Kısa öykü: Geçmişe Mesaj

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

İlk gençlik arkadaşları, emeklilik yaşlarında sekiz kadın Afet’in Beylerbeyi’ndeki yalısının kapısında şöyle bir durup hayranlıkla etrafımıza baktık. Lise arkadaşımız Afet beklemiş, beklemiş gerçekten de turnayı gözünden vurmuştu. Kapıdan girince doğru yürüyüp terasa varmayı kafama koymuştum. En çok merak ettiğim de bu muhteşem yalının altında bir kayıkhanenin olup olmadığıydı. Doğrusu İstanbul’un fazla değişmeden kalan yeri neresi deseler aklıma ilk Boğaz gelirdi. Bir de sandal varsa ben de bu güzel günde fırsattan istifade, ne yapıp edip geçmişe bir mesaj çekmeye niyetliydim.

Kapıyı açan Afet’in kendisi oldu. Yıllarca “Ben evlilik defterini kapadım” deyip evine kapanan Afet bir Japon firmasının solo evlilik organizasyonuna yazılarak tek kişilik evlilik yapmış fotoğraflarına kanıp evliliğine inanarak ona ortaklaşa hediye ettiğimiz Monte Carlo hafta sonu gezisinde ise gerçek kocasını bulmuştu.

Girişteki mozaikli yuvarlak masanın üzerine küçük hediye paketlerimizi bıraktık. Salona girince herkes eşyaları, değerli objeleri, tabloları incelerken ben terasa açılan kapıya yöneldim.

-Afet yalının altında kayıkhane var mı?

Çocukluk yıllarından beri arkadaşım Leyla bir kahkaha attı.

-Yat soracaksın kızım, sandal ne arasın Boğaz’da?

-Maalesef kayıkhanemiz yok dedi Afet. Ama Nezih’in de en sevdiği o şarkıyı çalarak seni geçmişe götürebilirim.

-Şarkısı mı kaldı diye hayıflandım, kürek çekecek sandal yok ortada!

-Farz et sandaldasın dedi Rengin, nasılsa denizin üstündeyiz.

Afet telefonu kulağında denize sıfır terasa doğru yürüdü.

-Nezih Beyciğim, senden bir ricam olacak kocacığım diye konuşmaya başladı.

Hepimiz manzaraya takılmış gibi duruyor ama pür dikkat onu dinliyorduk.

-Canım, hani senin çok sevdiğin şarkı var ya… “Gönlüm düşüyor çırpınarak…” onu bize çaldırır mısın?

-Rahatsız etme adamı! dedi Lale.

-Niye rahatsız olsun ki diyerek gülümsedi Afet, iki dakikasını alır onun.

-Kaç iki dakika, hepimize bir merhaba demek bile...

Afet gülmeye başladı.

-Ay siz şimdi Nezih üst kattan mı inecek sandınız? O sabahın köründe kalkar, ofisine gider. Saat 7 onun için işbaşıdır.

-Ofisi nerede? diye sordu etrafına bakarak Sibel.

-Tophane’ye doğru dedi Afet biraz önce telefon ederken  baktığı yerleri göstererek. Hadi Karaköy diyeyim.

O sırada geçmişten gelen bir şarkı hepimizi şaşırttı.

“…Kız sandalı gönlüm gibi oynatma dümende…”

https://www.youtube.com/watch?v=reVK8wzoIZ0

-Sevim Tanürek! diye bağırdı Lale. Ay babam çalardı bunun taş plağını…

-Makam Acemaşiran dedi Afet. Usule gelince, aksak…

-Beste de İsmail Sürelsan !

-Peki güftesi kimden?

- Tarhan dedi Afet, Turgut Tarhan…

-Afet diye sordum etrafıma bakarak, müzik nereden geliyor?

Afet müzik dolabını gösterdi.

-İçinde CD çalar var.

-Nezih Bey dedim hayretimi gizlemeyerek, kendisi burada değilken nasıl çaldırdı o CD’yi?

Afet müzik dolabının kapaklarını açtı.CD çalar dediği bildiğimiz eski jukebox’tu, kafelerdeki, çayhanelerdeki müzik kutusu gibi parça seçimini mümkün kılabiliyordu.

-Para, jeton atmak yerine telefonunu mu kumanda gibi kullandı? diye sordu Figen.

