Kısa Öykü: Gölgemin korkusu

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

-Artiz ya dedi kocasına alaylı bakarak. Güneşin doğudan doğduğunu bile unuttu, batırarak yaşıyor.

Gülseren ayağa kalkmış taklidini yaparken, Ahmet de gülerek koltuğunda kaykılıyordu.

- En erken öğleyin, saat on iki gibi, şöyle bir kalkar. Sanırsın sabahın köründe uyanmış, öyle mahmur…Kendini bulana kadar saat öğleden sonra iki olur.

Camlı balkonumuzda misafirimiz çiftle oturmuş, ayın iki kıta arasında uzanan ışığının karşı kıyıdaki bitimine, İstanbul siluetine bakarak bol kahkahalı bir gece geçiriyorduk.

-Bu adam var ya bu adam, öyle narsist ki gölgesine bile aşık. Kısalmasını görmeye dayanamıyor, ben biliyorum, onun için geç kalkıyor. Ee öğleden sonra güneş batıya doğru indikçe gölgesi de uzuyor ya, o da tabii ayakta!

-Gerçekten hiç erken kalktığın oldu mu? diye sordum ben de oyuna katılarak.

-Askerlikten terhis olduktan sonra kalktım mı hiç?... Vallahi hatırlayamadım dedi Ahmet yine kahkaha atarak.

Gülseren ve Ahmet gece yarısını geçmişti, öyle gittiler. Ortalığı toplarken onlarla ilk karşılaşmamızı anımsadım. Bir kış günü, sinema dönüşü bozacıdaydı, karanlık çoktan çökmüştü.

İnternetten gecenin son haberlerini okumakta olan eşime sordum.

-Sen hiç gölgenden korktun mu?

-Yani diye isteksizce cevapladı, gölgemden niye korkayım? Korkan ışıktan korksun, onsuz gölge olmaz zaten.

-Herhalde dedim kendi kendime fikir yürüterek, insan gölgesine bakınca eseri gibi görür, şöyle büyük, heybetli olsun ister, öyle küçülmüş, eğri büğrü…

O gölge analizlerimden sıkılmış, kestirip attı.

-Sen Ahmet’in öğlene kadar kalkmamasının nedenlerini mi araştırıyorsun? Bence derin düşüncelere dalma. Tembel o, o kadar!

Gerçekten de Ahmet hayatında hiç iş aramamış, bir tam gün olsun çalışmamış, babasının ölümünden sonra Tuzla’daki marangozluk atölyesini bile “kim uğraşacak” deyip kapatmış, evinden ısmarlama sanat eseri küçük objeler, çerçeveler yaparak hayatını kazanma yolunu seçmişti. Bahariye’nin Yoğurtçu’ya inen paralel dar sokaklarından birinde yine babadan kalma bir dükkânı ve o dükkânı yokluğunda çekip çeviren genç bir çırağı vardı.

Ertesi sabah Belediye’ye gidecektim, yolumu oradan geçirdim. Dükkâna girdim, çırağı hemen “bir soluklanmak istersem taze çayının olduğunu” söyledi. Taburelere oturmuş çayımı yudumlarken duvarlardaki çerçevelerin güzelliğinden gözlerimi alamıyordum.

-Hepsinin sahibi var mı? diye sordum.

-Duvardaki şu üçü hariç diğerleri satıldı. Öğleden sonra gelirler almaya.

-Peki şu kenardaki büyük boylar? diyecek oldum.

-Onlar Ahmet Bey’in kendi çerçeveleri.

Sonra sır verir gibi eğildi.

-Çok önemli bir sipariş almış olmalı. Ahmet ustam her gün bir tane yapıyor. Hepsi de bir örnek.

Sonra “söylesem mi?” gibilerden tereddütlü kapıya bir bakış atıp fısıldadı.

-Bir de ışık sistemleri var çerçevelerin…

-Işık sistemleri mi? diye sordum ben de aynı alçak sesle.

-Işıklı çerçeveler!

Ünlü tablolara kendince gölge katmak isteyen birinden mi sipariş almıştı? Yolda yürürken Ahmet’in ışıklı çerçeveleri üzerine kafa yoruyordum. Evi de ilginçti, tersten dubleks, alt kata merdivenle inilen bir apartman dairesi… Alt kata küçük bir atölye kurmuştu kendisine. Orada geç saatlere kadar ışıklı çerçevelerini yapıyor olmalıydı.

