Kısa öykü: Hırsızın profesörü

Televizyonun ilk dönemlerinin sevilen dizi kahramanı Colombo taklidiyle kapıya doğru gittim. Sempatik İtalyan komiser elini çenesine attı mı bir ipucu buldu demekti. Ben de öyle yaptım.

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

-Arkamızdaki apartmanı hırsızlar boşaltmış diye içeri seslendim torbaları yere koyarken.

-Nasıl, bütün dairelere mi girmişler?

-Korkuttun, seni salonda sanıyordum.

-Hırsız her an, her yerden çıkabilir!

Eşim iki tiryakiye yeni demlenmiş çayları doldurmuş, balkona doğru giderken bir ayağıma terliği geçirmiş, diğeri elimde onu takip ederek devam ettim.

- Hırsızlar o kadar akıllı ki, sadece mücevher ve para toplamışlar!

-Nasıl, her dairede mücevher mi varmış?

-Hayır canım, ama girdikleri her dairede dedim diğer terliği de ayağıma geçirerek, boş yok! Mesela giriş katına uğramamışlar bile, beşinci kata da…

Elinde bardaklar baktı.

-Çünkü onlar bankada saklıyorlarmış.

-Hırsızlar bunu nasıl ve nereden biliyormuş?

-Polis de işte bu sorunun cevabını bulmaya çalışıyormuş.

Balkonda bu son derece organize hırsızlık olayı üzerine kafa yorarken zil çaldı. Kapıcımız Ahmet Bey akşam siparişleri için dolaşıyordu.

-Gelişme var mı?

-Bir polis arabası kaldı, diğerleri gitti. Böyle hırsız yakalanır mı bilmem.

-Niye ki?

-Kameralarla geldiler. Polisler de artist gibi. Tekrar tekrar içeri giriyorlar, filmleri çekiliyor. Yoldan geçenler hırsızlığı anlamadı, “hangi dizi bu?” diye sordular.

Kapıyı kapatırken söylendim.

-Bizim alarm da göstermelik!

Zil yeniden çaldı, yine kapıcıydı.

-Polis dağıtmamı istemişti.

Verdiği bildirinin birinci cümlesinde hırsızları ciddiye almamız isteniyordu. Akıllı telefon, akıllı bilgisayar kullanan günümüz insanının kendine fazlaca güvendiğini ve çok basit hatalarla hırsızların kurbanı haline geldiğini anlatıyordu. “Unutulmamalı ki hırsızlar da aynı aletlerden yararlanıyor üstelik kendilerini sanal ortamda gizleyerek, kurbanıyla doğrudan ilişkiye geçiyor,  birinci ağızdan bilgileri alıyorlar” deniliyordu. Bildik uyarılar...

-Arkamızdaki apartmandan kimseyi tanıyor musun? diye sordu eşim.

-Aşağıdan başlayayım. Kapıcılarıyla konuşmuşluğum var. Oğulları burslu okuyor, çok zeki.  Giriştekileri tanımıyorum. Birinci katta seksenlerinde bir kadın var, bakıcısı Moldovalı.

Kapı tekrar çaldı.

Televizyonun ilk dönemlerinin sevilen dizi kahramanı Colombo taklidiyle kapıya doğru gittim. Sempatik İtalyan komiser elini çenesine attı mı bir ipucu buldu demekti. Ben de öyle yaptım.

-Bizim akıllı hırsız kapıyı açamamış, tornavida istemeye geldi.

Eşimin balkondan kahkahaları gelirken ben de gülerek kapıyı açtım. Karşımda kapıcımızın yanında üniformalı genç bir polis görünce gülümsemem donuverdi.

-Komiser diye takdim etti kapıcımız, apartmanda bilgisayarı olan kat sahiplerini sordu. Aklıma ilk siz geldiniz...

Nasıl gelmesindi. Balkondaki küçük masanın üzerindeki tablet açıktı, dizüstüm de hemen salonun sağındaki tablada duruyordu. Koridorun başında komple çalışma odası...

Buyurun dememi beklemeden komiser zaten içerideydi. Büyük bir çeteydi söz konusu olan. Yardımımızı istiyorlardı.

Başkası kurban olmayı kabul eder miydi, bilmiyorum. Ama bizim gibi vaktinin çoğunu balkonunda, İstanbul siluetine bakarak geçmişi hatırlamakla geçiren bir çift için kaçırılmayacak bir maceraydı.

Komiser gitti, biri atkuyruklu, biri küpeli, üçüncüsü kolları baştan aşağı döğmeli üç genç polis geldi. Hemen çalışma odasına yerleştiler. Bilgisayarımızda bize birer facebook sayfası açtılar. Favori şarkıcımı, en sevdiğim kitabı, unutamadığım filmi ben yaştakiler ve benim konumumdakiler hep aynısını yazarmış, onlar da benim şaşkın bakışlarım altında bana sormadan yazdılar. Benzer erkek versiyonunu da eşime hazırladılar. Bir kaç da selfie çektirip birbirimize yollattılar.

