-Ne güzel yanmışsın dedim, yüzüne renk gelmiş, yorgunluğun gitmiş sanki, güneş enerjisiyle şarj olmuş gibisin.
-Hah ha dedi alayla gülerek. Yüzüme gelen renk adrenalin yükselişindendir.
Koltuğa otururken dayanamadı ekledi.
-Tansiyonum da fırladı.
Sonra da kolunu gösterdi.
-Yanmama gelince kaçıncı derecede bilmiyorum, klinik vakayım.
-Dur sana bir kahve yapayım dedim.
-Ah ah diye arkamdan seslendi şu balkonda oturup karşıdaki İstanbul siluetine bakarak kahve içmek var ya…
Kahve fincanlarını masaya koyarken baktım, Ayşen gözlerini kapamış, ayaklarını balkonun demirlerine dayamış, derin nefesler alıyordu.
-O korkunç uğultu hâlâ kulaklarımda dedi doğrularak. Düşün, sabah, öğle, akşam yemekleri yenen restoranlarda insanlar sürekli hareket halinde. “Müzik mi çalıyor bir yerlerden?” diye biri sordu tatilin bitmesine yakın da farkına vardım. Yiyip çıkan, yemeğe gelen, tabak elinde yiyecek seçen, masa arayan, masa bulup da oturmuş konuşan 2000’e yakın insanın birbirine karışan sesleri sürekli bir uğultu oluşturmuş, var olan müziğin sesini bastırıyor.
-Ama sen bunları bilerek, torunun için gittin, öyle değil mi?
-Tabii canım, yoksa ne işim var “Her şey Dahil Tatil Köyü”nde…
-Ama torunun orada çok eğlenmiştir…
-Hem de nasıl eğlenme! dedi birden geniş bir gülümsemeyle. Aslında manzara müthiş, harikulade koylara yayılmış kum plaj, çocukları neşeli çığlıklar attırarak denize fırlatan kocaman kaydıraklar, çimenli alanda salıncak-hamaklar…5 Yaş çocuğu için ideal bir yer…
Anlatırken gözleri çocuklarınki gibi yuvarlaklaşmış parlıyordu.
-Torunum tutuyordu işaret parmağımdan sıkıca. Sonra “Koş anane koş” diyor o çocuk diliyle.
-Nereye? diye sordum sevimliliklerini gözümde canlandırarak.
-Sabah odadan kahvaltı için restorana. Sonrası odaya. Odada hazırlanıp havuza. Havuzdan tekrar odaya. Odadan öğle yemeğine restorana. Restorandan yine odaya. Oradan bir koşu denize. Denizden bir koşu 5 çayı barına. Oradan denize. Denizden odaya. Odadan akşam yemeğine. Yemek sonrası gösterilere. Oradan, gün bitimi biraz dinlenebilmek, uyumak için odaya…Ay anlatırken bile yoruldum.
-Peki niye koşuyorsun böyle, torunun istediği için mi?
-Yok başta çok sıcak olduğu için güneşten kaçıyor, bir vücutluk gölgeden diğerine koşuyordum. Torunum bunu oyun yaptı, bitmeyen koşu işte böyle başladı.
-Ama bundan da şikayetçi değilsin sanırım dedim yine gülümseyerek.
-Bu dedi Ayşen, yine tatilin en sevimli tarafı.
Sonra birden ciddileşti.
-Bir de elektrikli arabalar vardı…
-Nasıl? diye sordum, hani hızlı gitmeyen engelli arabaları gibi mi?
-Hayır, hayır dedi Ayşen, önde üç tekerlekli bölümde arabacı oturuyor. Ona, üstü tenteli yanları açık bir araba var, o ekleniyor. Ona da insanlar biniyor.
-Güzel dedim, çocuklar bayılır böyle araçlara.
-Çok dedi düşünceli. Hatta insanlar içine bir anda doluşup, bize yer kalmayınca torunum da başlangıçta üzülüyordu.
-Biraz da bu yüzden bu “Koş anane koş” oyununu eğlenceli hale getiriyordum diye açıkladı Ayşen. Hani kaçırırsak, doluysa, olur da binemezse diye.