Günlük uğraşlarla zaman akıp gitmiş, Ahmet’in gölge takıntısını unutmuştum. Kapıcımız Nurgül getirince ellerimi kurulayıp gölgeli harflerle yazılmış davetiyeyi merakla okudum.

“Tema: Gölgemin korkusu – Işık oyunlu sergi. Çerçevede kendi gölgenizin objeler karşısındaki konumunu izleyeceksiniz.”

Elimde davetiye, hayretler içinde salonun ortasına yürümüştüm.

-Neler oluyor? diye seslendi koltuğundan eşim.

-Ahmet’in sergisi var ay sonuna dedim davetiyeyi uzatarak.

-Bak, gölgesinin korkusunu anlayacağız nihayet dedi alaylı gülümseyerek.

Serginin açılış kokteylinde şapkalı, stil yarışında hanımlar ile sanatçı görünümlü beyler arasında Gülseren sırt dekolteli kırmızı elbisesi içinde dimdik durmuş, hemen fark ediliyor, kırmızı rujlu dudaklarına oturttuğu geniş gülümsemeyle tedirginliğini göstermemeye çalışıyordu.

-Tebrikler Gülseren dedim onu rahatlatmak için, katılım yüksek, her şey harikulade görünüyor.

-Değil mi? diye aynı gülümsemeyi bozmadan dişlerinin arasından konuştu.

Salonda gözlerimizi gezdirdik. Duvarlar merak uyandıracak kadar boştu, Ahmet ise ortalıkta görünmüyordu.

-Sanatçımız nerede? diye sordu eşim.

-Bir süre daha gölgesiyle idare edeceksiniz dedi.

Sonra eliyle salonun gerisindeki siyah kadife kumaşla kapatılmış bölümü gösterdi.

-Ahmet ışıkların ayarını son kez gözden geçiriyor.

Sonunda gizemli siyah perdenin ötesine davet edildik ve karanlıkta sergilenen ışıklı çerçevelerin önünde kuyruk oluşturduk.

İnsan boyundaki boş çerçevelerin hemen başlangıcında, yerde, duracağımız noktayı belirten bir daire çizilmişti. Konulduğumuz pozisyonda çerçeveye monte edilmiş ışık tam arkamızda kalacak şekilde ayarlanmıştı. Haliyle çerçevenin içinde gölgemiz belirdi. Eşime fısıldayarak sordum.

-Tema “Gölgemin Korkusu” idi, değil mi?

-Kurcalama dedi gülümseyerek.

-Gölgeyi korkutan obje nerede peki? diye arandım.

Eşim bir sonrakine doğru beni çekti.

Arkamdan gelen hanım birinci çerçevenin küçük tanıtım levhasını bulmuş, yüksek sesle okudu da öğrendim: “Adı konmamış korku”.

-Müthiş! dedi bir erkek sesi.

Bir sonraki çerçevede gölgem bu kez renklenmişti. Merakla tanıtıcı levhaya baktım. “Ölüme gülümseyiş” diyordu. İnanmaz bir halde bir kez daha baktım.

Daha sonraki çerçevede gölgem gri çizgiliydi.

-Dur tahmin edeyim dedim eşime, bu da “Seri katil”.

Öyle değildi tabii. Tanıtıcı levhada “Ölümün kırılganlığı” yazılıydı.

Eşim öyle hızlı geçiyordu ki çerçevelerin önünden, levhaları okumakta zorluk çekiyordum. Ama bir tanesi gerçekten ilginçti. Çerçevenin yarısı turuncu yarısı yeşildi.

-Buradaki sanat dedim yine fısıltı halinde, iki renkli ampul kullanılmış olması!

Levhada ise “Yorgun ölüm” yazılıydı. Bir başkasında “Masumun ölümü”. Daha ileride “Yolun sonu”, “Tanık” …

Eve döndüğümüzde hâlâ şaşkındım.

-Neydi bu dedim, sen anladın mı bir şey?

-Sergi işte dedi eşim tabletini açmış gecenin son haberlerini internetten okumaya başlayarak.

Ahmet’in “Gölgemin Korkusu” temalı sergisi basında büyük yankı bulunca şaşkınlığım bir kat daha arttı. Işık ayarlamasının “dahiyane bir buluş” olduğunu yazanlar oldu. “İnteraktif sanatın canlı örneği” diye her çerçeve önünde ünlüleri çektiler. Gazeteler ünlülerin gölge uzunluğunu derecelendirip internet sitelerinde foto galerileri yayınladılar. Bir ay süreceği ilan edilmişken uzatıldı, Ahmet aynı sergiyi Ankara, İzmir ve Eskişehir’de de yoğun istek üzerine birbiri ardına açmak zorunda kaldı.

