Kısa öykü: Dün gece neredeydin?

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

Suna’nın veda toplantısını, eski arkadaşlar bir araya gelmiş, Moda’daki dairemin tarihi İstanbul siluetine bakan salonunda yapıyorduk.

-İnanamıyorum, gerçekten İstanbul’u bırakıp gidiyorsun, öyle mi?

-Evet dedi meydan okur gibi hepimizin yüzüne bakarak.

-Yaşamının üçüncü diliminde bir insan olarak, masum bebekliğimi, neşeli çocukluğumu, kanı deli akan ilk gençliğimi, ondan sonrakileri, toplam 60 yılımı İstanbul’da bırakıp gidiyorum arkadaşlar.

-İyi de neden?

-Yoruldum arkadaşlar, Suna yorgun!

-Neden yorgunsun? Üstelik çalışmıyorsun.

-Yıllardır da emeklisin.

-Yazlık evin var, havalar ısınınca hep denizdesin.

Bizler onda beliren bu ani gidiş isteğini anlamakta zorluk çekiyorduk.

-Suna yolcu dedi bu sefer, yüzünde garip bir gülümseme…

-İyi bak öyleyse karşıya dedi Neslihan. Sonra sorarlar “Dün gece neredeydin?” diye…

-Allah Allah diyerek hayret etti Suna. Niye İstanbul’dan ayrılınca “Dün gece neredeydin?” diye sorsunlar, senin mantığını anlamadım.

-Şunu demek istiyor diye kendince açıklama getirdi çocukluktan beri arkadaşım Leyla. Yani İstanbul geceleri renkli. Çık dışarı hemen bulursun bir yer. Olmadı deniz kenarında bir banka oturur, güneşin doğuşunu beklersin.

-Doğru valla dedi Lale, birçok Avrupa şehrinde “gün battı, gavur yattı” derler ya sokakta bir kişi bile bulamaz da kendi ayak sesinden irkilirsin.

-Ya da dedi Neslihan, öyle özlersin ki, bir önceki gece, işte bak karşıda, eski İstanbul’da ya da Boğaz’da, oralarda bir yerde olmayı hayal edersin.

-Eder miyim? dedi Suna yine gözlerinde o tuhaf pırıltıyla.

-Hem de nasıl!

Neslihan uzun yıllar yurtdışında yaşamış, yeni aramıza katılmıştı.

-Peki sen diye sordu Suna, sen özlemiş miydin?

-Benim durumum farklıydı, sık sık geliyordum dedi Neslihan. Yine de, itiraf edeyim,  İstanbul rüyalarıma girerdi. Vapurun kenarında yolculuk, taze simit ile ince bellide içilen çay…

-Valla ben özlerim, onun için de gitmem. Ne gençken, ne de şimdi. Ne olursa olsun, bir yolunu bulur, İstanbul’da kalırım, dedi Rengin göz ucuyla Suna’ya bakarak.

-Her zaman isteğe bağlı olmuyor diye itiraz etti Neslihan. Binlerce yıllık köylerinden kopup hiç tanımadıkları bir toprağa uçakla konanlar da var… Hiç başka yer görmeden… Yeniden yaşamlarını kurmak için…

Neslihan’ın yurtdışı anıları hep alışılagelmişin tersi, ezberimizi bozanlardandı. Çoğu zaman büyük itirazların yükselmesine neden olsa da anlattıklarını dinlemeden edemezdik.

-İsteksiz gidenleri dinleyelim dedik alayla.

 -Belçika’da görevli olduğum yıllarda diye başladı Neslihan, Avrupa Birliği binalarına yakın bir semtteydi dairemiz, her sabah alışkanlık edinmiştim, yağmur da yağsa parkın etrafında koşardım. O soğuk sonbahar gününde ayağımı burkunca ilk kez parkın içine girdim ve bulduğum ilk banka kendimi attım. Acıdan kıvranırken işte o soruyu duydum. Hem de Türkçe “Dün gece neredeydin?” diye soruyordu bir erkek sesi.

Çay servisim tamamlanmış ben de sessizce yerimi almıştım.

-Eğilmiş bileğimi ovuştururken yandaki banka fark ettirmeden bir göz attım diye devam etti Neslihan. Tarih öncesinden fırlamış gibi eski ceketli, yelekli, iki orta yaşlı erkek bankta iğreti dimdik oturmuşlar, her ikisi de ortadaki havuzun fıskiyesinden akan sulara bakıyorlardı.

