Kısa öykü: Dayının şeridi

RÜYA ERSİNA UYGUR
ersinaru@gmail.com

Sonbaharın yazdan kalma günlerinden birinde balkonda oturmuş kahvelerimizi içerken, aşağıda yüzme havuzunun üstünü kapatmaya çalışan kapıcımız Ahmet Bey’i gördüm. Biraz çalışıp, hemen kendini kenardaki bahçe koltuğuna atıyordu.

-Ahmet Bey de yaşlandı dedim. Geçen yaz yeşil brandayı daha çabuk havuzun üstüne geçirmişti. Baksana zorlanıyor.

Eşim de başını eğip baktı.

-Ee ellisini çoktan geçti dedi.

Yaşlanmak ona kaçınılmaz bir gerçek olarak can sıkıcı gelmiş olmalı, yeniden tabletine, okuduğu makaleye dönmüştü.

Duyduğuma emin olamadım. “Hepimiz yaşlanıyoruz” mu demişti kendi kendine?

Öğle siparişlerini almaya geldiğinde Ahmet Bey’e takılacak oldum.

-Havuzun üstünü örtmek oldukça yorucu dedim.

-Yok dedi hemen kaslarını gererek toparlanıp, kışa hazırlık için geçen yıldan farklı bir işlem yaptık, yosunlaşmayı engelleyecek daha etkili bir ürün koyduk suya. O yüzden brandayı koyarken, bilerek ağırdan aldım.

Balkona dönerken dayanamayıp konuya devam ettim.

-Yaşlanmak aslında görünümde değişmekten çok güçten düşmek, öyle değil mi? Yani bazı kapasitelerinin azalması…

-Olacak o kadar dedi eşim yine ilgisiz.

Sonra başını kaldırarak sordu.

-Üzerinde tartışılacak ne var bunun? Bildik, can sıkıcı şeyler…

-Hayır, insanlar nedense bu konudan tabu gibi kaçıyorlar da, yüzdeki kırışıklıklar, kilo almalar, bunlar üzerinde duruyorlar. Yani hep yüzeysel…

Baktım ilgileneceği yok, çocukluk arkadaşım Leyla’yı arayayım dedim. O hemen konunun üzerine atladı.

-Her yıl bir öncekinden daha çabuk yorulduğumu fark ediyorum dedi.

-Her yıl da bir öncekinden daha fazla çalışıyorsun diye ona moral vermeye çalıştım.

-Biz kadınlar güçten düşmeyi daha kolay kabul ediyoruz da, erkekler için zor diye ekledi.

Sanki biraz önceki konuşmamızı dinlemişti.

-Tabii dedi ardından, onlar için güç vazgeçilmezdir.

Tekrar balkona döndüğümde yine Ahmet Bey bahçede dolanıyordu. Dalgın dalgın bitirdiği işe, üç mevsim kapalı kalacak yüzme havuzuna bakıyordu.

Akşam çöpleri almaya gelen karısı Nurgül’e sordum.

-Nesi var Ahmet Bey’in, rahatsız mı?

-Yoo dedi Nurgül.

Sonra etrafına bakınıp sesini alçalttı.

- Biri sataşmış yolda dün, canı ona sıkılıyor.

-Nasıl sataşmış? diye kaygılı sordum.

-“Dayı şeridine git!” demiş, birinci şeridi göstermiş genç bir adam.

Nurgül kıs kıs güldü.

-Yani “yaşlandın” demiş ona.

-Ama canım Ahmet Bey’e de öyle denmez ki… Eski şoför o, değil mi? Medyaya çalışmamış mıydı yıllarca?

-He, çok iyi şofördür, kolileri hep kar demedi, yağmur demedi, yerine zamanında ulaştırdı.

Çöpü alıp asansöre binerken döndü.

-Ben “Ne kızıyorsun cahil oğlana?” diyorum ama dinletemiyorum.

Ertesi sabah onu yine bahçede dalgın gezinirken gördüm. Sonraki günler de Ahmet Bey depresyondaymış gibi kontrolüm altındaydı. Nurgül de bu düşüncelerimi destekler konuşuyordu.

-Bir haller oldu adama, geceleri kukumav kuşları gibi pencere kenarındaki sedire tüneyip ona bir ders veremediğine yanıyor.

