Kısa Öykü: Dünya telaşı

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

Betül balkondaki koltuğa iyice yerleşti ve derin bir nefes aldı.

-Begonyaların çok güzel kokuyorlar. Yandaki köşk beyaz. Aşağıdaki bahçe bakımlı ve küçük toprak yoldan sahil yoluna açılan bir kapısı var. Dışarıda insanlar değişik ritimlerde yürüyorlar. Karşıda İstanbul silueti tüm haşmetiyle duruyor. Onunla aramızda mavinin değişik tonlarında deniz uzanıyor. Su durgun mu durgun…

-Hayrola dedim, sesini kayda mı alıyorsun?

-Niye kayda alacakmışım?

-Ne bileyim, burayı birilerine tanıtmak istiyorsun sandım. Ayrıntılı tanım yapınca…

Ona şaşkın baktığımı görünce elini masaya hafifçe vurdu.

-Bak gene beceremedim.

-Neyi beceremedin? diye sordum gülümseyerek.

Betül son derece enerjik, yerinde duramayan, işinde bir projeden diğerine başarıyla atlayan, hızlı bir yaşamı olan arkadaşımdı.

-Sen neyi becerememiş olabilirsin acaba?

-An’ı yaşamayı…

Sonra her zamanki Betül oldu. Rahat koltuğunda iğne batmış gibi dikildi.

-Şimdi meditasyondan geliyorum. Orada eğitmen “patla” deyince herkes patlıyor. Komutalara göre çılgınca hareketler içinde “kendini tüketiyor”. Bana gelince, yok, mümkün değil, beceremiyorum bir türlü…

-Ne diyorsun? diyerek karşısına oturdum. Nasıl bir meditasyon bu?

-Orkoş mu ne, adını bile söyleyemiyorum. Ne dedi meditasyon eğitmeni biliyor musun? Ben çok hastaymışım, an’ımı yaşayamıyormuşum.

-Sen? diye inanmaz sordum.

-Ben örneğin şu an seninle konuşuyorum ya sanki burada değilmişim, vücudum burada, beynim ruhum ileri zamandaymış. Hep geleceği yaşıyormuşum.

-Yok canım dedim, ben sordum sen de o sorunun cevabını verdin.

-Bilmiyorum valla dedi Betül, beni psikiyatriste yolladı.

-Psikiyatriste mi, o kadar da uzun boylu değil.

-Psikiyatriste gidersem meditasyona da daha inanarak gelirmişim.

Sonra bir kahkaha patlattı.

-Yap bir kahve bana, sana nasıl onun istediği gibi patlayamadığımı anlatayım.

Attığı kahkahalara bakılırsa bence birlikte geçirdiğimiz sohbet anlarını pekâlâ da yaşamıştı.

Ama Betül hiçbir işi sürüncemede bırakmazdı. Hemen bir psikiyatrist bulmuş, randevu alıp ilk seansa gitmişti.

-Oh, şöyle bir yerleşeyim dedi.

Ve yine derin bir nefes aldı.

-Bak bedavadan sen de psikiyatriste gitmiş gibi ol. Oturman şart değil, öyle dur, bakalım burada mısın?

-Şüphen mi var? dedim gülerek.

-O hiç belli olmaz diyerek başladı.

-Nerede olduğunu görmen lazım, bakmak yetmez. Bulunduğun yer, etrafındaki objeler ve mesela buradaki harika manzara.

-Görüyorum.

-Aşağıda koşan at kuyruklu genci de kaçırma.

-Tamam radar gibi etrafımı tarıyorum merak etme.

-Nerede olduğunu hissediyor musun?

-Nasıl yani?

- Sıcak mı, yoksa çok mu sıcak, yani dereceyi, havadaki nemi, üzerindeki giysileri, balkonda böyle ayakta dururken ağırlığını…

-Isıyı, nemi anladım da hatta giysilerin azlığı fazlalığı, o da tamam ama ağırlığımı nasıl hissedeceğim, onu bilemedim.

-Bak burada eksiğin var. Ev ödevi sana. Yürürken adımlarının ağırlığını, koltukta kilonu hep hissedebilirmişsin.

-Çalışırım dedim gülerek.

-Hangi sese kadar duyuyorsun? Benim sesimden başka, dinliyor musun etrafını, yakınından uzağından gelen sesleri?

-Martıların çığlıkları, vapur düdüğü, karganın bağırıp kaçışı… Ah, yine mahvetti çiçeklerimi…

Karganın saksıdan taşırdığı toprağa bakarken kendimi sese hassaslaşmış hissettim, neredeyse toprağın yere düşüşünün çıkardığı sesi bile duymuştum.

-Gerçekten dikkat edince gün boyu fark etmediğin sesleri de duyuyorsun dedim hayretle. Yoksa hep öne çıkanlar diğerlerini bastırıyor, ötekilerin farkında bile olmuyorsun.

-Peki nefes alıyor musun şimdiki an’ı yaşarken?  Kokuları duyuyor musun?

