kamyonetin şoförü bizden önce davrandı kornaya bastı. Meğer onun da önünde hareket etmesini engelleyen bir Mercedes duruyormuş. 
Arabadan inip direksiyondaki beyefendiye yolu kesme nedenini sordum. Caddede arkasında duran taksi şoförü biraz önce onu engellemiş, o da onu böyle eğitmek istemiş.
-Lütfen dedim ondan çok bizim sinirlerimizi test etmiş oluyorsunuz. Yolu açın, herkesin işi gücü var, gidelim.
Yayalar da benden yana tavır koydular, hatta subay emeklisi bir tanıdık sima “kim kimi eğitiyormuş” diyerek arabaya doğru yürüdü de sürücü utanıp motoru çalıştırdı. Arabamıza bindiğimde Orhan Bey “Gördünüz mü.” dercesine başını sallıyordu. Yeniden anahtarı çevirmemle Frank Sinatra da kaldığı yerden My Way şarkısına devam etti.
Moda burnuna doğru inip, önce sola, sonra hemen sağa kıvrılarak Moda Teras’ın önünden tereyağdan kıl çeker gibi kolaylıkla geçtik. Yine sol yapıp Moda İlkokulu’nu geçerek Yoğurtçu yokuşundan aşağı inerken biraz trafik yavaşlasa da eski Salı Pazarı'nın kurulduğu yeri geçip birinci köprü istikametini almamızla esas can pazarı da başladı. Boğaziçi Köprüsü’ne götüren çevreyoluna girerken, sağdan soldan öne geçmeye çalışanlar, hangisi hızlı giderse deyip iki şeritte birden araba sürenler, hünerlerini göstermek için bir sağdan sola, sonra soldan sağa üç şeridi bir hamlede geçerek makaslayanlar arasında hakkımı da kaybetmeyerek yönümde ve şeridimde yoluma devam edebilmek için kıyasıya mücadele veriyordum. Bir yandan da Orhan Bey’e ne kadar sakin olduğumu göstermek için şarkının ritmine uydurarak parmaklarımı direksiyonda tempoluyordum. 
İstanbul şoförlüğümü gösterebilmek için bir iki atraksiyon bile yaptım. Teklifsizce arabanın başını sokup önüme geçmeye çalışanı kaza pahasına hızlanarak engelleyiverdim ve Orhan Bey’in şaşkın bakışları arasında kamyon şoförünü gerisin geri şeridine yolladım.
Apartmanımızın önüne yeniden park ettiğimde Orhan Bey evimize yardım istemeye gelişinden daha iyi durumda değildi. Kazasız belasız eve dönebildiğim için önce beni “Aşk olsun” diyerek tebrik etti ardından da umutsuz bir şekilde arabadan indi. 
-Galiba İstanbul’da araba süremeyeceğim.
Onu yüreklendirmeye çalıştık. Bir kere daha deneyin dedik. Demez olaydık.
Ertesi akşam Orhan Bey balkondaki karşımızda bir gözü tamamen kapanmış oturuyordu.
-Camcı iyi adamdı da arkadaşı asabiydi dedi.
Olay şöyle cereyan etmiş. 
Orhan Bey karşıdan gelirken ikinci köprü yolunu almış. 
Cam taşıyan bir pikap Beşiktaş’a çıkar gibi yapıp bir sürü arabayı atlayarak Orhan Bey’in önüne direksiyonu kıvırmış.
-Aynen sizin kamyonu püskürttüğünüz gibi ben de hakkımı çiğnetmeyeyim diye dedi Orhan Bey, arabayı doğru sürdüm. Kaza pahasına ona yol vermeyeceğimi anlayınca o da sarsılarak durdu ve taşıdığı camlar tuzla buz oldu.
Trafik de bir türlü ilerlemediğinden Orhan Bey oradan uzaklaşamamış.
-Hata sizde değil, yer vermek zorunda değilsiniz diyecek oldum.
-Ben de böyle ifade etmeye çalışırken, bu camcının arkadaşı “Bir de konuşuyor” diye gözüme bir patlattı ki, camı zorlukla kapattım, kapıları içerden kilitledim. Camcı Allah'tan makuldü de arkadaşını zapt etti. Yoksa arabamın tüm camlarını kırsa hırsı geçmeyecekti.
Orhan Bey de arabası gibi hasar görmüş halde kapıdan çıkarken hırsla “ama bir gün İstanbul şoförü olacağım” diyordu.
Oldu da. Daha gözünün şişi inmeden Nurgül ile haber yollayan Orhan Bey, bizi arabasıyla akşam yemeğine Kestanelik’te köfte yemeye davet ediyordu. 
-"Kestanelik yakın mı?" diye sordum eşime.
-Kestanelik Çatalca’daymış dedi eşim İBB’den arayarak.
-Ne diyorsun?
- 72 kilometre de tabii trafiği de katarsan, nereden baksan en iyi İstanbul şoförünün sürüşüyle 2 saat.
Orhan Bey’in arabasında uzun bir yolculuk yapacağımız için ne de olsa biraz tedirgindik.
