Kısa öykü: Elma Dersem Çık

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

-Florida yamyamıyla ilgili haberi gördün mü? Hani geçtiğimiz ağustos ayında bir çifti yiyen 19 yaşında beyaz genç…

-Başka olaylar da vardı. Biri İngiltere’de, biri yine Miami, Amerika’da, Kanada’da, Fransa’da, hatta Çin’de…

-Miami’deki de ilginçti, köprüde bir evsize saldırmadan bir iki saat önce kız arkadaşına telefon ediyor. “Biraz geç kalacağım. Seni seviyorum” diyor.

-Yıl 2012!

-Bugün okuduğum habere gelince dedim, 19 yaşındaki genç sanıldığı gibi karışık sentetik uyuşturucular da almamış. FBI Florida’da yapılan testin sonucunu açıklamış. Kanında amfetamin, kokain, eroin veya benzerine rastlanmamış. Ne anlama geliyor sence bu yamyamlık modası?

-Tabuların kalkması anlamına geliyor, başka ne olacak?

-Biraz abartmıyor muyuz dedim gülerek. Hani sokakta kızan bir adamın bağırışını duyarız “Yerim l.. seni!” der ama sahiden yiyebileceğini hiç düşünmeyiz.

-Çin’de metrodaki genç de düşünmemiş olmalı, yoksa hemen yerini verirdi…

-Yani diyorsun ki tabuların kalkması demek kafamızdaki yasakların kalkması oluyor. Hele de sapkınlar için her şey mubah!

-Sabah sabah dedi tabletini açarak, bu sevimsiz konuyu konuşmak zorunda mıyız?

-Hayır da dedim, başka bir sevimsiz konu gece rüyama girdi, “Elma dersem çık” diye bağırıyorum, kimse çıkmıyor.

-O da ne, yamyam mı yemiş hepsini? dedi gülerek.

-Yok da dedim, saklambaç oyununu bilirsin.

-Çocuk oyunu üzerine mi kâbus gördün?

-Aslında ben bunu yaşadım biliyor musun?

-Neyi yaşadın? diye sordu birden tabletini kapatarak.

-İlkokula yeni başlamışım, 7 yaşlarındayım. Sabah okullu, öğleden sonraları ise tam bir sokak çocuğuyum. Çocuk sesleri duyup da oyuna katılmamak benim için sanki dünyanın sonu. Arkadaşım Leyla da öyle. Yemeğimizi hızla yiyip bir de izin kopardık mı, merdivenlerden öyle iniyoruz ki, annem fikir değiştirse, mümkün değil, bulamaz, bulsa da tutamaz.

-Seni böyle gözümde canlandırabiliyorum dedi gülerek. Ne yaşadın da böyle etkilendin, esas onu merak ediyorum.

-Anlatıyorum işte...

İçimi çekerek devam ettim.

-Sevim de oynardı bizimle, tabii mahalleye geldiği zaman. O Bahariye’de oturuyordu, çarşının içinde.

-Aynı sınıfta mıydınız?

-Hayır okullarımız ayrıydı, mahalleden oyun arkadaşı…

-Eee…

-Bir gün yine böyle saklambaç oynuyorduk, ben ebeydim, yüzüm duvara dönük. Diğerleri saklandı. Ebe kaleden uzaklaşınca “elma” diye bağırıyorlar, gelip de biri “sobe” yapsın diye. Sonunda birini yakaladım. Herkes çıktı ortaya, bir tek Sevim yok. Hepimiz “Elma Sevim, elma” diye bağırdık. Sevim o gün çıkmadı.

-Arayıp sormadınız mı?

- Saklanabileceği her yere baktık. Teyzesi oturuyordu bizim sokakta.

-O eve almıştır.

-Biz de öyle düşündük. Kaldığı apartmanın önüne gittik. Aşağıdan seslenince cama gelip el salladı. Ne yapalım, biz de oyuna döndük.

-Sonra?

-Sonra bizimle hiç oynamadı. Mahalleye hep annesiyle geldi, bize pencereden bakardı.

-Yani o gün bir şey oldu diyorsun.

-Evet, o gün ve belki başka günler de.

-Ne oldu peki?

-Bir gün polisler geldi sokağa. Sevim’in teyzesinin kocasını alıp götürdüler. Evlerde büyükler konuşuyorlardı. Mahalleden bir çocuk şikâyet etmiş ailesine. Onlar da tabii hemen polise!