“Dün geceee…” diye uzatarak cevap verdi ötekisi. “Dün gece Nüfus Memurluğunda işimi görmüş, Uludere Merkez’den dönüyordum. Karanlık bastı basacak, koyun sürülerini otlatan çobanların da dönüş vakti.”

“Önünü mü kesti koyunlar? “ diye ağzını şaplatarak sordu bana yakın oturanı.

“He” diyerek ona dönünce bakışlarımız karşılaştı. Dinliyor olmaktan utanarak tedirgin bir gülümsemeyle ayağa kalktım. Biraz aksak da olsa yine hafiften koşmaya başladım.

-Seni Belçikalı sanmıştır dedi Lale. Keşke kalıp devamını dinleseydin.

-O sabah tanık olduğum gerçeküstü duruma şaşırarak eve döndüm. Uludere’den söz ettiğine, oradan köyüne gittiğine göre, sonradan da köyünden Mardin’deki havaalanına ulaşıp uçakla Belçika’ya gelmiş, sabahına da parkta arkadaşına mı anlatıyordu? Bu kıyafetteki insanların bu kadar hızlı hayat yaşamaları inanılacak gibi değildi.

-Onu bile yaparlar dedi Serpil. Bir bavulla dil bilmeden dünyayı dolaşanlar…

-Ertesi sabah ayaklarım beni yine o parkın içine götürdü. Dikkat çekmemek için eşofmanımın kapüşonunu başıma geçirdim. Aynı banka oturup içimde garip bir umutla onların gelmesini bekledim.

-Geldiler mi? diye sordu Necla.

-Evet galiba aynı saatte geldiler. Yine iğreti, dimdik oturdular. Yine bana yakın olanı aynı soruyu sordu: “Dün gece neredeydin?”

-Atıyor olmalı diye fikir yürüttü Serpil, bu kez de Miami’de miymiş?

- “Dün geceee…” diye başladı yine iyice uzatarak, “aha bu kesik fıskiye gibi akıyordu bizim çaydanlıktan kar suyu. Su bitmiş, bizim Meryem dedi ‘Kalkın biraz kar getirin.’

-Nerde bu adam şimdi? diye söylendi Serpil. Belçika’da mı başka yerde mi?

Neslihan aldırmadan anlatmaya devam etti.

- “Yukarı mahalleye mi gittin?” diye sordu birincisi. “He gittim” diye cevapladı ötekisi. “Ben büyük oğlumu aldım yanıma, yokuşu çıkarken bizim Hovşap da takıldı peşimize. Hava sert, ceketimi ilikledim ha böyle. Yoldan kar koydum testinin içine. Verdim oğlana. ‘Var götür anana’ dedim.”  “Meryem kızacak sana” dedi bana yakın oturanı gevrek gülerek. “Yol kenarı kardan su olur mu hiç?”

-“He” diyerek güldü ötekisi. “Meryem kızsın, biz çıktık Hovşap ile tepeye. Delikanlı günlerinde gibi öyle lafladık.”

Neslihan’ı dinlerken hepimiz havaya girmiş, hatta Rengin hanım ağa gibi divana iyice yerleşmişti.

-Bana bakar gibi oldular diye devam etti Neslihan. Ben yine başladım koşmaya…

-Hiçbir şey anlamadım dedi Serpil, bir oyun mu oynuyor bu ikisi?

-Anlasana memleket özlemi duyuyorlar diye çıkıştı Leyla.  Her sabah sanki geceyi köylerinde geçirmiş gibi anlatıyorlar.

-Evet dedi Lale, belki rüyalarında görüyorlar, belki de öyle sadece hayal ediyorlar, sabahları birbirlerine köyü anlatarak orada yaşamış gibi oluyorlar.

-Peki kim bunlar? diye sordum merakla, Uludere’ye yakın bir köyden geldiklerine göre, öğrenebildin mi, Ermeniler mi, Kürtler mi yoksa Süryaniler mi?

-Hiçbiri dedi Neslihan başını sallayarak. Keldaniler…

-Onlar da kim? diye sordu şaşkınlıkla Serpil.

Bir onlar eksikmiş dercesine.

-Seni ilgilendirebilirler bak diye lafa karıştım ben de. Neslihan, Keldaniler değil miydi yıldız falını bulanlar?

-Evet dedi Neslihan, Serpilciğim senin o bir sürü para verdiğin sosyete astroloğunun Mezopotamya’daki ben diyeyim 5000 sen de 7000 yıl öncesi ataları…

-Yani bu adamlar her sabah memleketlerini özlemesinler de ne yapsınlar? dedi Leyla.

