Fransız arkadaşım valizleriyle kapıdan girip, ışıklandırılmış İstanbul manzarasına büyülenmiş halde bakakalmıştı ki, havai fişekler patlamaya başladı. Hayretler içinde bağırdı:
-Benim için mi bunlar?
Mor, pembe, kırmızı, gümüş renkli toplar lacivert gökyüzünde beliriyor, sonra açılıp olağanüstü çiçeklere dönüşüyor, sonra da çiçekler uzayıp adeta denize akıyordu.
-Muhteşem! Tek kelimeyle muhteşem! diyordu şaşkın, kendi etrafında dönerek.
O sırada marşlar başladı.
-Hoş geldin Nathalie!
İlk karşılaşmamızı hiç unutmuyordum. Sanki gezici tiyatro gelmişti kafeye. İki masayı iterek kollarını açmış “Sen Türk olamazsın” diye bağırarak bana doğru yürümüştü. Tüm gözler üzerime sabitlenince korkmuştum birden. “Neden?” diye sormuştum bir iki adım gerileyerek. “Benzemiyorsun da ondan!” demişti iltifatını anlamadığıma sinirlenerek.
Sonradan anladım, o başka Fransızlara da Fransız davranıyordu. Bir Parizyen!
Üç gün önce telefon etmiş, “Müsait misin?” diye sormuş ama cevabımı beklemeden salı gecesine odasını hazırlamamı istemişti. “Bed and breakfast! Yatak ve kahvaltı formülü!” deyip bir de kahkaha atmıştı. Parizyenler insanları, hizmetleri küçümsemeye, en şık olanına bile daha iyisini yaşadığını hissettirecek şekilde üstten bakmaya bayılırlardı.
“İstanbul’un çakma mallarını toplamaya geliyorum” deyip beni sinirlendirmişti üstelik.
Nathalie’nin telefonundan sonra sakinleşmem ve kendime gelmem için balkonumda, bana hep huzur veren İstanbul siluetine bakarak üst üste iki kahve içmem gerekmişti. Fransızların beni sinirlendiren, açılımı “bon chic bon genre” olan, BCBG yani ucuz şık tavırları eşimi eğlendiriyordu. Ona göre, Nathalie sakin haftamıza parfümü gibi uçucu bir Fransız havası katacaktı.
Yemeğimizi havai fişeklerin eşliğinde yerken Nathalie’ye kutlamaların 30 Ağustos Zafer Bayramı için olduğunu anlattık.
O sırada sokaktan tempolu korna sesleri duyuldu. Nathalie pencereye koştu. Konvoy halinde ilerleyen arabaların camlarından yarı beline kadar dışarıya sarkmış, bayrak sallayan genç kızlara bakarak heyecanla sordu:
-Ne oluyor, yoksa darbe mi?
-Hayır dedik 15 Temmuzda darbenin püskürtülüşü kutlanıyor!
Birden ilgisini kaybetti.
-Politika çirkin! dedi.
Ertesi sabah erkenden kalkıp, Kapalıçarşı’nın yolunu tuttuk. Nathalie çakma marka ürünler satan mağazaları eliyle koymuş gibi bularak beni şaşırtıyordu. Gucci çantalar, Armani fularlar, Adidas eşofmanlar, Puma tişörtler, Prada pabuçlar dolu torbalar arabamın bagajını tıka basa doldurmuştu.
-Nathalie dedim, hiç Fransız marka ürün almadın! Hermes, Lacoste örneğin?
-Fransız malının çakmasını almam dedi göz ucuyla bana bakarak.
Şaşkın bakışlarımı yakalayınca kahkahayı patlattı.
-Çünkü gümrükten geçiremez, yakalanırsın!
-Nasıl yani, diyecek oldum, havaalanında başka ülkelerin lüks markalarının çakmasıyla ilgilenmeyip, sadece Fransız mallarına mı bakıyorlar?
- Fransız dehası! dedi parmağını kaldırarak. Elektronik tarama cihazlarına Fransız markalarının gerçekliğini kontrol eden bir kod koymuşlar, hemen çakmasını anlıyorlar. 75 Lüks marka firması anlaşmış, ürünlerinin çakmasına izin vermiyorlar.
Sonra ekledi.
-Bir Fransız malının çakmasını yakaladılar mı, tüm valizler inceleniyor, diğer çakmalar da dökülüyor ortaya.
