Kısa Öykü: Çekirdekten yetişme

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

-Erkekler tembeldir.

-Sabah sabah diyerek güldü eşim.

-Ama sen de kulaklarınla duydun. Adam ne diyordu? “Seni öyle seviyorum ki yanlış bir hareketini görürsem adam tutar öldürtürüm.”

-Adam tutacakmış da diye üsteledim. Kendi öldürmeye bile üşeniyor.

O tabletinde gazeteleri okumaya devam ederken bıyık altından gülüyordu. Yıllar öncesinde bizim için olay olan bu konuşma bu pazar sabahı bir üçüncü sayfa haberi cinayetinden aklımıza gelmişti.

Silivri’den Topkapı’ya dönerken bir minibüste tanık olmuştuk. Fon müziği olarak şoförün yeni binen genç kıza dikiz aynasını ayarlayıp, sağ eliyle ittirdiği kasetten “İkimiz bir fidanın güller açan dalıyız” diye Tülay Özer’in sesi yükseliyordu.

https://www.youtube.com/watch?v=KrjtM-ZC0GA

Dayanamayıp dönüp kadına bakmıştım. Keten mavi elbisesi vardı, dudak kenarı benli, alımlı sayılacak, otuzlu yaşlardaydı ve hayret, kadın erkeğine yan bakarak mahcup gülümsüyordu. Kendimi zorlayarak önüme döndüm. Anlaşılan erkeğin bu sözlerini bir aşk ilanı olarak kabul ediyordu. Ondan çok daha genç olmama rağmen tehlikeyi seziyordum ve içimde bir ses ona “Kaç, ilk durakta fırla, kaç” demek istiyordu.

-Ne olmuştur sence diye sordum, adam öldürmüş müdür kadını?

-Yanlış bir hareket yapmamışsa… dedi okumaya devam ederek.

-Yani kadın yanlış bir hareket yapmamışsa hâlâ yaşıyor olabilir, öyle mi?

Galiba artık beni duymuyordu.

-Demek ki yanlış yapmayan kadınların yaşamlarını sürdürme şansları oluyor!

-Sen de her şeyi ciddiye alıyorsun dedi beni başından atmak için.

-Adam “öldürtürüm” diyor! Tasarlayarak, taammüden, kasten adam öldürme suçu bu, Türk Ceza kanunu 82/1-a’ya girer! Kadın “ayağını denk almazsa” kararlı, hesaplı kitaplı bir şekilde öldürecek. Üstelik kendi de yapmayacak, parayla adam tutacak, açıkça ilan ediyor, sen de “Her şeyi ciddiye alıyorsun” diyorsun ha?

-Duyan da olay dün oldu sanacak. Üzerinden en az 30 yıl geçmiş. Ne yapalım yani, elimizdeki varımızı yokumuzu harcayıp dedektif mi tutalım? Adını sanını bilmediğimiz sadece o tarihte minibüste konuşan adam ile kadın olarak hatırladığımız çiftin bugün ne durumda olduklarını mı araştıralım?

-Tabii ki hayır ama her yıl cinayet istatistiklerinde birinci sırayı para meselesi, hemen ardından kadın öldürmeler alıyor, bunu biliyor muydun?

-Abartılıyor dedi başını kaldırarak. Hem biliyor musun sen, doğuda aile içi namus davalarının azmettiricisi genellikle hanım ağalardır. Yani çekirdekten yetişiyorlar.

-Peki şu habere bak dedim, kâğıt gazeteyi kıvırarak. Kız nişanı bozmuş, oğlan da onu yolun ortasında vurmuş.

-Tamam da dedi, bunların hepsi aşk, tutku, namus cinayeti değildir. Ayrıca ayrıntıları bilmiyoruz. Belki bu bile birinci sıradaki para meselesine giriyordur. Hediyeler, takılar, birbirini dolandırmalar…

-Ya, buna ne dersin, bu genç de evlenme teklifini kabul etmedi diye efendim, gururuna dokunmuş da ondan vurmuş…

O sırada yukarı kattan bir çocuk sesi geldi. “Anne” diye bağırarak tepiniyor, o küçük varlık neredeyse betonları sarsıyordu. “Annee”, “Anneeee!”

-Dayanılır gibi değil diye ilk yakınan Tülay Hanım olmuştu. Umarım sizi rahatsız etmiyoruzdur.