Yine bir pazardı, bir baktım, Ahmet Bey yine bahçede, o omuzları düşmüş, hayattan bezmiş yürüyüşünden eser kalmamış, “buralar benden sorulur” dercesine gerine gerine dolaşıyordu. “Hah işte böyle” dedim. Enerjik biçimde dökülmüş yaprakları topluyor, çiçekleri suluyor, bahçe yolunu yıkıyordu. Bir de ıslık mı çalıyordu, ne…

-Ahmet Bey’i görüyor musun dedim eşime, eski formunu buldu, hatta bir delikanlı gibi kısa zamanda bahçe işini yaptı bitirdi.

Sevinmekte acele etmişim.

-Yandaki genç kapıcıyla yarışıyordur! dedi eşim başını tabletinden kaldırmadan.

Onun gözlemde bulunuşuna hiç tanık olmamıştım. Üstelik benim bilmediğim bir yenilikten söz ediyordu.

-Hangi genç kapıcı? diye hayret ettim. Orada oldukça yaşlı bir çift çalışıyordu. Artık emekli olma vakti geldi demişlerdi ama…

-Geldi geldi dedi eşim gülümseyerek, dün başladı bahçede çalışmaya.

Eğilip baktım.

-Ortada yok, nasıl biri?

-Nasıl ortada yok? dedi aşağıya, yandaki apartmanın bahçesine bakarak. Kendini patronlara beğendirmek için birtakım atraksiyonlar yapıyor da ondan görmüyorsun. Mübarek her an atletizm gösterisinde gibi. Bak, bak, çıktı şimdi ortaya.

Gerçekten de üstüne dar gelen tişörtünün üzerinden bile fark edilecek şekilde kaslarını ortaya çıkararak geziniyor, adeta güç gösterisinde bulunuyordu.

Akşam kapıyı açıp yine Nurgül’ü karşımda görünce bana bir sır verir gibi fısıldadı.

-Aslında çöpleri almak Ahmet’in işi de, ben seninle konuşmak için geliyorum dedi.

İçeri aldım, hayli telaşlıydı.

-Yandaki apartmana yeni kapıcı geldi ya dedi,  oymuş işte, Ahmet’e sataşan genç!

-Nasıl? dedim dehşetle, tesadüfün de bu kadarı!

-Sorma, “Ya Rabbim, sen büyüksün” diye dualar ediyor. Onu ayağına getirdiği için Allah’a şükrediyor.

-Ne yapar ki Ahmet Bey? diyerek onu da sakinleştirmeye çalıştım. Düello edecek hali yok herhalde!

Düelloyu pek anlamadı Nurgül ama korkuyla başını salladı.

-Valla çok kötü bir şeyler yapacak da ne, onu bilmiyorum işte!

 Ertesi gece saat on ikide yavaşça kapımız tıkırdandı.

Biz de tam ortalığı toplayıp uyumaya hazırlanıyorduk.

-Hayırdır inşallah diyerek açmaya gittim.

Karşımda Nurgül duruyordu.

-Belki uyumamışsınızdır diye umutlandım dedi.

Rahatsızlık verdiği için defalarca özürler dilerken onu içeri çektim.

-Gir içeri dedim. Biz gördüğün gibi ayaktayız.

Nurgül bembeyaz suratıyla bizi de endişelendirdi. Ahmet Bey’in ne yapacağı ortaya çıkmış. Nurgül yanımızdaki eve gelen genç kapıcıyla konuşmasına kulak misafiri olmuş.

-Gel salona oturalım dedim.

Eşim ile Nurgül koltuklara yerleşirlerken ben de çayın altını yeniden yaktım.

- Bugün, gece yarısı diyerek başını salladı, TEM’de yarış tutacaklar.

-Şimdi mi? diye sordu eşim saatine bakarak.

-Başlamıştır yarış dedi ağlamaklı Nurgül.

-Keşke bize daha önce söyleseydin, belki engel olurduk diyecek oldum.

-Yok dedi, bir işe yaramazdı. Bir kere kafasına koydu mu Ahmet, onu değiştiremezsin. Ben “Çocuğuna kötü örnek oluyorsun” dedim. “Sen söylemezsen olmam” dedi.

Nurgül’ü kimseye söylememesi için tembihlemiş.

Ne olur, ne olmaz diyerek televizyonda bir haber kanalı açtık. Sinirli bir bekleyiş başladı.

-Merak etmeyin dedi eşim, Ahmet Bey yılların şoförü, kendini tehlikeye atmaz. Bu yarışı da kısa bir sürede bitirirler.

Dördüncü çayımızı içiyorduk Nurgül’ün telefonu çaldı.

-Neredesin sen? diye soruyordu Ahmet Bey.

-Eve gelmiş, beni bulamayınca, merak etmiş diye açıkladı Nurgül. Duydunuz, Allah’ıma şükür, öteki de sağ salim evine dönmüş.