Yine bir gün dördümüz balkonumuzda sergisinin başarısı üzerine sohbet ediyorduk. Gölgeler tartışmamızı bu kez Ahmet hatırlattı.

-Bana artiz diye takıla takıla sergi açmama neden oldu Gülseren dedi. Başarı biraz da onun, ışık oyunları fikrini vermiş oldu.

-Sahi son güne kadar senin bilgin yok muydu sergiden? diye sordum Gülseren’e.

-Çerçeveler bitmiş, ışık ayarlamaları tamamlanmış, her şeyi hazırladıktan sonra salon bulmada benden yardım istedi. Bir de o koridoru yaratmada…

-Peki diye sordu eşim, bu sergiden maddi kârın?

-Oldu dedi koltuğunda dikilerek Ahmet. Işıklı çerçevelerin her biri dükkân kirasının 5 katına gitti.

-Ah işte diye atıldı Gülseren, daha ilk sergisi, tanınmış olsa milyonlar ederdi.

Değişik sanatçıların “Adsız” adını koydukları tablolarının 1 milyon dolardan başladığını anlattı Ahmet.

-Hele bir tanesi 89 milyona satıldı bir koleksiyoncuya dedi.

Çok merak ettik, internetten arayıp bulup bize örnekler gösterdi.

En ucuzu “Kan- kırmızı -ayna”, tek renge boyanmış bir dikdörtgendi, 1 milyon doları geçmişti satışı. “Kara ateş” adlı eser 80 milyonun üstündeydi, orada iki renk kullanılmıştı…

Bundan sonra çerçeveciliği bırakıp doğrudan sanat eserleri yaratmaya karar vermişti Ahmet. Çıkarken bir de unutmadan bizim için imzaladığı lüks kuşe kağıtlı kitabını verdi. Sergisinden fotoğraflar içeren kitaba bakınca tereddüt ettim. Acaba bu sanat eserlerinin değerini biz mi anlamamıştık?

Çocukluk arkadaşım Leyla’ya gösterdim Ahmet’in kitabını.

-Güzel de dedi gülerek, serginin teması “Gölgemin korkusu” değil miydi? Sergi bitti, gölgeler gitti. Kaldı mı sana çerçevesi.

“Çerçeveye o kadar para verip alan koleksiyoncu gölge yaratmak için parayla adam mı tutacak?” diye sorup, boş çerçeveli modern sanatı sorguluyordu.

-Sahi ne buluyor koleksiyoncular bu anlamsız sanat eserlerinde diye sordum eşime.

-Alan memnun, satan memnun dedi.

Sonra da incik boncuk karşılığı altın veren Afrikalının hikayesini anlattı. Afrikalıya sormuşlar “O değersiz, camdan taşlara niye o kadar altın verdin?” diye. Afrikalının cevabı “Ya siz altına neden değer veriyorsunuz ki?” olmuş. “O da alt tarafı bir maden!”

-İşte o hesap dedi eşim, değerleri birileri biçiyorlar. Sonra o değeri mutlak kılıp, onun peşinde koşuyorlar.

Gülseren ile Ahmet’ten aldığımız telefon modern sanat sergilerinden de şaşırtıcıydı.

İkisi Alaska’ya gitmişler.

-Kuzey Kutbu’na yakın güzel bir şehir diyorlardı. 21 Marta kadar hazır güneş de doğmazken orada…

Ahmet daha fazla sanat eseri yapabilsin diye sabah erken kalkmaya alışmak istemişler.

-Nasılsa gölge ne uzar ne kısalır diyorlardı.

GELECEK HAFTA

YAŞLI ERGENLER

22 Ocak Kısa öykü: Mevsimlik Kişilikler

15 Ocak Kısa öykü: Şaşkın Sapık

8 Ocak Kısa öykü: Kadının Böylesi

1 Ocak Kısa öykü: Maziye teessüf

25 Aralık Kısa öykü: Dün gece neredeydin?

18 Aralık Kısa öykü: Ölümüne fren

11 Aralık Kısa öykü: Geçmişe mesaj

4 Aralık Kısa öykü: Elma Dersem Çık

27 Kasım Kısa öykü: Kör Olası Aşk

20 Kasım Kısa öykü: Yıllanan güzellik

13 Kasım: Kısa öykü: Ömre bedel hata

06 Kasım Kısa öykü: Yukarı akıntı

30 Ekim Kısa öykü: Kayıp uçurtmalar

23 Ekim Kısa öykü: Dayının şeridi