Kısa öykü: EV YAPIMI ARTİST

RÜYA ERSİNA UYGUR
ersinaru@gmail.com

-İkinci kata kiracı mı geldi?

-Yo dedi kapıcımızın karısı Nurgül,  Ayşen Hanımların katları babadan kalma, kiraya vermezler.

Çöpü alırken birden döndü.

-Niye ki?

- Bir kadın gördüm geçenlerde dedim, iri beyaz çerçeveli gözlüklü, beyaz geniş şapkalı…

-Ayşen Hanım’dır kesin, o artist gibi oldu!

Ertesi gün evimize gelen elektrikçi de Nurgül’ü destekler bilgiler verdi.

-İkinci kattaki artiste özel spotlar yaptım, salonun üst bölümü mükemmel bir sahne oldu.

Başka bir komşumuzdan da Ayşen Hanım’ın şan dersleri aldığını duydum.

Bir başkası sürekli müzik eşliğinde dans ettiğini anlatıyordu.

Doğrusu söylentiler büyüdükçe benim de merakım artıyordu. Yoksa apartmanımızda bir artist mi doğuyordu?

Bir akşam Moda turu dönüşü eşine rastladık. Elinde kocaman bir buket çiçek vardı.  

Ertesi gün Nurgül haberi verdi.

-Dün gece Ayşen Hanım açılış yaptı.

-Ne açılışı?

-Evindeki sahnenin!

-Çok davetli var mıydı?

-Ben bilmem. Geç geldilerse…

Bir kaç kez daha eşini buket buket çiçeklerle kapıdan girerken gördüm. Her seferinde yüzünde heyecan, bir şeylere yetişme telaşı içinde görünüyordu.

Ayşen Hanım’ın artistliği bende takıntılı bir merak haline gelmişti. Akşamları eşimi Moda turu atmaya ikna ettim. Amacım gelen konuklara rastlamaktı. Ama ne eve giren çıkan vardı, ne de girişteki özel otoparkta yabancı bir araba. Öyleyse Ayşen Hanım kime şarkı söylüyor, kim için dans ediyordu?

Bu muamma kendisi tarafından beklenmedik bir şekilde çözülüverdi. Bir öğleden sonra eski kitapçıları dolaşıp bulabildiğim eski Hayat ve Ses dergilerini yüklenmiş eve geliyordum. Apartmanın girişinde torbalarımdan biri yırtıldı ve Ses dergileri yere saçıldı.  Onları teker teker toplamaya çalışırken arkamdan bir haykırış duydum.

-İşte tam aradığım model!

Başımı kaldırdım, Ayşen Hanım’dı.  12 Punt topuklarının üstünde şöyle bir sallandı.

-Sizi davet etsem dedi, beraber bir kahve içsek, bu dergilere bir göz atmama izin verir misiniz?

-Neden olmasın? dedim çok istekli olduğumu gizlemeye çalışarak.

Kapıyı anahtarıyla açarken arkasından baktım, beyaz uzun ceketi, altın sarısı çantası, kahverengi bileklikli siyah beyaz iğne topuklu iskarpinleri…

Antrede bir müzikhol girişi gibi Edouard Pernot’nun posterleri asılıydı. İstanbul silueti manzarasından başka bizimkiyle ortak noktası bulunmayan, çok farklı bir mekâna giriyorduk. Dairemizde yemek masamızın bulunduğu bölüm sahne olarak düzenlenmişti.  İki basamakla inilen bölümde ise oturma grubu sağa çekilmiş, ortaya bir koltuk ve bir kişinin rahatça yemek yiyebileceği yüksekçe bir tabla konulmuştu.  Tek kişilik seyirciye gösteri!

Teatral bir tavırla beyaz ceketini divanın kenarına attı. Demek her gece Ayşen Hanım sadece kocasına gösteri yapıyordu.

-Ne içerdiniz?

-Ne olursa dedim.

-Maalesef sesim için soğuk içecek bulundurmuyorum. Kahveye ne dersiniz?