-Evet dedim, ıhlamur ağacının kokusunu bile bastıramadı begonyalarım.

-Ve ağzındaki tadı tarif edebilir misin?

Ben düşünürken atıldı.

-Bir kahve yap da daha iyi tadalım dedi. Yoksa yine gelecek zamana kayacak düşüncelerimiz.

-İşte bütün bunlar diye seslendi arkamdan, “belli bir an”da “orada olma”nın olmazsa olmazıymış…

-Öyle mi dedi psikiyatristin diye sorarak geri döndüm. “Dasein” diyor yani… An’ı yaşamayı “orada olma” haliyle açıklıyor. Felsefeyle ilgili biriymiş doktorun.

Kahvelerimizi karşılıklı içerken Betül doğruladı.

-Basit bir doktor değil. Bana meditasyon seansı yazdı reçeteyle. Haftada bir sefer gidecekmişim.

-Meditasyon merkezi psikiyatriste gönderiyor, psikiyatrist de meditasyona… Desene karşılıklı paslaştılar…

-Evet, böyle bir reçete yazılacağını bildi. Şöyleymiş basitçe nefes alıp vermeyi bilmek gerekirmiş. Kendinde olan biteni… hiç karışmadan, yorumda bulunmadan, eleştirmeden duyularınla hissetmek… Sadece yaşamak… İşte işin sırrı buymuş. Bu, işte meditasyonun da prensibiymiş. Böyle dedi doktorum.

Betül’den uzun süre haber alamadım. Çocukluk arkadaşım Leyla ile konuştuk.

-Demek an’ı yaşamayı öğrenmek bile parayla dedi Leyla. Bana gelseydi ona kalabalık bir evde bir sürü iş arasında boş bir an’ı bulduğumda nasıl değerlendirdiğimi bedavaya gösterirdim. Çay kahve ikramım da cabası.

Sonra meraklandı yine de.

-Dünya telaşından kurtulmanın pratik yollarını öğrenirse bana da anlat dedi.

Betül’ü aradım.

-Psikiyatristim ile meditasyon merkezi arasında mekik dokumaktan çalışamaz hale geldim diyerek kahkahasıyla beni korkuttu.

“Dünya telaşından sıyrıldım, özgürleşiyorum” diye bağırarak telefonu yüzüme kapattı. Olduğum yerde elimde seyyar telefon öyle kalakaldım.

- Ne o, yoksa sen de meditasyona mı başladın? diye sordu eşim tableti elinde balkona giderken.

-Yok da dedim uykuda gibi ilerlerken, dünya telaşından kurtulayım derken şimdi bir de an’ı yaşama telaşı başlamış. “Dünya bir günmüş, o da bugünmüş”. Böyle saçmalıklar işte…

Eşim beni duymuyordu bile. Balkonda koltuğuna yerleşmiş tabletinde haberleri okumakla meşgul olmalıydı.

-Sence yaşam an an kareler midir? diye sordum.

-O zaman film olmazdı diye cevapladı.

Sonra da tabletini kapatıp baktı.

-Geçmişte yaşadıklarınla birlikte an’ı yaşarsın. İnsanın duyularının da hafızası var. Öyle her şeyden bağımsız nefes bile alamazsın. Sen istemesen de anıların canlanır.

Karşıdaki İstanbul siluetine bakarak konuşuyorduk.

-Bir de niyet var tabii. Sadece anıların değil, niyetin neyse o da etkiler duyularını. O kadar basit değil geçmiş ve gelecekten bağımsız sadece an’ı yaşamak…

-Her şeyin içini boşaltıyorlar dedim ben de. An’ı yaşamak deyip bir de o an’da duyman gereken duyguyu da verecekler sanki. Dur ne diyorlar, ver mehteri, ver gazı…

Betül bir gün çıkageldi. Onu hiç böyle huzurlu görmemiştim. İsterik kahkahalar savurmadan sakin balkonda yerini aldı. Bir psikiyatrist bir meditasyon seansı arasında telaşla an’ı yakalayacağım diye koşarken bir gün aniden an’ı yaşamayı öğrenmiş.

-Hem de kimden bir bilsen.

-Kimden?

-Trafik polisinden.

-Geçen gün hızla psikiyatristimin seansına yetişmeye çalışıyorum diye anlatmaya başladı. Yan şeride girmişim çıkıştan tam100 metre önce. Polis pusuya yatmış, acil şeridinden gelenleri yakalıyormuş. Beni de durdurdu.

-Eee…

-“Hanımefendi nedir bu telaşınız?” dedi. Ben hemen “İşte tam da bu hastalığımı düzeltmek için psikiyatristime gidiyordum. Bende memur bey telaş hastalığı var” dedim. Polis bu sefer arabanın içine doğru eğildi. “Psikiyatriste boşa para dökmeyin, bakın aşağıya arabanız otomatik üstelik, gaz pedalının hemen yanında bir pedal daha var. Frene basacaksınız hanımefendi, o kadar!” demez mi...