Yeğeni Ankara’dan gelmiş, 8 yaşındaki oğlunu okula yazdıracakmış. Eylülde görev yeri değişikliğiyle bütün aile İstanbul’a taşınacaklarmış.

-Taşınma huysuzluğu diyorlar ama inanmıyorum demişti Tülay Hanım.

- Çocuğu “küçük prens” diye çağırıyorlar ama kitabını bile okutmamışlar. O da maşallah tam prens, isteklerini “hemen”, “anında”, “bekletilmeden” yerine getirmemizi istiyor. Bunu da adam gibi konuşarak değil de ayağıyla mors alfabesi kullanıyor sanki, yere vura vura istediğini alıyor.

Çocukluk arkadaşım Leyla’ya açtım yukarımızdaki “küçük prens”in ayak vuruşlu istek belirtmelerini, sonra da onu şaşırtan fikrimi açıkladım.

- Şımarık yetişkin ararsan sürüsüne bereket de ben şımarık çocuğa inanmam dedim. Çocukların şımarık davranışları bence gereksinimlerinin yerine getirilmemesinden kaynaklanıyor.

Leyla bir kahkaha attı, korktum.

-Ay sen şımarık çocuk yok mu dedin?

Sonra ekledi.

-Peki o şımarık yetişkinler nereden geliyor sence?

Ona göre bazen küçük bir cezalandırma yeterli olurmuş. Bunu yapamayan anne babalar çocuklarından korkmaya başlarlarmış. İşte o korkuyu sezen çocuk da istedikçe istermiş. Anne baba da onun isteklerini anında yerine getirdikçe çocuk doyumsuz ve şımarık olurmuş.

- Oyuncağı çocuğu başından atmak için alırsan o da doyumsuz ve şımarık olur diyecektim, beni dinlemedi.

Ertesi gün görüşümü doğrulayan bir olaya tanık oldum. Üst kat komşumuzun yeğeniyle apartman girişinde karşılaştım. Oyuncak mağazalarından aldığı torbaları yere koymuş, çevreden yardım ister gibi ağlamaklı halde çocuğuna soruyordu.

-Makas raylar istedin, aldım. Bluetooth kontrollü helikopter istedin, onu da aldım.

-Ama çimento kamyonu almadın!

-Ankara’da evimizde 3 değişik boyu var canım. Hadi bak ne güzel oyuncakların oldu, ağlama ama artık.

Çocuk eşikte oturmuş, sürekli ayağını vuruyordu.

Gülümseyerek geçecekken birden sanki şeytan dürttü.

-Birazdan geri geleceğim dedim, istersen bize uğra sana bir kavanoz ile büyük makaralar vereyim, kamyonunu kendin yaparsın.

-Bizde de kavanoz vardır da diye atıldı annesi, Berk oyuncaklarla oynamaya alışık.

-Ah tabii dedim, zaten kavanoz da çimento haznesine tıpatıp benzemez!

-Ya ben kavanoz istiyorum!

Yüzümde engelleyemediğim gülümsemeyle toprak yoldan Moda Caddesi’ne doğru yürürken çocuk bu kez de kavanoz için ayağını yere vuruyordu.

Bugün şiddetten açılmıştı şansım. Manavda kasa kuyruğunda önümdeki iki emekli ünlü bir mafyanın iş bitirişini “sigarayı bıraktırdım” parolasıyla haber verişi üzerine sohbet ediyorlardı.

-Bazı insanlar için öldürmek ne kolay!

Eve dönünce tam torbamı mutfak tezgahına koydum kapı sabırsızca yumruklandı. Açtım Berk’ti.

-Dirseklerinle vurmaktan daha zevkli bir şey göstereceğim sana dedim.

Somurtmuş yüzü birden meraklı hal aldı.

Onun parmak uçlarında yetişebildiği gümüşi renkteki tokmağı gösterdim.

-Vurabilir miyim? diye izin istedi.

-Sadece 4 defa!

Sayarak 4 defa vurdu ve uslu uslu eve girdi.

-Kavanoz ve makara almaya geldim.

-Sen salona geç ben getiririm dedim.

Sonra da koridordan seslendim.

-Susadın mı, limonata içer miyiz?

Hemen koşarak geldi. Birlikte mutfakta limon sıktık. O sırada kapımız çalındı.

-Galiba senin için geldiler dedim.

Annesi eşikte, çekingen bir şekilde oğlunun içerde olup olmadığını sordu.

-Berk’ten ses gelmeyince hep endişeleniyoruz dedi.