Çocukluk arkadaşım Leyla’ya anlattım girişeceğimiz macerayı. 
-Aman her şeye hazırlıklı olun diye uyardı.
Eşim de aynı fikirde, önden vurursa diye spor dizliklerini taktı. Arkadan gelecek darbeye karşı ensesini korumaya kalın bir atkı aldı. 
-Sağdan vurmaya karşı alınabilecek tedbir yok dedi, zaten benimkisi ölüm yeri.
Bir kez Orhan Bey’e yardım etmeye başlamıştık, artık yarı yolda bırakmak olmazdı. Çaresiz randevulaştığımız saatte apartmanın önünde buluştuk. Orhan Bey kaportayı düzelttirmiş, arabasını yağlamış, yıkatmıştı.
Üçümüz de yerlerimizi alıp kemerlerimizi bağladık. Eşimin “Bismillah” dediğini duydum. Tam o sırada Orhan Bey’in sol kolunu direksiyonun üstüne dolarcasına atmış, koltukta yana kaykılmış, yüzü neredeyse cama yapışacak kadar önde saldırgan hale dönüşümüne hayretle tanık olunca kapı kollarına yapıştık. Motorun sesi bile farklı çıkıyor, Orhan Bey gaza bastıkça araba azgın boğa gibi fırlıyordu. Orhan Bey Moda Caddesi’ne bir çırpıda çıkıverdi. Dondurmacı Ali’nin önünden geçerken orada ikinci sıra durmakla sağa dönmek arasında tereddüt eden BMW’nin şoförüne  “34 XX 6660 plakalı araba, ilerle!” diye megafondan duyulan polis sesini taklit ederek bağırdı. Moda İlkokulu’na doğru dönerken yoldaki gidiş geliş tersliğini bilmeyip bize doğru gelen Toyota’nın şoförüne  başını camdan çıkarıp “şaşı” diye laf attı.
Eski Salı Pazarı'nın kavşağını geçerken, “öncelik bende” diye tekrarlayarak sağdan soldan gelen arabaları hizaya çekişini gören gözlerimize inanamıyorduk. Orhan Bey çevreyoluna da hiç tereddütsüz daldı. Köprüyü eklenen şeritte geçti. Maslaktan Kemerburgaz yolunu alırken kaç kez bir şeritten üçüncüsüne makasladı sayamadım. Kendisini sağdan geçmeye çalışan Fiat arabaya “asfalt biti” diye bağırışını duyan kulaklarıma inanamadım. Yapılmakta olan havaalanına yaklaştıkça henüz bir ucu açık otoyolun saymakta güçlük çektiğimiz hafriyat kamyonları yüzünden açılmış çukurlarından ustaca manevralarla kurtuluyor, hummalı çalışma yüzünden daralan şeridimizde hemen hızını 30’a indiriyor, yeniden 3 şeride kavuşunca gaza 
basıyordu. Kestanelik panosunu görünce otoyoldan çıkan Orhan Bey İstanbul Kasap’ın önünde park ettiğinde sadece 1 buçuk saat geçmişti.
-Pes dedik Orhan Bey’e, içinize 40 yıllık bir İstanbul şoförü girmiş de haberimiz yokmuş. Nasıl oldu bu?
Orhan Bey arabadan inince o görünüşündeki trafik canavarı gitmiş, eski kibar halini almıştı. Köftelerimizi beklerken gülümseyerek işin sırrını verdi.
-Bir günde oldu hanımefendi dedi. Dün sağdan gitmeye başlamışken park etmiş bir arabadan şoförün yola çıkışını gördüm. Sol kolunu direksiyonunun üstüne dolamış, yüzü cama yakın kavgaya gider gibi saldırgandı. O pozisyonu bir aldım, hayatım değişti.
-Peki dedi eşim “şaşı”, “asfalt biti” gibi şoför argosunu nereden öğrendiniz?
-Taksi durağına gittim efendim dedi yine gülümseyerek. Sağ olsunlar beni misafir ettiler. Moda iskelesine karşı oturduk, çaylarını içtim. Beni fazlaca kibar bulup hep “Affedersiniz” diye söze başlıyorlardı. Israrım üzerine açıldılar, bana küçük olup da büyük arabalarla yarışmak için olmadık manevralarla gösteri yapan komplekslilere “Asfalt biti” dediklerini söylediler, İstanbul şoförünün en bitirimine kadar kelime hazinelerini taklitlerle öğrettiler. Bugünkü de benim size gösterimdi. Biraz alışayım trafiğe, sizi temin ederim eski halime döneceğim.
Orhan Bey’i dönüşte izlerken buna pek emin değildik. Galiba o artık İstanbul şoförü olayım derken içindeki canavarı uyandırmış, iki kişilikli hale gelmişti...

GELECEK HAFTA EV YAPIMI ARTİST

22 Mayıs Kısa Öykü: Yalanın yalancısı

15 Mayıs  Kısa öykü: Psikoz

08 Mayıs Kısa öykü: Yeniden kollarında

01 Mayıs kısa öykü: Lıght evlilikler

24 Nisan kısa öykü: İnternet kadınları