Bana “an an yaptıklarınızı esprili bir dille yazın” dediler. Balkonda limonata içmekten, piştide kimin yendiğine kadar her şeyi uydurarak yazdım. Kendimi yeterince teşhir edecek kadar sayfayı doldurunca “şimdi arkadaşlıkları kabul edin” dediler. Yıllardır bayramlarda bile yüzlerini görmediğim akrabalarımız kendilerinin de haberi olmadan hemen sayfamın yanında arzı endam ediyorlar, ben de onları bir güzel tıklıyordum. Arkadaşlık teklifi yapanlar arasında her gün telefonlaştığımız çocukluk arkadaşım Leyla bile vardı. Onu tehlikeye atmamak için görmezden geldim.

Polisler arkadaş sayımı yeterli bulunca Esin Yadigâr’ı aramamı istediler, iç mimarmış. Arkadaşlık davetimi hemen kabul etti. Polisler ona mesaj yollattılar.“ Acilen bir dolap içi düzenlemeye ihtiyacım var. Bir arkadaşım sizi tavsiye etti. Hafta sonuna kadar bitmesi mümkün müdür, yoksa tatilden sonrayı mı düşünmeliyim?”

Anında cevabı geldi. “Yarın evinize uğrayacağım. Teslim zamanını görüp söyleyebilirim. Adresinizi bekliyorum.”

Eşim her an müdahale edecekmiş gibi ayakta olan biteni izliyordu.

-Rahat olun dedi atkuyruklu polis. Yazıştığımız bizden.

-Peki, hırsızlar nerede?

-Güzel soru diyerek birbirlerine bakıp gülümsediler.

Biraz önce yolladığımız mesajlar hırsızların dikkatini çekmek içinmiş. Facebook’ta arkadaş olmaya geleceklerini, ortak arkadaşımız olarak mimarı göstereceklerini söylediler.

Gerçekten de iki dakika sonra Mahmut usta ve mühendis Yakup Yılmaz’dan arkadaşlık teklifi geldi. Her ikisiyle de ortak arkadaşımız iç mimar Esin Yadigâr’dı.

Bu arada iç mimar Esin Yadigâr’a bir mesaj daha atıp adresimizi verdim.

Ertesi sabah saat 10’u 25 geçiyordu, iç mimar geldi. Yatak odasında dolabın içine gömülecek kasayı bize anlattı. Nasıl kolayca çıkarılacağını da...

-Aslında dedi, sizinki biraz gecekondu işi olacak, tatilden dönünce, bu dolabı tamamen kaldırıp yeni bir sistem kurmak gerekecek.

Öğleden sonra takabileceğini söyledi. “Ustaya gerek yok, oğlumla yaparız” dedi. “Bu durumda size güveniyoruz ve biletimizi alıyoruz” dedim. Yolculuk nereye miydi? Polisler başparmaklarını aşağıya doğru sallıyorlardı. “Bodrum’a” dedim.

O kapıdan çıkarken işin ciddiyetini anlamıştık. Polisler konuşmadan, sadece el işaretleriyle bizi yönlendirmişti. Demek dinlenebilirdik de...

Esin Yadigâr öğleden sonra oğluyla geldi. Büyükçe bir paket ve alet kutusu taşıyorlardı. Hepimiz suflörlü oyuncular gibiydik. Polislere bakarak evin içinde ilerliyor ve böyle durumlarda ne konuşulursa onları söylüyorduk. Kutunun içinden çıkan kasayı dolabın içine öyle bıraktılar. Dolap içine gömülüyor hissi versin diye beraberlerinde getirdikleri bir tahta parçasında matkapla delikler açtılar. Bu işlem on beş dakika sürdü. Göz kırparak ayrıldılar.

-Şimdi dedi atkuyruklu polis, bir mesaj yazıyorsunuz Esin Yadigâr’a. “Sayenizde yarın gidebiliyoruz” diyorsunuz. Ona teşekkür için Bodrum’dan satsuma getireceğinizi söylüyorsunuz.

-Şimdi de Cem Taksi ’ye telefon edip sabah yedi buçuk için araba isteyin.

İşin bize düşen kısmı bitmişti. Polisler arkamızdaki apartmandaki soygunun Esin Yadigâr’ın dikkatsizliği yüzünden meydana geldiğini açıkladılar. Oğluyla iş yazışmalarını facebook ’tan göndermiş, akıllı hırsızlar hemen izlemeye başlamışlar. Üstelik kasaların bulundukları daireleri de, koyuldukları yerleri de oğlu kolayca anlasın diye krokili belirtiyormuş. Hırsızlar da elleriyle koymuş gibi bulmuşlar. Esin Yadigâr kendini affettirmek için polisle işbirliğine razı olmuş. İnsanlar ne hatalar yapıyor diye aramızda konuştuk, şaşırdık kaldık.