Kadıncağız rahatlamış halde hızla kapıdan çıkarken dayanamadı fısıldadı.

-Kazanmış galiba dedi. Bana kızmadığına göre...

Ertesi gün öğle siparişlerini almaya biraz erken geldi Ahmet Bey. Nurgül yollamış olmalıydı.

-Ağabey ile biraz konuşabilir miyim? diye özür dileyecek gibi sordu.

Hemen içeri aldım. Balkonda üçüncü koltukta yerini alınca lafı dolandırmadan söze girdi.

-Size de zahmet verdik dün dedi.

Estağfurullahlardan sonra da gece yarısı yaptığı yarışı açıklamaya girişti.

-Bu yanımızdaki binaya gelen yeni kapıcıyı bir hafta, on gün önce TEM’de tanıdım. Trafik sıkışık, önüm dolu, yanım dolu. Bu habire selektörlerini yakıp yakıp beni arkadan sıkıştırıyor.

-Yaparlar dedi eşim, trafiğe her çıkışında sinirlendiği diğer sürücüleri hatırlayarak.

-Bir fırsatını bulmuş, yanımdaki şeride geçmiş nasılsa. “Hemşerim” dedim, “Senin araban uçuyor mu yoksa? Ne seleksiyon sıkıp duruyorsun?” Cevap olarak “Dayı, senin yerin birinci şerit, üçüncüde ne arıyorsun?” demez mi?

-Yok ya! dedi eşim. Neden senin yerin birinci şerit oluyormuş?

-Kendisi genç ya, ben de ellimi geçmişim, dayıların yeri birinci şerit oluyor. Mantık bu!

-Arabası nasıldı?

-Tesadüf ya benimki ile aynı, en ucuz araba!

-Boş verseydin diye lafa karıştım.

-Ne yapacağım çaresiz boş verdim. Benim canım sıkıldı ama bir süre sonra yollar ayrıldı. O bir tarafa, ben bir tarafa gittim. Ama büyük Allah’ım onu yanımıza kapıcı olarak yolladı.

-Gerçekten tesadüfün de bu kadarı.

-Tesadüf mü bilmem. Ona bir ders vermem gerekiyormuş. Ben öyle anladım. Onu yandaki apartmanın kapısında yakaladım. Ben dayısıymışım ya “Yeğen” dedim. “Gel seninle bir yarışalım da hangi şerit kimin yeriymiş, bir görelim.”

-Valla dedim kendimi tutamayarak, bilseydik engel olurduk. Ya bir kaza yapsanız, sizin ya da bir başkasının, Allah göstermesin…

-Yok dedi kaza yapılacak saat değil, gecenin yarısı TEM yolu boş. Sözleştik dün o geç saate. İki küçük araba, yanyana,  aynı anda bastık gaza.

-Sen kazandın tabii dedi eşim.

Gevrek gevrek güldü Ahmet Bey.

-Haliyle… Hem de ne kazanma. Gişelere vardım, bekliyorum, gelen giden yok.  Sonunda bu göründü. Yanıma koştu hemen. “Abi” dedi, bakın “Dayı”  bitti, “Abi” başladı. “Sen büyüksün” dedi.

-Neyse dedim sonu iyi bitmiş.

-Bitti, iyi bitti dedi Ahmet Bey kalkarken. Dönüşte herkes şeridinde gitti.

-Yani? diye sordu eşim.

-Trafik kurallarını öğrettim ona. “Bak aslanım” dedim. “Yol boşken otoyolda birinci şeritten gideceksin. İster dayı ol ister yeğen, fark etmez! Trafik yoğun ise üçüncü şeritte adım adım ilerlerken selektör de sıkmayacaksın. Anladın mı aslanım?” dedim. Ha, şimdi kıvamına geldi.

-Nasıl? diye sordum kapıyı açarken.

-Her karşılaştığımızda dedi Ahmet Bey, “Buyur abi” deyip yol veriyor.

Asansörü çağırırken şöyle bir dikilerek, son sözü söyledi.

-Yarışı kazandım ya, bundan sonra artık her şerit benim!

GELECEK HAFTA

KAYIP UÇURTMALAR

16 Ekim Kısa öykü: Her sonbahar gelişinde

09 Ekim Kısa öykü: İlahi makine

02 Ekim  Kısa öykü: Olmaza sevdalananlar

25 Eylül  Kısa öykü: Geçmişin aynasında güzeller

18 Eylül Kısa öykü: Hanımefendinin küfürleri