Kısa öykü: Işıklar kararınca

Nefesimi tutup kulak kesildim. Titrek bir kadın sesi “Bu kaçıncı?” diyordu. Esra’nın sesiydi bu. “Bitti, anlıyor musun, bitti!” Adam “bir daha canını acıtmayacağım” diye sözler veriyordu.

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

-Dokunduğunuz ekmeği alacaksınız!

Döndüm, sinirli erkek sesinin sahibi üçüncü kata yeni taşınan komşumuzdu, gülümsedim.

-Haksız mıyım hanımefendi, sizin malınız değil ki istediğiniz gibi elleyin, ister yiyin, isterseniz duvara fırlatın.

- En iyisi ambalajlılardan almak…diye yatıştırmak istedim.

-Hayır, bunu cahil insanlar yapsa anlayacağım da, şu giden adam televizyonlara çıkıyor, bir de profesör olacak!

Biraz sakinleşmiş gibiydi. Yine de içimden bir ses ondan bir an önce uzaklaşmamı söylüyordu.

-Bu arada tanışalım diye atıldı gülümseyerek, eşinizle sizi bugün müsaitseniz beş çayına bekleriz.

-Maalesef diyecektim.

-Hem de evin kuralları hakkında biraz bilgi ediniriz dedi ısrarcı bir şekilde. Eşim kolay uyum sağlayamıyor.

-Memnuniyetle de dedim yeniden gülümsemeye çalışarak, bu apartmanın kuralları pek karmaşık değil.

-Öyleyse saat beşte bekliyoruz.

-Saat beşe diye tekrarladım isteksizce.

Arkasını döner dönmez gülümsemem yüzümde donuverdi. Eve girdiğimde hâlâ onunla karşılaşmanın tedirginliği içindeydim. Terliklerimi ayağıma geçirirken eşim yanımda belirince irkildim.

-Ne oldu, kötü bir haber mi var?

-Akşamüstü üçüncü kata yeni taşınan komşulara davetliyiz.

-İstemiyorsan bir bahane bulur gitmeyiz.

Aldıklarımı mutfakta yerleştirirken, Migros’ta tuttuğu ekmeği almayan profesörün arkasından bağırışını anlattım.

-Şiddet sanki içinden taşıyor!

-Hadi gel taze çay var dedi eşim, eski İstanbul’a karşı içelim de sakinleş biraz, yoksa onun gibi olursun.

-Aslında dedim, eskiden tüm mahalleliyi tek tek tanırken şimdi kim bilir belki de bir pedofilin biraz önce yemek yiyip de kalktığı iskemlede oturuyoruz, bir psikopatın yanından geçiyor, bir hırsıza adres soruyoruz. Düşünsene, 15 milyonluk bir metropolde yaşıyoruz!

-Ve de balkonumuzda baş başa oturmuş, eski İstanbul’a bakarak çayımızı içiyoruz.

-Ne büyük bir ayrıcalık, sanki gerçeküstü dedim sakinleşerek.

-Bu apartmanda 16 daireden beşinde yabancı oturuyor, bunu biliyor muydun?

Hayretle baktım.

-Eksi birde Fransız bir adam ile uzak doğulu eşi, bizim üstümüzde bir Alman çift var üç çocuklu, başka?

- Bir Fransız şirketi bu binayı keşfetmiş olmalı. İkinci katta da Fransız bir çift var.

-Varlıklarından bile haberim yok, başka?

-Giriştekiler de İngilizce konuşuyorlar ama nereliler ben de bilmiyorum.

-Beşinci?

-Tam karşımız, bugün taşındılar.

-Nereliler?

-Bilmem, aksanlarına bakılırsa İngilizler. Yüzlerini göremedim, çünkü her ikisinde de kara Ray-ban gözlükleri vardı.

-Apartmanın içinde güneş gözlükleriyle mi dolaşıyorlardı?

-Evet dedi, apartmanımızda belki de üçüncü kat komşumuzdan daha tuhafları da var.

“Aynı şey değil” diye mırıldandım kendi kendime.

Komşumuzun o şiddet yayan hali bütün gün gözümün önünden gitmedi. Aynanın karşısında endişeli hatlarımı makyajla yumuşatmaya çalışıyordum ki kapı çalındı.

-I’m so afraid diyordu eşim abartılı bir sesle.

Merakla koridora çıktım. Yarasa kılığına girmiş kız ile kapkara kostüm kravatlı oğlan, iki küçük çocuk bizi korkutmaya çalışıyorlardı.

“Ah çok korktum” diyerek numara yapan kocama uydum, gözlerimi büyüterek gülümsedim.

-Mandalina mı versek, şeker mi acaba? dedim İngilizce.

-Şeker diye bağırdılar korkunç olmayı unutarak.

Kuru kafa desenli keselerine şekerleri doldurmuş karşıki dairelerine koşarken sevinç çığlıkları atıyorlardı.