O artist fotoğraflarını teker teker incelerken, ben kahvemi yudumlayarak tek kişilik sahne ve tek kişilik seyirci muammasını çözmeme yarayacak bir ayrıntı bulmaya çalışıyordum.

-Ne tür şarkılar? diye sordum.

-Türk sanat müziği, pop, caz, kanto… Aklınıza gelen her tür…

-Özel konserler mi bu? diye sordum merakla, yoksa kendinizi tanıtmaya bir hazırlık mı?

-Özel dedi gözleri parlayarak.  Eşime özel…

-Harika! dedim, peki siz tek misiniz yoksa böyle bir trend mi başladı dünyada?

Kahkahalar atarak güldü.

-Nasıl yani dedi, evlerde kocalarına gösteri yapan kadınlar mı?

Bu sefer daha abartılı güldü. Sonra salonunda beğenir bir şekilde göz gezdirerek bana döndü.

-Söyleyin nerede olabilir ki benim sahnem gibisi?  

Kaşlarını kaldırarak kelimeleri tek tek telaffuz etti.

-Sanırım tekim, bir kişiye konser veren tek şarkıcı benim.

-Eşiniz diyecek oldum, çok gurur duyuyor olmalı bu özel konumundan.

-Umarım dedi birden düşünceli.

Sonra yeniden bir kahkaha attı.

-Her akşam âlem, eğlencelidir evimiz.

Ses dergilerimi ona ödünç vererek daireme çıktım.

Eşim küçük balkonumuzda kitabını okuyordu.

-Nerede kaldın, meraklanmaya başlamıştım.

Ona ikinci katta oturan artistimizin misafiri olduğumu söyledim. 40 Yaşlarındaki Ayşen Hanım’ın geçen yıl artist olmaya karar verdiğini, evde kendi kendini yetiştirdiğini ve bir süredir de tek kişilik seyircisi olan kocasına sahne aldığını anlattım.

-Her gece mi?

-Evet dedim her gece âlem varmış evlerinde,  Ayşen Hanım’a göre çok eğlenceliymiş.

Yine bir akşam sinemadan dönerken tesadüfen kocası yanımızdan geçti. Kulağında telefonu sinirli el kol hareketleriyle konuşuyordu.

-Ben de insanım diyordu, artık dayanmam imkânsız.

Eşime duyduklarımı aktardım.

-Kimse dayanamaz! diyerek kocaya hak verdi.

Bir sonraki görüşümüzde Ayşen Hanım’ın kocası elindeki buketi yere doğru tutmuş, yüzü asık yürüyordu.

Nurgül çöp varilimizin gül koktuğunu söyledi bir gün. Evvelsi akşam Ayşen Hanım’ın kocasını görmüş, adam tam eve girecekken vazgeçmiş,  elindeki buketi de çöp gibi fırlatmış varilin içine. Bu sabah da Ayşen Hanım kapıyı açmamış,  her zamanki gibi alınacak listesi de vermemiş.

-Sahnesi kapandı galiba dedi başını sallayarak.  

Ertesi gün Nurgül yine başını sallıyordu. Ayşen Hanım akşam çöpünü de kapıya bırakmamış, sabah da kapıyı yine açmamıştı.

Üçüncü gün de Ayşen Hanım’ın kapısı duvar olunca Ses dergilerimi almak bahanesiyle uğradım. Açmayacağını bilerek yanıma kapı altından atacağım bir not almıştım. Notta şöyle yazmıştım.

“Ayşen Hanım, ben evinize davet edip kahve ikram ettiğiniz dördüncü kat komşunuzum.  Size ödünç bıraktığım Ses dergilerinden birine acilen ihtiyacım oldu. Şu anda kapınızdayım, güzel kahvenizden içmeye geldim.”

Notu kapının altından kaydırdım. Kısa bir bekleyişten sonra kapı yarı açıldı. Ayşen Hanım öğleden sonra üçte hâlâ gecelik ve sabahlığıyla dolaşıyordu, saçları darmadağınık...

-İzin verir misiniz  girmeme?

Bir şey demeden kapıyı ardına kadar açıp eliyle buyur etti.