Neslihan böyle her sabah onları dinlemeye gide gele sonunda tanışmak zorunda kalmışlar. Bir aşiretin neredeyse tümü 12 Eylül darbesi sonrası Brüksel’e gelmişler. Kendileri Katolik olsalar da, Belçika’nın Katolik kiliselerine gitseler de hep Türklerin oturduğu semtlere yerleşmişler. Aynı Uludere’ye bağlı köylerinde olduğu gibi. Kürt, Ermeni ve Müslüman Türklerle komşu mahallelerde…

-Ee dedi Necla, vatan hasretini de dinledin, sen nereye gideceksin İstanbul’u bırakıp Suna? Bir de sen anlat.

-Benimki dedi Suna aslında tam tersi, köklere iniş…

Suna İstanbul’dan gideceğini söylemiş ama yerini bu veda toplantısına kadar bir sır gibi gizlemişti. Merakla toparlandık.

-2010 Yılında Florina’ya, bugün Yunanistan’ın Makedonya bölgesinde, Osmanlı’da ise Manastır’a bağlı o güzel şehre gitmiştim eşimle dedi Suna. Hani mübadele öncesi babamın, amcamın sünnet oldukları iki katlı evi arayıp, bulamadığım gezi.

-Florina’ya yerleşiyorsun! diye atıldı Rengin.

-Tam değil, anlatayım. Mahalle adları değişmiş, sokakların girişi, çıkışı bile aynı değil, en eski evlerin üzerinde 1923 mübadele tarihi… Telefon elimde, doksan küsur yaşlı amcamın titrek sesi kulağımda, umutsuzca iz sürerken Türkçe konuştuğumu duyan Marika beni durdurdu sokağın ortasında. Orada, İstanbul doğumlu şarkıcı Roza Eskenazi’nin anısına  açılmış kafede, onun müziği eşliğinde konuştuk.  Marika’nın ailesi de İstanbul Rumlarındanmış. Yazışmaya başladık ben Türkiye’ye dönünce. Önceleri fırsat düştükçe, sonra hemen her gün…

https://www.youtube.com/watch?v=QxDfgms6UC8

-Eee…

-Yunanistan’da ekonomik kriz hat safhaya çıkınca sıkıntıda olduğunu satırlarında hissettim, “Ben yoruldum bu büyük güzel kentte yaşamaktan” diyerek teklif götürdüm, “Evleri bir süreliğine değişelim” dedim. Bunu çok nazik şekilde dillendirdim. İşte iki ay önce oldu bu, o da sanki bu teklifi beklermiş gibi, “Ne zaman istersen” dedi, “Bana kalsa hemen” diye cevapladı. Nasılsa ikimizin de vize sorunumuz yok…

-Ne kadar zaman için, bir ay, bir yıl, ömür boyu?

-Bir yıl olarak kararlaştırdık. O ya da biz uyum sağlayamazsak, yani ikimizden sadece birinin istemesi yeterli, karardan geri döneceğiz.

-Güzelmiş dedi Leyla, bir değişiklik olur ikinize de.

-Ancak diye araya girdi Lale, eşyaları yerinde bırakıyorsunuz yani taşınmak yok, değil mi?

-Hiçbir zaman taşınmayacağız diye güldü Suna. Marika sürekli burada yaşamaya karar verirse, yakınımızda bir ev buluruz ona.

-Ha sen geri döneceksin diyerek rahatladı Lale.

-Herhalde dedi Suna, benim İstanbul’u terk edebileceğimi düşünmediniz  herhalde…

Sonra ekledi.

-Ama Marika ile yazışacağız her sabah. Ve Neslihan senin bu anlattığın öyküden sonra her sabah birbirimize soracağız. Dün gece sen neredeydin? diye…

GELECEK HAFTA

MAZİYE TEESSÜF

18 Aralık Kısa öykü: Ölümüne fren

11 Aralık Kısa öykü: Geçmişe mesaj

4 Aralık Kısa öykü: Elma Dersem Çık 

27 Kasım Kısa öykü: Kör Olası Aşk

20 Kasım Kısa öykü: Yıllanan güzellik

13 Kasım:  Kısa öykü: Ömre bedel hata

06 Kasım Kısa öykü: Yukarı akıntı

30 Ekim Kısa öykü: Kayıp uçurtmalar

23 Ekim Kısa öykü: Dayının şeridi