Afet başıyla onaylayarak kapakları kapattı.

-Peki kaç şarkı alıyor bu jukebox?

-100 şarkı var sanırım dedi Afet.

-Bir şarkıyı dinletmediniz diye çıkıştı Leyla. Ne teknoloji merakı varmış sizde…

- Japonlar ileri teknolojide bir numaralar ama dedi Afet koltuğa yerleşirken, geleneklerinden de hiç vazgeçmiyorlar. İnanmazsınız, süpermarketlerde bir reyon eski cep telefonlarına, fakslara, CD çalarlara ayrılmış. Pekâlâ USB yürütücüden de seçip dinleyebilirdik ama Nezih de son gidişimizde Japonlardan öğrendi, 80’lerde artık terkedilen  bu kutular şimdi 45’lik plaklar ve  CD’lerle çok revaçta, onlardan aldı. Düşünebiliyor musunuz, bu  en az 30 yıl öncesinin aletini en ileri teknolojide akıllı telefonuyla kilometreler ötesinden çaldırıyor.

-Ay çok zevkli dedi Leyla kulağı yeni başlayan müzikte. Bakın Nezih Bey bu türküyü sanki benim için seçti. “oy Trabizon, Trabizon, dibi kalay, dibi kalaylı kezon”…Buradan bineceksin bir tekneye, doğru Karadeniz…

-Bizi de dinliyor olmasın? deyiverdi münasebetsiz Nilgün.

Nihal de patavatsızlıkta ondan geri kalmadı.

-Kocan bakalım iyi bir DJ mi? Bundan sonraki parça bana gelsin.

Gelince pek memnun kalmadı. Şarkısı Selçuk Ural’dan “Dedikodu” adlı şarkıydı. “Dedikodu, yoktur bunun hiç sonu, Dedikodu dedikodu dedikodu, her zaman en güzel konu”. Kahkahalar birbirini izlerken Nihal dinlenmekte olduğumuza emin bir halde, salonu dolaşıp gizli bir kamera arıyordu.

Lale için hüzünlü bir şarkı geldi. Rengin’in üçüncü kocadan boşanıyor olması üzerine seçildiği belli, Ajda’nın “Kimler geldi Kimler geçti” şarkısı hepimizi güldürdü.

Çok güzel bir gün geçiriyorduk. Ama lafı hep döndürüp dolaştırıp nedense eskiye getiriyorduk.

-Eee geçmişi olmayanın geleceği olmazmış dedi Sibel.

-Eskisi olmayanın yenisinin de olmayacağı gibi diye tamamladı Nilgün.

-Eski derken ikinci el değil de yıllar öncesinde bildikleri, kullandıkları, sevdikleri aletlerin, objelerin yenisini yapıyor, onları yeniden üretiyor Japonlar diye açıklamada bulundu Afet.

-Haklılar dedim sandal bulamamanın hayal kırıklığını yeniden yaşayarak. İstanbul’da hemen hiçbir yerde sandal bulamıyorsun. Göksu’da bile yok. Bir sandalları kiralıkmış, o da ne zaman sorsan meşgul.

-Modası geçtiği için, arz talep meselesi diye araya girdi Leyla. Tatil yerlerinde bile, yok pedalo, yok üstüne binilen plastik muzlar, gençler de bunları tercih ediyor.

-Ama hiçbiri sandalın yerini tutamaz diye itiraz ettim. Bir kere kürek çekmek gerçek bir spor. Sandalın fazla masrafı da yok. Çok da zevkli. Üstelik görünümü de güzel. Niye kaldırırlar ki?

Baktım benden başka sandalla ilgilenen de yok, “tüm Akdeniz ülkelerinde de aynı şey. Dünya zaten tek tip olmuş” diye geveledim, duyan olmadı zannettim. Meğer öyle değilmiş.

-Haliç’te var galiba dedi Rengin, bir de oraya bak. Eskiyi yaşatmak için, tarihi sandallarla gezdirmeler falan…okumuştum bir yerde.

Tam not alıyordum, kalemim kontrolümden çıktı, birden sarsıldık.

-Deprem dedi Leyla, deprem mi oldu?

-Ben bir ses duydum diyecek oldum.

-Sehpanın ayaklarında uyumsuzluk var. Oradan gelmiştir diye tahmin yürüttü Afet.

Leyla gözlerini kısarak yemek masasının altına baktı.