-Bir akşam diye fincanını dalgın çevirmeye başladı, yemek sonrası canlı müzik dinlemiş, dönüyorduk. “Anane arabayla dönelim mi?” derken çok istediğini anladım. O sırada şansımıza da araba göründü. Sevinçle bir iki adım attık. Araba kendi etrafında dönüp bizi orada şaşkın bırakıp gerisin geri gitti.
-Torunuma “üzülme başkası gelir” dedim. Öyle de oldu. Biraz bekledik ama geldi, bu sefer hemen bindik, üstelik güzel bir yer bulduk. Ama araba bir türlü kalkmadı.
-Neden? diye sordum.
-Bu sefer de şoför yok oldu.
-Nasıl yok oldu?
-Bayağı ortalıktan kayboldu. Biz de şaka ile karışık protestolara başladık.
-Bir araba dolusu insan?
-Evet, el çırpıyoruz, tempo tutuyoruz. Gelmiyor. “Şoför kaçtı” diyoruz İngilizce. “Kızların gösterisini izlemeye gitti galiba” diye dalga geçiyor bir İngiliz. “Bizim şoför kafayı buldu” diyor biri Türkçe. Ruslar anlamadan gülüyor.
-Hâlâ yok şoförünüz?
-Yarım saat geçti, protestolar neşeliyken sinirli hal almaya başladı. Çocukların uykudan başları yana düştü… Sonunda şoför de geldi. Yüzü bir karış, bize küsmüş gibi, kızgın da değil ama allak bullak suratı. Bizim de neşemiz kaçtı tabii. Tekerlerin gürültüsünün dışında kimsede ses yok! Öyle geri döndük.
-Peki öğrendiniz mi sonra, niye bekletmiş o kadar?
-Hayır ne şoför ne de danışma tatil köyündeki elektrikli arabanın böyle ağır aksak çalışmasıyla ilgili hiçbir bilgi vermedi.
-Ertesi gün yine bindik arabaya diye anlatmaya devam etti Ayşen. Şoför kimsenin yüzüne bakmadan yerini aldı. Sanki o küçük yerinde omuzları daha da daralmış, büzülmüş, öyle sürüyordu arabayı hırsla.
-Sonraki gün de aynı şekilde şoförü danışma binası ile restoranlar arası gidip dönerken gördük dedi Ayşen. Sanki arabanın bir parçası gibi. Dosdoğru yola bakarak geçip gitti.
-Kaç araba var böyle? diye sordum.
-O zaman sayısını bilmiyordum. Tatil yerinde arabalar hep gelip geçiyor…
Bir sabah danışma binasının kapısında görevliler konuşurlarken duymuş. “Adamın yirmi ikinci gidişi bu” diye. Bu kez bavulları yüklüyormuş. Ayşen o zaman anlamış, bu şoför hiç durmadan gidip geliyormuş.
-Sonra üstelik bu arabacının devasa tatil köyünün tek arabacısı olduğunu duydum ama doğrusu buna hiç ihtimal vermedim. “Olur mu canım, 2000’e yakın tatilci kapasiteli ‘Her şey Dahil Tatil Köyü’nün tek arabacısı olur mu hiç?” dedim kendi kendime. Gitgide arabasıyla bütünleşen, sadece önüne bakıp, bir gidip bir dönen… Habire gidip, habire dönen… Tek arabacı ha?
Birkaç kez daha yakalayıp arabasına binmiş. Ona “hop burada inecektik” diye bağıranları duyunca yüksek sesle teşekkür ederek herkesi bu tek şoföre saygılı olmaya davet etmiş. Böylece diğer tatilciler de teşekkür etmeye başlamışlar. Türklerin yanı sıra Ruslar, İngilizler, “Teşekkür” diye bağırmaya başlamışlar inerken. Arabacının yüzü biraz güler gibi olmuş. Ama yine önüne bakarak gidip gelmeler günler boyu sürmüş.
-Bir gün dedi Ayşen tepedeki odalara hizmet veren açıktaki asansörü beklerken bavul taşıyan görevlilerden biriyle karşılaştım. Benim terini silişini fark ettiğimi görünce özür diler gibi “Derece düştü diyorlar ama sanki daha sıcak” dedi. Ben de ona “Hissedilen sıcaklık galiba gerçek dereceyle orantılı düşmüyor” diye cevap verdim. Sonra da fırsattan istifade sordum. “Burada tatil geçirmek ister miydiniz?”