-Ceza yazdı mı peki?

-Yazdı, üstelik de “bu da benim reçetem” dedi. Motoru çalıştırınca da arkamdan seslendi. “Yolda da böyle hayatta da.” Otomatikte giderken arada bir frene basıverecekmişim.

-Anlattın mı bu olayı psikiyatristine?

-Hayır canım, onun yerine randevumu iptal ettirdim. Meditasyon merkezinden de öğreneceğim rahatlama tüyolarını öğrendim zaten. O da bitti.  Şimdi polisin reçetesini uyguluyor, arada frene basıyorum.

-Nasıl oluyor? diye sordum gülümseyerek.

-O gün örneğin, cezayı yedikten sonra arabanın yönünü boğaza çevirdim. Emek Kafe’ye girdim. Günün ölü saati, tenha. Aldım kafamı iki elimin arasına. Benden şikayetçi kendimi dinledim.

Gözleri dolmuştu.

-Meditasyonda beceremediğimi yaptım, kendi kendime “patladım”. İçimdeki tüm şikayetleri ciddiye alıp tükettim. Bir telaştır gitmiş hayat.

-Sen an’ı yaşamamış bir muhasebe yapmışsın.

-Yo, muhasebe değil de konum saptaması diyelim. Hayatımın tam olarak neresindeyim diye. Hava kararana kadar öyle oturmuşum. Evde herkes merakta, sağa sola tanıdık kim varsa ona telefon ediyorlar.

-Sahi eşin bizi de aramıştı dedim. Hemen sonra da meraklanmayayım diye mesajla geldiğini haber vermişti. 

-Ya, alışmışlar benim enerjik hep neşeli hallerime, beni sakin görünce “sende bir gariplik var” diye tutturdular.

-Sen de anlattın durumunu.

-Bu sefer de bu yeni halimden endişelendiler. Neden efendim an’ımı yaşayamadığımı düşünüyormuşum. Gerçek ile doğrudan ilişkimde ne zaman kopukluklar başlamış. Kızlarım psikolog kesilmiş, ruhumu sıkıştırıyorlardı. Yok yaşadığım hayattan memnun değil miymişim, yok yaşadığım hayat beklentilerime uymadığı için mi an’ımı yaşayamıyor muşum…

-Bahçede oturuyorduk diye devam etti.  “Ateş böceği mi var burada?” diyerek konuyu değiştirmek istedim. “Yıldız’da her bahar sonunda olurlar” diye cevap verdiler. Sonra da hayretle sordular. “Sen yeni mi fark ettin?”

Betül birden ayağa kalktı.

-Eve geç kalırsam yine merak ederler dedi.  Onlar da galiba beni yeni fark ettiler…

GELECEK HAFTA

ARAMIZDAKİ ENGELLER

18 Haziran Kısa öykü: İstanbul sokaklarında babam

11 Haziran Kısa öykü: Saklanan insanlar  

4 Haziran Kısa öykü: Başkasının evi

28 Mayıs Kısa öykü: Adam gibi adam

21 Mayıs Kısa öykü: Ölümsüzlüğe doğru

14 Mayıs Kısa öykü: Light anne sütü

7 Mayıs Kısa öykü: Güzel koleksiyoncu

30 Nisan Kısa öykü: Taşeron evlat

23 Nisan Kısa öykü: Bahtsız Bahri

16 Nisan Kısa öykü: Yarınsız hayatlar

9 Nisan Kısa öykü: Şeytan kadınlar

2 Nisan Kısa öykü: İçimizdeki Tankut

26 Mart Kısa öykü: Evimdeki kara büyü

19 Mart Kısa öykü: Yoksa kardeşim misin?

12 Mart Kısa öykü: Siyah beyaz hayaller

5 Mart Kısa öykü: Bunlar da çok güzel

26 Şubat Kısa öykü: Benim de canım var

19 Şubat Kısa öykü: Bizimkisi asrın aşkı

12 Şubat Kısa öykü: Aşk fırsatları sever

5 Şubat Kısa öykü: Yaşlı ergenler

28 Ocak Kısa öykü: Gölgemin korkusu

22 Ocak Kısa öykü: Mevsimlik Kişilikler

15 Ocak Kısa öykü: Şaşkın Sapık              

8 Ocak Kısa öykü: Kadının Böylesi

1 Ocak Kısa öykü: Maziye teessüf

25 Aralık Kısa öykü: Dün gece neredeydin?

18 Aralık Kısa öykü: Ölümüne fren

11 Aralık Kısa öykü: Geçmişe mesaj

4 Aralık Kısa öykü: Elma Dersem Çık 

27 Kasım Kısa öykü: Kör Olası Aşk

20 Kasım Kısa öykü: Yıllanan güzellik

13 Kasım:  Kısa öykü: Ömre bedel hata

06 Kasım Kısa öykü: Yukarı akıntı

30 Ekim Kısa öykü: Kayıp uçurtmalar

23 Ekim Kısa öykü: Dayının şeridi