Kalkıp balkonun sürgülü kapısını açtım, ardına kadar.

-Burası havasız.

-Sevim’i bir daha göremedik diye devam ettim. Aslında bir gün Bahariye’ye annemle alışverişe gittiğimizde rastladık ona. Ben de 14 yaşlarındayım. Annem fark etti. “Sevim değil mi karşıdan gelen?” diye sordu. Oydu, korkunç zayıftı, bir deri bir kemik, yaşlı bir çocuk gibi… Beni ya tanımadı ya da tanımazdan geldi.

-Sonra haber aldın mı?

-İşte Leyla aradı dün gece, misafirlerden unuttum söylemeyi. Sevim nasılsa telefonunu bulmuş. Bizimle görüşmek istiyormuş.

-Ne zaman görüşeceksiniz?

- Öğleden sonra Kadıköy’de, çarşıdaki o tarihi pastanede...

Leyla ile pastanenin kapısından girdiğimizde dipte bir masada zayıf bir kadın gözlüklerini takmış önündeki dosyayı karıştırıyordu. Oydu, bizi ayakta karşıladı. Elini uzattığı için biz de onca yıldan sonra sadece el sıkıştık. Anlaşılan çocukluk anılarımızı paylaşacağımız eski üç arkadaş karşılaşması olmayacaktı.

Yerlerimize oturunca sıkıntılı bir gülümsemeyle söze girdi.

-Sizinle mor menekşe oynadım, istop, gazoz kapaklarıyla yerlerde sürünerek yılan, en çok da yakan top …Sonra görüşmez olduk. Nedenini anne babalarınızdan duymuşsunuzdur. Mahallede herkesin o zamanlar bunu konuşmuş olduğunu tahmin edebiliyorum.

Yüzümüzde beliren dehşet ve utanç ifadesine aldırmadan konuşmasına devam etti.

-Annem ölene kadar teyzemin kocasına dava açamadım. Ağladı, yalvardı, “Büyük skandal olur”, “Sen de bununla geleceğini kuramazsın”, “Kime ne fayda” diyerek beni engelledi.

Kalemini eline alıp, sıktı.

-Artık annem yok, teyzem zaten kocasının ilk gözaltına alınmasından sonra kahrından öldü…Ama o, yaşıyor!

Öne eğilip, kelimelerin tek tek üzerine basarak konuştu.

-Ben de arkadaşlar, bu adamı mahkûm ettirmek istiyorum. Bana yardım eder misiniz?

Utancımızı gizleyemeyerek “Hazırız” dedik. “Ne gerekiyorsa…”

Sevim sokağın şimdiki fotoğrafıyla birlikte belediyeden eski halinin de krokisini almıştı. Ebe olarak yüzümü döndüğüm duvarı küçük yanılsamalarla da olsa sonunda tespit ettik. Sevim’in teyzesinin dairesinden o nokta rahatlıkla görünürdü. Saklanan Sevim’i, evinin önünde bağrışmamız üzerine cama gelip, el salladığını gördüğümüzü mahkemede söylememizi istiyordu. En önemlisi de saatin öğleden sonra iki civarında olduğuydu. Doğrusu saati hatırlamıyorduk ama ne önemi vardı Beş dakika önce ya da on dakika sonra... Hatta akşamüstü iş dönüşü saatinde teyzesini evine dönerken görüp yolunu kesmiş, ondan Sevim için izin istemiştik.

-Ne cevap vermişti? diye sordu Sevim sesinin titremesini kontrol edemeyerek.

-“Tabii” gibi bir şey dedim. Ama sen yine inmedin, camdan bize el salladın.

-Güzel dedi Sevim duygusuz ama metalik bir ses çıkararak. O öğleden sonra teyzemin evde olmayışının bir başka kanıtı!

Tanık davetiyeleri elimizde mahkeme binasının kapısında Sevim’i ararken karşımıza cüppesiyle çıkınca bizi  şaşırttı. Yanındaki avukat “savcı hanım” mı demişti?

-Üstümü değişip hemen geliyorum dedi özürler dileyerek.

Üçümüz birlikte salona girdiğimizde, salon ayakta, hâkim de kürsüsünde yerini alıyordu.  Sevim önde biz onu izleyerek ön sıraya geçtik. Sanık yerinde oturan seksenli yaşlarında adam hâkimin de Sevim’e dikkatli bakması üzerine bize doğru döndü. Tanır gibi değildi. Belki de yaşlılıktan gözleri iyi görmüyordu.