Üçüncü kat komşularımız kapıyı açtıklarında çocuklar apartman sakinlerini korkutmaya devam ediyorlardı.

-Cadılar bayramına nasipmiş tanışmanız dedi tuhaf komşumuz, bir karısına, bir bana bakıp gülerek.

Siyah saçları kulak hizasında iri siyah gözlü karısı elini uzattı.

-Esra.

Sonra hemen gözlerini kaçırdı.

-Buyurmaz mısınız?

Salonda baklava formlu tablalar, siyah bir divan, çiğ sarı koltuklar… Duvarda Van Gogh’un İrisler tablosu...

-Kulağı sarılı kendi portresini asacaktım dedi baktığımı görünce. Karım çok hassas diye bu en tansiyonu düşük tabloyu seçtim. Değil mi aşkım?

Esra bana kaçamak bir bakış fırlatıp kocasının omuzuna attığı kolundan kurtularak mutfağa yöneldi.

Genç kadının yürüyüşündeki hantallık dikkat çekiciydi.

Çaylarımızı içerken apartmanın kuralları üzerine bilgi vermeye başladım.

Tuhaf komşumuz yine karısının omuzunu okşayarak söze karıştı.

-Esra fazlaca artist ruhludur. Kuralları kolayca anlayamaz. Bir daha tekrarlar mısınız?

Esra itiraz etti.

-Ben artist değilim.

-Artist dedim mi aşkım?

Bize açıklamak zorunda kalmış gibi konuştu.

-Karım Güzel Sanatlar mezunudur da diploma artist yapmıyor tabii ki, eser vermek gerekiyor!

Kalkmak için izin istediğimizde Esra dalgın önüne bakıyordu.

-İlaçlar dedi tuhaf komşumuz, karım bir süredir tedavi görüyor.

Ayrılırken Esra bana sarılıverdi ve kolumu acıtacak kadar sıktı. İlaçların etkisinden mi kontrolsüz davranmıştı, anlamak için yüzüne baktım. Gözleri yardım ister gibiydi.

O akşam aklım hep Esra’da, yemeğimizi neşesiz yedik. Balkonumuzun camlarını kapatıp kalın ceketlerimizle oturduk. Karşıda tarihi İstanbul, gece yanan ışıklarıyla, sanki mücevher takınmış, cumartesi gecesi hayatına başlamıştı. Ya ışıklar kararınca… Yine Esra gözümün önüne geldi, kocasının dokunuşlarından kaçışı, kolumu acıtacak kadar sıkışı, yardım ister gibi bakan iri siyah gözleri ve beni kahreden o hantal yürüyüşü…

-Uyku vakti geldi dedi eşim kalkarken.

Işıkları teker teker söndürerek odamıza çekildik. Başımı yastığa koymamla Esra’nın yardım dilenen siyah gözlerinin gözlerime dikilmesi bir oldu.

-Kocası Esra’ya şiddet uyguluyor.

-Yarın sorarız dedi eşim uykusunda.

Kalktım, ayaklarımın ucuna basarak odadan çıktım. Karanlıkta balkonun sürgülü kapısını açtım. Ürperten bir soğuk çarptı yüzüme. Yavaşça korkuluğa kadar ilerledim. Sonra üçüncü kat komşularımızın balkonuna bakmak için eğildim. Bir sigara ateşi parlayıp söndü. Nefesimi tutup kulak kesildim. Titrek bir kadın sesi “Bu kaçıncı?” diyordu. Esra’nın sesiydi bu. “Bitti, anlıyor musun, bitti!” Adam “bir daha canını acıtmayacağım” diye sözler veriyordu. Esra “sana inandım, bir daha vurmaz dedim, seni affettim. Bak, bak, bunları sen yaptın!” Esra’nın sesi bir yükselip bir alçalıyordu. “Aşkım, aşkım” diyordu adam. “Son bir kez”. Esra korkuyla “gelme üstüme” diyordu. Bir cismin çarpması, balkon kapısının sürgüsü... Aşağıyı görmek için sarktım. Üçüncü katın ışığı söndü, daire karanlığa büründü.

Sokak kapımıza koştum. Hiçbir ses duyulmuyordu. Yatak odamıza gittim. Eşim derin uykulardaydı. Panik içinde ilk aklıma geleni yaptım, alarmı kurup, kapıyı açtım, kapattım. Anahtarla yeniden içeri girince alarmımız tüm apartmanı ayağa kaldıracak kuvvetle çalmaya başladı. Eşim yataktan fırlamış “Ne oluyor” diye şaşkın etrafına bakıyordu.

Kapıyı açıp merdivenlerden aşağıya baktım. Dairelerin kapıları teker teker açılmaya başladı. Üçüncü kattan Esra fırladı. Merdivenleri tırmanıp evimize daldı.