-Yani dedim bize geldiğin gece kolunda gördüğüm Chanel çanta gerçekti, öyle mi?
O model Chanel çantanın ikinci el fiyatı 3600 avrodan başlıyordu. Yenisi bir servet olmalıydı. Başıyla onayladı Nathalie, Chanel çantası tabii ki gerçekti. Sonra da torba torba çakma marka alan kendisi değilmiş gibi üstten bakan havasına büründü.
Torbaları ancak üç asansörle taşıyabildik. Şansımıza komşularımla rastlaşmadık.
-Kaçakçılar! diyerek dalgasını geçti eşim. Bravo, peşinize polis takmamışsınız!
Nathalie üstüne alınmamış “Polis mi gelmiş, niye? Ne yaptınız?” diye soruyordu.
O gece çok eğlendik. Salona saçılmış çakma marka eşyaların ortasında yemeğimizi yerken eşim Türklerin çakma yaratıcılığından örnekler vermeye başladı.
-Pierre Cardin olmuş Pierr MARDİN!
Belki Nathalie Mardin’i bilmediği için aynı anlama gülmüyorduk ama kahkahanın biri bitmeden diğeri patlıyordu.
- Jennifer Lopez, olmuş Cenifer TOPUZ!
-Ne, ne? diye bağırıyordu Nathalie, bir yandan gülmekten gözlerinden akan yaşları silerekten.
-Aldığın Prada var ya Nathalie, o da Paradi!
Artan gülmeler…
-Adidas oldu sana Adios!
-Ne, ne? bağırışıyla Nathalie’den yeniden patlayan kahkahalar…
- Lacoste oluyor Lacorte!
-Harika, harika!
Cuma sabahı Nathalie havaalanında gerçek Chanel çantası kolunda, Hermes fuları boynunda, gerçek Naf naf ceketi sırtında ve gerçek Dior kolyesi boynunda, ayağında gerçek Louboutin ayakkabıları ile Fransız markalarının ayaklı reklamı gibi emin adımlarla ilerliyordu ama Paris Charles De Gaulle Havaalanı’nda beş büyük valizi şüphe çekmeden geçirebilecek miydi?
Akşama kadar ondan bir haber alamayınca merak edip, biz telefon ettik. Nathalie’nin sesi neşeliydi, teşekkürler ediyordu.
-Büyük oğlum Like markaya bayıldı. Bir ayağında Nike ayakkabısı var diğerinde Like! Yarın okula böyle gidecek.
-Nasıl, kolay geçtin mi gümrükten? diye sordum.
-Terörist kontrolü sayesinde dedi, bu kez de atlattım.
Bir hafta sonra Nathalie aradı.
-Başım fena halde belada! dedi.
Oğlu bir ayağında Nike diğer ayağında çakması Like ile okula gitmiş ve arkadaşları arasında müthiş sükse yapmış. Tabii Nike alabilecek sosyal statüdeyken marka takliti giyenlerle dalga geçmenin üstünlüğünün yanı sıra, markalara protesto gibi yorumlayanlar da olmuş.
Herkes cep telefonuyla fotoğrafını çekmiş, Facebook sayfalarına koymuşlar. Like Nike yazılı ayakkabıların altında «Hangisi gerçek?» anketi yapmışlar.
“Aklını mı yitirdin? Nike 170 €, Like 1,7 €!” diye marka karşıtlığı yapanlar olmuş.
Konu bulmakta zorlanan sosyal medyada biri marka, diğeri çakma ayakkabı birden fenomen olmuş. Hepsinden önemlisi Nathalie’nin oğlu yeni bir moda yaratmış böylece. Nathalie’nin küçük butiğine, sırf bir tekini Adidas ayakkabısıyla giyebilmek için Adios ayakkabıya hücum olmuş. Hatta çakmanın aynı modelinden ve renginden gerçeğini alanlar bile çıkmış.
İtalyan ünlü modacı çakması sayesinde marka satışlarının artışından yola çıkarak çakma marka yerine marka-çakma fikrini ortaya atmış. Eskiden beri çakma ürünlerin markaya faydası olduğunu düşünen bu modacı yeni ürünlerinde Nathalie’nin oğlunun fikrini kullanabileceklerini beyan etmiş. Gerçek markaya en esprili çakma ad bulana özel ödül vermeyi amaçlayan yarışma açacaklarını duyurmuş.