Hâkim davanın temelli bulunup kabul edildiğini belirterek sözü savcıya bıraktı. Savcı sanığın en son tacizinden başlayarak bunun bir kamu davası olduğunu açıkladı. Bu taciz olayının ücretsiz piyano dersi verdiği 8 yaşındaki iki kız çocuğu ile ilgili olduğu duyulunca salondan bir uğultu yükseldi.

Arkamızdaki genç kadının yanındakine fısıltısından irkildim. “Ne yapıp edip çocuklarla ilgili etkinliklere, okula, yurtlara, spor merkezlerine giriyorlar.” dedi. Yanındaki “Sus” dedi, “fena oluyor içim.”

Sanığın suç geçmişi hayli kabarıktı. Sosyal konumu, entelektüel görünümü her seferinde çocukların şikayetlerini inandırıcılıktan uzak tutabilmiş, bugüne kadar kayda değer ceza almadan sapkınlıklarını sürdürebilmişti.

Yine suçlamaları reddedince savcı pencere önüne sıraladığı porselen bebeklerin çocukları çekme amaçlı olup olmadığını sordu. “O bebekler mi? Tayland’dan aldığım hatıralarım” dedi.

Savcı Hollanda’da 2006’da kurulmuş ultra liberal istismarcı partiden tanıdıkları olup olmadığını sordu. “O parti şu anda yok” cevabına karşılık, “Ama kurucularına yolladığınız kutlama mesajınız işte burada” diyerek belgeyi hâkime sundu.

Tanıklara geçildi. Sevim onun üzerine yürür gibi kararlılıkla önünden geçip yerini aldı.

-Burada savcı kimliğimle değil, 7 yaşında çocuk halimi öldüren bu şahsın sapkın kişiliği hakkında tanıklık için bulunuyorum dedi.

Ardından biz de onun tanıklığını ifadelerimizle doğruladık.

Sanık yaşlılığının verdiği fütursuzlukla söz aldı.

-Medeni bir ülke mahkemesi beni yargılamazdı dedi.

Savcı “Medeniyeti senden mi öğreneceğiz” diyerek Avrupa’da 90’lı yıllardan beri açılan davaların patlama yaptığını hatırlattı.

-Şu anda sizin yapmakta olduğunuz yanlışı önlemek için bazı ünlü Fransız yazarlar ta 1970’lerde kampanyalara imzalar atmışlardı diyecek oldu.

Savcı “ben atmışları, yetmişleri bilmem günümüz Avrupa’sında hapishaneleri senin gibiler dolduruyor diyerek onu susturdu.

-Kızıl Dany de bakın bugün Avrupa parlamenteri diye avukatı savunacak oldu. 1982 Yılında televizyonda eğitmen olarak 4-6 yaş arası çocuklarla olan deneyiminden “fantastik” diyerek övgüyle bahsetmişti. Müvekkilim ile ilgili dinlenen tanıklar bundan 50 yıl öncesinin olaylarını bugünün anlayışıyla tartışmaya açıyor.

Savcı Kızıl Dany’nin büyük tepki üzerine izleyicilerden hemen özür dilediğini hatırlattı.

Sanık ve avukatı konuştukça salon uğultularla dalgalanıyor, isyan edenler kendilerini tutamayıp bağırıyorlardı.

Hâkimin salonu susturmasıyla kararı açıklaması bir oldu.

-…suçu yıllardır işlediği sabit bulunup yaşı da dikkate alınarak 20 yıl ağır hapis….

Sevim ayağa fırladı. Sanık polisler nezaretinde götürülürken arkasından çocuk sesiyle bağırdı.

-Çocuklar elma diyene kadar çıkamayacaksın. Anladın mı? Hiçbir zaman…hiçbir zaman…

GELECEK HAFTA

GEÇMİŞE MESAJ

27 Kasım Kısa öykü: Kör Olası Aşk

20 Kasım Kısa öykü: Yıllanan güzellik

13 Kasım:  Kısa öykü: Ömre bedel hata

06 Kasım Kısa öykü: Yukarı akıntı

30 Ekim Kısa öykü: Kayıp uçurtmalar

23 Ekim Kısa öykü: Dayının şeridi