-Terleyen adama bunu mu sordun?
-Ne yapayım dedi Ayşen, dayanamadım sordum.
-Ya evet dese ne yapacaksın, yer değişelim mi diyeceksin?
-Ben sonucunu düşünmeden sordum doğrusu. O da samimiyetimi anladı, onun için samimi cevap verdi, inanmayacaksın ama “İstemezdim” dedi. O çocukken, yazlarını ailesiyle birlikte yaylada geçirirmiş. Orada evleri varmış. “Yine yaylaya gitmek isterdim” dedi.
-Ya onun çocukları? Onlar belki farklı düşünüyordur diye fikir yürüttüm.
-Çocukları gerçekten de imreniyormuş burada tatil yapanlara. O ise 26 yıldır burada çalışıyormuş. Genç bir delikanlıymış o zamanlar. İlk işi bu olmuş. Buranın “Her Şey Dahil Tatil Köyü”nün bir parçası olmuş. Memnunmuş… “Her Şey Dahil Tatil Köyü”ne kendisi de dahil olmaktan…
Ayşen asansörle çıkarlarken soru bombardımanına tutmuş o görevliyi. Gerçekten buranın tek arabacısı olup olmadığını, o arabacıyı sormuş.
- “Doğrudur” dedi bana, “Buranın tek arabacısı var. O da benim çocukluk arkadaşım…”
Ayşen klimanın bile başa çıkamadığı o çok sıcak gecelerde arabacıyı görmüş rüyasında, kâbus gibi hep kendi etrafında dönüyormuş.
“Her Şey Dahil Tatil Köyü”nden ayrılacakları sabah kapıdaki görevliyle konuşmuş Ayşen. “Arabacı hem insanları taşıyor hem de resepsiyondan odalara bavulları götürüyor. Herkes galiba iki iş yapıyor” diye ağzını arayacak olmuş. O görevli de doğrulamış. “Ben 7 hafta oldu çalışmaya başlayalı tam 8 kilo verdim” demiş.
-Çocukluk arkadaşım Leyla da böyle anlatmıştı bana dedim. Tatil yerlerinde çok az sayıda personel çalıştırıyorlar diye. Sanki tatil yerinde çalışmak bir avantajmış gibi. Sanki onlar da bir yandan tatil yapıyorlarmış gibi…
Bavullar kapıda sıralanmış, son kez “Koş anane koş” diye bağırmış torunu, start almış halde son bir koşu tutturmuşlar.
Tam o sırada geçmiş arabacı, tekerlerinden gıcırtılı sesler çıkararak.
Torunu eliyle işaret ederek göstermiş, “Bak anane o kötü şoför geçiyor” demiş. “Niye ona kötü şoför dedin?” diye sormuş torununa Ayşen birden durarak. “Hani o gece, sen öyle dedin ya” diye cevaplamış çocuk gözlerini büyüterek.
“Yanlış söyledim ben” diye düzeltmeye çalışmış Ayşen. “O iyi şoför”. “Hem de çok iyi bir şoför.”
“Peki” diye sormuş torunu, “Kötü şoför nerede?”
Ayşen “Kötü şoför, iyi şoför yokmuş meğerse burada” diye cevaplamış küçüğü. “Anane bir hata yaptı. Tek şoför varmış. Bu koca yerde bir tek şoför.”
Torunu şaşkın bakarken yere çömelerek onun boyuyla eşitlemiş kendi boyunu Ayşen. “Bu şoför her yere yetişen şoför” demiş. “Ben de yeni öğrendim sırrını.”
Torunu çok meraklanmış. “Sırrı ne?” diye sormuş. “Bakma öyle büzülmüş durduğuna. O var ya…” demiş Ayşen ve kulağına fısıldamış “O Süpermen!”
“Gerçek mi? “diye sormuş hayranlıkla torunu.
“Gerçek” demiş Ayşen. “O Her şey Dahil Tatil Köyü”nün Süpermen’i!”