Birlikte salona yürüdük. Geçerken sahneye göz ucuyla bakabildim. Mikrofon devrilmiş, Ayşen Hanım’ın işlemeli koltuğu ters dönmüş, yerde kırık vazolar ve her tarafa dağılmış soluk güller…

Karşımdaki koltuğa geçip bacak bacak üstüne attı.

-Buraya kadarmış!

Bana doğru eğildi.

-Kocanız için büyük fedakârlıklarda bulundunuz mu hiç?

Arkasına yaslandı.

-Değmez! Sıcak bir yuva, iki kişilik bir dünya, ev yapımı…

Elini her şey boş dercesine salladı.

-İstediğiniz kadar çabalayın, ev yapımını sevmezler, çarşıdakini, herkesin görüp beğendiğini isterler…

Ayağımı arkaya çekince bir şişeye değiverdi. Köşede, büyük saksının yanında da boş bir şişe duruyordu. Ayşen Hanım üç gündür eve kapanmış, anlaşılan içiyordu.

-Kazara kendileri birini keşfetseler, onu da benim diyerek herkese göstermek, teşhir etmek isterler. Erkekler böyle…

Birden gülmeye başladı.

-Ben de ne yaptım biliyor musunuz? Hani internette ünlüler cömert pozlar yayınlıyor, fotoğrafları da sürekli tıklanıyor ya, ben de geniş dekolteli bir poz verdim. Başıma bir kar maskesi geçirdim, sadece gözlerim açıkta, yüzümü gizledim. Şu anda en çok tıklanan poz benimkisi.

Ben sadece dinliyordum.

-Eşimin Facebook sayfasına girebiliyorum ama o bunu bilmiyor. Arkadaşı benim o pozumu yollamış, “gizemli güzel” diye yazmış altına. Manken bilmem kim solda sıfır kalırmış, komikliğe bakar mısınız?

Acı acı güldü.

-Benim eşim ne yazmış biliyor musunuz?  “Bir ömre bedel…” 

Gidip mutfaktan bardağını getirdi.

-Bu adam üç gündür eve uğramıyor…

Onu teselli etmeye kalkmadım. Ayrılırken “yine görüşelim” dedim.

-Görüşelim dedi elindeki bardağı kafasına dikerek.

O günün akşamı kocası geldi.

-Kapıcıdan sizin karımla görüştüğünüzü öğrendim dedi, ne telefonlarıma çıkıyor, içeriden kilitlemiş, ne de kapıyı açıyor. Çok endişeliyim. Konuşabilir miyiz?

Salona girerken kendi dairelerinde sahne haline getirilmiş bölüme bakmaktan kendini alamadı.

-Yemek masanız Boğaz’a hâkim dedi içini çekerek.

Karşılıklı koltuklara oturduğumuzda hemen konuya girdi.

-Görmüşsünüzdür dedi, bizim evimiz normal bir ev değil. Herhalde bu apartmanda, belki de Moda’da, hatta Kadıköy’de, tüm İstanbul’da, korkarım dünyada, yarısı sahneye çevrilmiş, tek kişilik seyircili tek salon bizimkidir.

Sinirle ellerini ovuşturdu.

-Eşim depresyonda hanımefendi dedi.  Evlendikten kısa bir süre sonra sinirleri bozuldu. İlaçlar iyileştirmedi, daha da kötüye gitti. Ben de iş dönüşü arkadaşlarla buluşarak kafamı dağıtıyor, neşemi kaybetmemeye çalışıyordum. Ama o bana inanmıyor, bir takıntı halinde benim gece kulübü kapattığımı hayal ediyordu. Babası bir zamanlar böyle yaparmış.

Sinirle bir ayağını öne sürüyor, diğerini çekiyor, habire bacağını titretiyordu.

-Kim gece kulübü kapatabilir ki günümüzde? Bende o kadar para ne gezer? Bunu kendisine de söyledim. Söylemez olaydım.  Gördüğünüz gibi var gücüyle çalıştı, kendi deyişiyle ev yapımı artist oldu çıktı.

Onu düşüncelere dalmış halde bırakıp, ikimize birer kahve yaptım.