Ona gülümsedim sonra bağırmakla uslu durmak arasında kararsız mutfak kapısında beliren Berk’e döndüm.

-Sanırım annen için de limon sıkacağız dedim.

Salonda Berk makaralar kavanoz ve kalın sicimle beton kamyonu yapmaktan vaz geçip önce füze dener sonra ondan da vaz geçip araba modeli düşünürken biz balkonda oturduk.

Berk’in annesi meşgul oğluna bir göz atarak bana doğru eğildi.

-Teyzem bilmiyor ama Berk’in babasıyla boşanıyoruz dedi. Buraya geliş nedenimiz görev yeri değişikliği değil.

-Tülay Hanım anlayışlı bir…

-Elbette elbette dedi hızla. Boşanmamızı anlayışla karşılar da şu an tehlikedeyiz, korkar diye endişeleniyor, onun için açıklamıyorum.

Bugün sanki günlerden “şiddet”ti. Ona dehşetle bakmışım.

-Hayır, hayır, sandığınız gibi değil dedi. Bülent sinirli bir erkektir, tehditler savurur ama çevredekilere zarar vermez. Onun derdi benimle.

https://www.youtube.com/watch?v=gtbmqBTxuGs

-Peki boşanmayı kabul ediyor mu?

-Hazır değilim diyor, erteletmeye çalışıyor. Ama ben yapamıyorum artık.

Sonra ağlamaya başladı.

-Berk doğduğundan beri böyle… Birbirimizi fazla tanımadan evlendik… Tamam bebeğimiz var, sabredeyim dedim. Psikiyatristler yeni bir ergenlik dönemi çıkartmışlar, çocuk 4 -6 yaş arası geçirirmiş, bu dönemde anne babanın ayrılması onda yaşam boyu iz bırakırmış. Dişimi sıktım, bu dönemin bitmesini de bekledim. Okulu başladı onu da bekledim. Ama ben de insanım…

Gözyaşlarını peçete kenarıyla sildi.

-Dayanamıyorum…

O sırada Berk usulca geldi. Annesinin kolundan çekerek kulağına bir şeyler söyledi.

-Nasıl, oluyor mu? diye sordum ben de.

-Yapamıyorum dedi huysuzlanarak.

-İstersen sana kâğıt kalem vereyim, içine bir dilek yaz. Bu kavanoz balıklara zarar vermeden doğaya karışabiliyor, ama tabii uzun bir süre içinde. O zamana kadar mesajın da birilerine ulaşmış olur.

O getirdiğim kâğıt kalemle dileğini yazarken usulca sordum.

-Peki Berk babasından ayrı kalabilecek mi?

-Bilmiyorum, onun hiçbir şeyden haberi yok dedi. Her istediğini yapmamın nedeni de bu ama ne de olsa hissediyor çocuk, onun için huysuzlaşıyor.

Berk yine yanımızda belirmişti. Bu kez elinde kavanozu vardı.

-Dileğini yazdın mı? diye sordum.

-Yazdım dedi.

-Ne dilek tuttun bakalım? diye sordu annesi tatlı bir sesle.

-Baba ölsün!

Annesinin yüzü sarardı.

-Ah hep bilgisayar oyunları yüzünden dedi. Çocuklar ne kadar da kolay söz ediyorlar ölümden.

-Hayır diye ayağını yere vurmaya başladı Berk, filmler yüzünden değil, senin yüzünden!

-Neden benim yüzündenmiş? diye sordu annesi sesi titreyerek.

-Çünkü dedi Berk, babam söyledi bana. Babam dedi ki sen onu sevmiyormuşsun. Babam dedi ki onu istemiyormuşsun. “Beni öldürecek” diye onu polise şikâyet etmişsin.

-Oğlum…

- Hepsini duydum ben. “Sen zahmet etme ben kendimi öldürürüm” dedin bir kere.

Çözümü ölüm olarak anlamış, o da çocuk aklıyla adaleti ölüm üzerinden sağlamak istemişti.

Elini masaya vurdu.

-Sen ölme anne dedi, o ölsün!

GELECEK HAFTA

KİBAR FEYZA

16 Temmuz Kısa öykü: Moda'da serenat

8 Temmuz Kısa öykü: Mutluluk oyunu

2 Temmuz Kısa öykü: Aramızdaki engeller

25 Haziran Kısa öykü: Dünya telaşı

18 Haziran Kısa öykü: İstanbul sokaklarında babam