Nathalie’nin butiğine sadece çakma marka alıcılar koşmamış tabii. Çakma ve sahte markalarla mücadele timinden polis de butiğini mühürletmiş.
-Üç yıl hapis riskim var diyordu ağlamaklı sesle. 300 Bin avro da para cezası!
Ona göre Fransa’da çakma mal bulundurma cezasının bu denli ağır olmasının nedeni bir lüks ürünler ülkesi olmasıydı. Dünya’daki lüks ürünlerin dörtte biri, İtalyan lüks ürünlerinin iki buçuk katı Fransa’daydı! Fransız lüks ürünlerinin çakması son yıllarda inanılmaz hızla artmış. Fransa’da gümrüklerde 1994’te 200 bin çakma ürüne el konulurken, 2012’de bu rakam 4 milyon 600 bine fırlamış.
-Siz bana yollamış olsanız diye fikir yürütüyordu Nathalie. Ya da siz almış olsanız da bana parasız vermiş olsanız?
Eşim organize işlenmesi halinde bu suçun cezasının 5 yıl hapis ve 500 bin avro para cezasına yükseldiğini hatırlattı.
-Yok dedi Nathalie korkmuş halde. Bu daha da kötü olur!
Çocukluk arkadaşım Leyla ile konuştuk.
- Kabul bazı marka ürünler hakikaten güzel de bazen sanki mankenlerin bacakları çarpık duruyor. Bu işlerden anlayan birine sormuştum. Bu yılın modası ayrık bacak dedi, iyi mi?
Ardından kahkahayı bastı.
-Hem dünyanın parasını vereceksin, hem de kesiminden dolayı çarpılacaksın! Ben almayayım böyle markaları! dedi.
Yine sıcak bir pazar sabahıydı. Balkonda gazetelerimizi okuyorduk.
-Bak dedi eşim tabletinden başını kaldırarak, Chanel de model çalmaktan ceza yemiş 2012’de…
-Nasıl?
-Küçük bir atölyenin bir tığ motifini çalıp kullanmış. Aldığı ceza sadece 200 bin avro.
-Nathalie’den istenenden de az! Onun bir valiz çakma ürünüyle bir mi tutuluyor koca lüks markanın hırsızlığı?
Nathalie’ye telefon açtım. Sesi kırık ve depresifti.
-İyi bir avukat tuttun mu? diye sordum.
-Evet dedi. Ama o da bana umut vermiyor.
-Ama haksızlık bu! dedim. Biliyor musun Chanel küçük bir atölyenin modelini çalmış sadece 200 bin avro cezaya çarptırılmış…
-Büyüklere ceza göstermelik dedi, Hermes de zaten Yunan Mitolojisinde hem ticaret, hem hırsızlık tanrısı!
Bu görüşmemizden bir ay sonra yine bir pazar günü telefon ısrarlı çaldı. Karşımdaki Nathalie’nin neşesi yerindeydi.
-İstanbul’un çakma mallarını toplamaya geliyorum deyip kahkaha attı. Hem de şirketler adına!
-Nathalie dedim şaşkınlıkla, yoksa davadan vaz mı geçildi?
Nathalie 75 lüks ürün firmasının temsilcisi, çakma ile mücadele yürüten Colbert Komitesi ile görüşmüş, her nasılsa onların sempatisini kazanmış, davanın düşmesi için desteklerini almıştı. Daha da önemlisi Colbert Komitesi Nathalie’yi İstanbul’da çakma Fransız ürünleriyle ilgili rapor hazırlaması için görevlendirmişti.
-Deneme süresi diyordu Nathalie, bu misyonu layıkıyla yerine getirirsem, bırak ceza ödemeyi, lüks ürünler içinde yaşayacağım.
Ardından da ekliyordu
-Havai fişeklerimi isterim. Sırada hangi bayram var?
-Kurban Bayramı Nathalie… Eşi, benzeri olmayan kebaplar seni bekliyor…
GELECEK HAFTA
MUTLU KEBAPLAR
21 Ağustos Kısa öykü: Yaşamı değiştiren o an
14 Ağustos Kısa öykü: Neyin peşinde
07 Ağustos Kısa öykü: Her gece saat onda