-Psikiyatristine danıştım,  “sakın hevesini kırmayın, kendini sanata verip bir uğraş bulmuş olur, ayrıca sanat filozof Nietzsche’nin dediği gibi hayatın acımasızlıklarına tahammül etmesini sağlar” dedi.

Kahvesine dokunmadı, suyu bir dikişte içti.

-İlk gece irkildim. İnsanın karısını kendisi için bile olsa sahnede şarkı söyleyip, kantolar yaparken görmesi inanın çok tuhaf oluyor. Ayrıca küçük tablamda, sanki bir kulüpteymişim gibi, fındık fıstık, mezeler… Yabancılaştım, evim gibi hissedemedim dairemizi.

Kahve fincanını evirip çeviriyordu sinirle.  

-İkinci gece eğlenceliydi. Ben onun hayranı olarak güller koyuyordum sahnesine. Hatta ona uyup, fotoğraflarını da çektim. Ona kâğıt mendillere yazıp isteklerde bulundum.

Kahvesinden bir yudum aldı.

-Ama bir hafta geçtikten sonra… Dayanamaz hale geldim. İnsanın evi en rahat ettiği yerdir, öyle değil mi? Evimiz ev olmaktan çıktı, kulüp oldu, gazino oldu, ne bileyim, çok tuhaf duygular içinde kaldım. “Yeter” dedim. “Tadında bırakalım, iyi eğlendik” dedim. Ben dedikçe repertuarını arttırdı, şarkılar söyleyerek üstüme üstüme geldi. Dayanamadım, evden kaçtım…

Ayşen Hanım’la kapı altından not atarak görüşebildiğimi anlattım. O da deneyecekti.

Bizden ayrılır ayrılmaz notunu kapının altından sürerek içeri girmeyi başarmış. Haberini Nurgül’den aldım. Ertesi sabah Ayşen Hanım yeniden bir alışveriş listesi tutuşturmuş Nurgül’ün eline. Ama bu listede fındık, fıstık yokmuş.

Bir gün çocukluk arkadaşım Leyla ile oturmuş bir televizyon kanalında bir süper starımızın kadınlara öğütler verişini hayretle izledik. “Ben” diyordu üstüne basa basa, “her akşam erkeğimi şık bir elbiseyle karşılarım. Bir sahne gibidir evim. Yüksek topuklu pabuçlarla salına salına dolaşır, onun her seferinde başını döndürmesini bilirim.”

-Ya erkeği, o nasıl dolaşıyormuş acaba evde? diye sordu Leyla gülerek.

Sonra apartmanımızda sahneli daireleri olan ikinci kat komşumuza geldi konu.

-Sahi dedi Leyla, ev yapımı artiste ne oldu?

-Taşındılar dedim, meğer bu babadan kalma daireymiş kadının sinirlerini bozan. Geçenlerde gördüm o Dior gözlükleri, geniş şapkalar gitmiş, sade kıyafetlerde, bir restoranda arkadaşlarıyla birlikte kahkahalar atıyordu.

-Peki sahne? diye sordu Leyla,  kiraya verirken kaldırdılar mı?

-Yok dedim gülerek, sahne sayesinde dairenin fiyatını neredeyse ikiye katladılar. Tabii duvarlar da ses geçirmeyecek şekilde yalıtılmış olunca…

-Kim tuttu? diye sordu merakla Leyla. Başka bir ev yapımı artist mi?

-Hayır dedim,  yaşı epeyi geçkin eski bir kulüp sahibi. Akşamları gözden düşmüş şarkıcıları sahnesine çıkardığı söyleniyor. Nerde Ayşen Hanım’ın tek kişilik seyirciye sahnesi,  bütün apartman şikâyetçi!

GELECEK HAFTA

ŞANSIN ESERİ

29 Mayıs Kısa Öykü: İstanbul şoförü

22 Mayıs Kısa Öykü: Yalanın yalancısı

15 Mayıs  Kısa öykü: Psikoz

08 Mayıs Kısa öykü: Yeniden kollarında

01 Mayıs kısa öykü: Lıght evlilikler