-Üç normal kilolu alır dedi.

Afetler meğerse depreme de Japonlar gibi hazırlıklıymışlar. Büyük sütunun altındaki üzerine şık Osmanlı motifli örtü koyulmuş hasır sepeti gösterdi. İçinde üç gün yetecek kuru yiyecek, içecek ve el feneriyle yanında pilleri duruyordu. Bir de günlük aldıkları ilaçları…

1999 Depremini yaşamış Leyla, pes etmedi.

-Ben onu bunu bilmem, masanın altına girerim şu arkamdaki yastıkla dedi.

Afet tehlikenin geçtiğinden emin bacak bacak üstüne attı.

-Esas deprem haberci dalganın  2 veya 3 saniye sonrasında geliyormuş dedi.  En fazla da10 saniyeye çıkabiliyor. Bu süre içinde korunacak yere sığındın sığındın, sonra büyük sarsıntı başlıyor. Bence tehlike geçti. Yalnızca biraz önce hissettiğimizden de zayıf artçılar gelebilir, o kadar.

Bir kez deprem muhabbeti başlayınca herkes 1999 yazının yaşamlarını nasıl sarstığını anlatmaya koyuldu.  Rengin, Nilgün ve Sibel artık kapalı yerlerde kalamadıklarını söylediler. Lale ve Nihal asansöre binemiyorlar, sinemada film izleyemiyorlardı. Hemen hiçbiri metrobüs dışında yeraltına inmemiş, Marmaray’dan geçmemişlerdi.

-Japonya’da işte dedi Afet son tsunami de herkesi fena halde sarsmış, insanları batı etkisinden kurtarmış, onları geleneksel yaşama geri döndürmüş. İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminde ev içlerini Batılı tarzda döşemeye kalkanlar depremde büyük kayıplar vermişler. Şimdi yeniden döşekleri kıvırıp dolaplara kaldırıyorlar, eski usul. Batılı mobilya ya da objelerden bir iki tane, o da depremde tehlike oluşturmayacak cinsten olanları evlerine sokuyorlar. Eh bizim ev de çok farklı değil. Baksanıza alçak divan ve sedirlerle dolu. 

Birden, kendiliğinden müzik başladı. Eski bir Rumeli türküsü, babaannemin topuz yapmadan önce uzun ak saçlarını omuzları döküp kemik tarağıyla tararken sık sık duyduğum “Bir beyin oğlu bir beyin kızını sevmiş” benzeri sözleriyle bizi yine geçmişe götürmeye yetiverdi.

-Nezih Bey yine bizi düşündü dedi Nihal.

Nezih Bey’in uzaktan kumandalı müzik kutusundan geçmişin şarkılarını seçip seçip dinletmesi artık bizi şaşırtmıyordu. Akşamüstü kapıda vedalaşırken eskiden kalma başka bir tanıdık aletin sesini duyunca durup, kulak kabarttık.

-Faks mı yoksa bu? diye sordum Afet’e.

-Evet dedi gülerek. Nezih hiç öyle SMS ya da elektronik masaj yollamayı sevmez.

-Bu devirde hâlâ faks mı çekiyorsunuz birbirinize? diye tekrar sordu hayretle Serpil.

Afet gülerek bir el hareketiyle bizi bekletti. Döndüğünde elinde A4 boyutunda bir dosya kâğıdı vardı. “Biraz önce bir sarsıntı oldu, 4,7 şiddetinde deprem. Ama biliyorum ki sen de iyisin, ben de iyiyim. Yoldayım canım, geliyorum.”

-Evdeki bu faksı da yine akıllı telefonundan bir mesajla çalıştırıyor dedi Afet.

-Ne güzel dedim fakstan çıkmış el yazılı kâğıda büyülenmiş gibi bakarak. Geçmişe bir mesaj gibi…

GELECEK HAFTA

ŞAŞKIN SAPIK

4 Aralık Kısa öykü: Elma Dersem Çık 

27 Kasım Kısa öykü: Kör Olası Aşk

20 Kasım Kısa öykü: Yıllanan güzellik

13 Kasım:  Kısa öykü: Ömre bedel hata

06 Kasım Kısa öykü: Yukarı akıntı

30 Ekim Kısa öykü: Kayıp uçurtmalar

23 Ekim Kısa öykü: Dayının şeridi