-Kapat kapıyı dedim kocama, çabuk, doğru içeri.

Onu tam içeri ittiğim an karşıki kapı açıldı. İngiliz aile küçük bir valiz ellerinde canlarını kurtarmaya çalışıyordu.

Onları “just an accident” diye yatıştırmaya çalışırken, yukarı kattan on altıncı dairenin sahibi “bu ne rezalet” diye bağırıyordu. İngilizler bu beklenmedik korku anını yaşamış olmaktan memnun, gülmeye başladılar. Yukarıdaki Alman aileye “bu Türk usulü Halloweenmiş” dediklerini duydum.

Eşim alarmı durdurup kapıyı ardına kadar açtı.

-Bir hırsız zorlamış olmalı dedim kapıcıya. Yarın sabah bütün daireleri uyarın, alarmlarını kursunlar. Korkuyla uyumaktansa, uykusuz kalmak iyidir, öyle değil mi?

İçeri girerken Esra’nın kocasını gördüm, merdivenleri tırmanıyordu.

-Esra sizde mi?

-Galiba onu inerken gördüm.

Biran durakladı.

-Biliyorsunuz, o çok hasta…

-Polise haber verelim mi?

-Gerek yok dedi gerisin geri inerken. Ben onu bulurum.

Kapıya yaslanıp derin bir nefes aldım. Gözlerimi açtığımda kocamın soran bakışlarıyla karşılaştım.

-Esra nerede? diye fısıldadım.

Binanın yan bahçesine bakan misafir odamızı işaret etti. Onu yatağın kenarına ilişmiş ağlar bulduk. Yüzü, vücudunun pijamadan görünür yerleri yara bere içindeydi. Burnundan sızıp da dudağına doğru kurumuş kan, burnunun akmasıyla ağzının kenarlarına dağılmaya başlamıştı. Ben bir yandan Esra’nın başını okşarken “geçti geçti” diyerek sakinleştirmeye çalışıyor, bir yandan da eşimin getirdiği kâğıt mendille burnunu tamponluyordum.

Sabahın ilk ışıklarını görene kadar onu dinledik. Evlendiklerinin gecesi başlamıştı şiddet. Aşkı da şiddetliydi kocasının. Birlikte olduktan sonra dövüyor, dövdükten sonra tekrar beraber olmak istiyordu. Esra sersemlemiş bir şekilde, ne düşüneceğini bilemiyor, onun her şiddet sahnesinden sonra önünde diz çöküp yalvarmalarından etkileniyor, çocukluğunda babasından gördüğü şiddeti anlatışından ona acıma ve şefkat hisleri ile doluyor, her seferinde onu affediyor, hatta kendisini suçluyordu.

Esra ayrılmak istediğini söylemeye cesaret edince kocası panikliyor, “sen benimsin” diyordu. “benim bugüne kadar sahip olduğum tek varlıksın!” , “Seni bırakmam” .

İlk aylarda şiddet sahneleri düzensiz iken, evliliklerinin ikinci yılına girince şiddet günleri oluşmuştu. Diğer günler Esra’yı serbest bırakıyor ama ilaç verip, onun evde kalmasını sağlıyordu. Verdiği ilaçları ise “mutluluk hapları” olarak tanıtmıştı. Esra da bu haplarla başlangıçta kendini iyi hisseder gibi olmuş ama giderek günlük işlerini yapamaz hale geldiğini fark etmişti. Babasını küçük yaşta kaybetmiş Esra’nın tutunacak bir dalı da yok gibiydi. Annesi ikinci kocasının peşinden İngiltere’ye gideli beri arayanı da kalmamış, ama bir tesadüf eski bir arkadaşı Esra’nın telefonunu bulmuş, onun yardımlarıyla da gizlice boşanma davası açmıştı.

Pazar sabahı telefonda çocukluk arkadaşım Leyla’ya anlattım Esra’nın hikâyesini.

-Biraz önce arkadaşı geldi kocasıyla beraber, birlikte önce hastaneye ardından polise suç duyurusunda bulunmaya gittiler dedim.

O sırada kapı çaldı. Eşim kapıcı ile konuşuyordu.Bana seslendi.

-Bak senin hakkında da on altıncı dairenin sahibi suç duyurusunda bulunmuş !

-Neden? diye sordum saf görünmeye çalışarak.

-Cadılar Bayramı Halloween’i kutlamak amaçlı alarmını kasten çaldırdığın ve tüm apartmanı rahatsız ettiğin için…

GELECEK HAFTA

KIRIK TESTİ

28 Şubat kısa öykü: Öldüren selfie

14 Şubat kısa öykü: Turnayı gözünden vuranlar

24 Ocak kısa öykü: İki pizza bir kola bir koca

17 Ocak kısa öykü: Güncellenen kadın

10 Ocak Kısa öykü: Hayatın anlamı