Ertesi sabah küçük valizimiz elimizde kapıdan çıkarken bir de şaka yaptılar.

- Etraf hırsız dolu, evde kıymetli eşya bırakmayın!

-En kıymetli eşyamız kitaplarımız dedim gülerek.

Taksiye bindik. Şoföre “Sabiha Gökçen havaalanı, iç hatlar” dedik. Havaalanına girince cep telefonum çaldı. İlerde bizi başka bir taksi bekliyordu. O taksiyle bizi Tuzla’ya bıraktılar.

-Evinize akşam sekizden önce dönmeyin dediler.

Tuzla’yı gezmekten yorulduk. Saat yedide bir taksiye atlayıp Moda’ya döndük. Çıkmaz sokağımıza giren taksi bir kaç metre sonra durmak zorunda kaldı. Her tarafı yine polis arabaları tutmuştu.

Bize doğru koşan kapıcımızın karısı Nurgül’ü gördüm. Ahmet Bey de arkasından “ben ne bileyim” diye bağırıyordu. Meğer iki geceyi evimizde geçiren o üç genç hırsızların ta kendileriymiş. Komiserin gerçek olmayabileceği aklımıza bile gelmemişti. İç Mimar Esin Yadigâr “bu iki oldu” diye duvarı yumrukluyordu.

Polis eşliğinde dairemize girdiğimizde ilk olarak tablete baktım.

-Valizde dedi eşim.

-Ya benimki?

-O da bende!

-Peki, ne almış bu çok akıllı hırsızlar?

Polis hırsızların bıraktığı notu yüksek sesle okuyordu.

“Misafirperverliğiniz için teşekkürler. Sizi değerli eşya bırakmamanız için uyarmıştık.”

Evi terk etmek üzere dış kapıya varmışken arka apartmana gelen gerçek polislerden biri kontrol etmek istemiş, onlar da bir yolunu bulup kaçmışlar.

Ne almış olabilirler diye evi dört döndük, her şey yerindeydi. Telefon çaldı. Bizi organize suçlar dairesinden arıyorlardı. Akıllı hırsızlar havaalanında Amsterdam’a uçamadan yakalanmışlardı. Ellerinde bize ait değerli bir eşya vardı.

Şubede,  bize kendilerini polis olarak tanıtan hırsızların hukuk fakültesi üçüncü sınıf öğrencisi olduğunu söylediler. Arkadaşlarını azmettiren dördüncüsünün gece kulüplerinde lakabı profesörmüş. Kapıcımızın yanındaki komiser üniformalı da oymuş.

- Hemen itiraf ettiler, üçü yurtdışına kaçana kadar evinizde saklanabilmek için size oyun oynarken hırsızların profesörü de çaldıkları mücevherleri bir Amsterdam gezisi karşılığında satmış.

Oyuna geldiğimiz için canımız sıkkındı. Üstelik gerçek polisler de bizimle dalga geçiyor gibiydiler.

- Sizden çok değerli bir şey çalmışlar ama sizin bu konuda bir fikriniz bile yok!

Biz bu değerli eşyamızı görmek için sabırsızlanırken önümüze naylon içinde korumaya alınmış bir kitap konuldu.

Osmanlı’nın ilk el yazmalı eserlerindendi.

Eşim bir kahkaha attı.

- Güzel sanatlardan mezun hattat bir arkadaşım benim için yaptı bu kopyayı.  Eserinin gerçek sanılarak çalınıp, Amsterdam’a kaçırılmak istendiğini öğrenince çok sevinecek.

Polisler şaşkın, eşim ise rahatlamış görünüyordu.

-Eski eser çalanlar biraz da kültürlü olmalı dedi intikam alırcasına. El yazılı basımlarımızda piyasa değeri kitabın sonundan anlaşılır.  Bilip de baksalardı bu kitabı benim için kopyalayan müstensih denilen hattatın adını da görürlerdi, istinsah tarihi denilen kopyalama tarihini de.

Kitabı alırken de alayla ekledi.

- İki yıllık kitap hırsızın profesörü için ne kadar para ederse artık. Benim için ise paha biçilmez...

GELECEK HAFTA

BİTMEYEN ÖPÜCÜK

01 Kasım kısa öyküsü: Soğuktan gelen kaset

25 Ekim kısa öyküsü: Kontör sevgilim

18 Ekim kısa öyküsü: Hayatı sıfırlamak…

11 Ekim kısa öyküsü: Sentetik gözyaşları

04 Ekim kısa öyküsü: Bir güzelin peşinde