Kısa Öykü: Bunlar da çok güzel

RÜYA ERSİNA UYGUR

ersinaru@gmail.com

-Neydi o geçen?

Üç numaralı daire komşumuz apartmanın girişinde şaşkın etrafına bakınıyordu.

Ben tam posta kutumdaki mektupları alırken bağırışını duymuş, arkam dönük olduğu için de geçen cismi görememiştim.

Birden merdivenlerde başlayan koşuşturmayla basamaklarda küçük bir çocuğun çıplak ayakları belirdi. Üst kat komşularımızın 10 yaşlarındaki kızı Hello Kitty imajlı pijamasıyla karşımızdaydı.

-Dışarı mı kaçtı? diye bağırıyordu.

Bu soğuk kış günü yalınayak bahçeye çıkmasına engel olmak istedik.

-Anneeee! diye çığlığı basınca korkudan bıraktık.

-Aşkım diye bağırarak gelen annesi Aysel Hanım’dı.

-Gene neler oluyor diye arkalarından koşan da babası Yavuz Bey.

Biz olay üstümüze kalmasın diye duvara yaslanmış onlara bakarken, anne ağlayan kızını kucakladı. Baba ise kapıyı açıp bahçeye fırladı.

-Ay buradan geçen şey, yoksa çocuğun finosu muydu? diye sordu üç numaralı komşumuz.

-Evet Susam dedi anne, kızımın köpeği, pek yaramaz bir şey, kapıyı açık bulunca ...

-Rüzgâr gibi geçti, yakalanacak gibi de değildi hani.

-Öyle dedi anne gözü kapıda, inşallah babası bulur, yoksa…

Yan gözle kızına bakıp saçlarını okşadı.

-Bulamazsak başkasını alırız güzel kızıma…

-Ya hayır! diye bağırarak gözyaşı akıtmaya çalıştı kızları. Ben Susam’ı istiyorum.

Tam asansöre biniyordum babanın sesini duydum.

-Yok, hiçbir yerde yok.

Apartman dairelerinde yaşayan kedilerin kaçtığı oluyordu da bir köpeğin canını kurtarır gibi sahiplerini terk edişini hiç duymamıştım. Daireme girince balkona çıkıp hava almak istedim. Orada da durulacak gibi değildi. Arkamdan dairelerine gelmiş olmalılar küçük kız avazı çıktığı kadar bağırıyor, bir yandan da tavanımızı yıkacak şiddette tepiniyordu.

Sonra nasılsa sesi kesildi.

Ertesi gün asansör kapısında rastlaştım. Annesinin elinde Kadıköy’de bir pet shop mağazasından alındığı belli torbalar, babasının kolları arasında büyük bir kafes, ikisinin ortasında da istediğini yaptırmış olduğu dudaklarındaki şımarık gülümsemeden belli küçük Ece!

-Kedin mi oldu? diye sordum.

Cevap annesinden geldi.

- Kedisi vardı, öldü, kediler pek uzun yaşamıyorlar, bu kez Ece tavşan istedi.

- Bak ana kız size söylüyorum dedi Yavuz Bey sabırsızca çağırma düğmesine bir daha basarak, bu tavşana iyi bakılacak!

Asansöre bindiklerinde Ece’nin “Ama baba” diye bağırışına annesinin de “Yavuz niye durup dururken kızını üzüyorsun?” diyerek kocasına çıkışan sesi karışıyordu. Ben yeniden aşağıya inen asansöre binince torbalarından dökülmüş Brüksel lahanalarıyla, havuçları topladım.

Anlaşılan tavşanın eve yerleştirilmesi de hayli telaşlı olmuştu. Asansörde topladıklarımı bir torbaya koyup içine de buzdolabımdan bir marul ekledim ve götürüp daire kapılarının tokmağına astım. İçerden bağırış ve koşuşturma sesleri geliyordu, hızla uzaklaştım.

Akşam kapıcımızın karısı Nurgül çöpleri almaya uğradığında şikayetçiydi.

-Anam o ne çöp dedi. Üstünüzdekiler, at mı almışlar nedir, salondaki eşyalar kenarlara çekilmiş, etraf darmadağın, pis de bir koku, ahır gibi güzelim ev.

Bizim küçük torbamızı alırken hediye paketi gibi salladı.

-Bu gül kokuyor gül, onların çöplerinin yanında...

Beni de apartmanın kokusu rahatsız etmeye başlayınca önce psikolojik olduğunu sandım. Koku dayanılmaz hale gelmiş olmalı ki apartman sakinleri birer birer kapıcıyı çağırıp bilgi almak istediler.

Kapıda konuşmalarına şahit oldum.

-At olamaz efendim, olsa olsa Midillidir” diyordu sigortacı Murat Bey.

-Yok efendim Midilli’yi nasıl sokacaksınız bu çift kapılı asansöre, bizim hanım zor giriyor.” diye itiraz eden inşaat mühendisi Tayfun Beydi.

Onlara “sadece küçük bir tavşan” olduğunu söylemek zorunda kaldım. Daha fazla korktular.

-Tavşan mı, aman kapılarımızı yer maazallah! dediler.

Korkulan başa geldi. Sabah kahvaltıyı hazırlarken altıncı katın sağ dairesinin sahibi Semra hanımın çığlığıyla kapıya koştum. Kapıcımız Ahmet Bey de bağırıyordu.

-Şimdi yakalıyorum.

Tavşan bacaklarının arsından geçmiş son hızla aralık duran karşı dairenin içine dalmış olmalıydı. Bu kez çığlıklar Neriman Hanım’dan yükseliyordu. Yatalak kocası da içeriden bağırıyordu.

-Neriman, Neriman bak hemşire hanım geldi.

-Bu da iyice oldu artık diye söylendiğini duydum Neriman Hanım’ın. Ne hemşiresi, her beyaz şey koluna dokunarak geçince …

Tavşan merdivenlerde görününce ben de eve girmesin diye hemen kapımı arkamdan kapattım. Karşımızdaki dairenin kiracısı “ne oluyor” diye çıkınca hayvancık bana yakalanmamak için korku içinde aralıktan içeri giriverdi.

-Ben tavşana dokunamam, çıkarın şunu buradan! diye bağırmaya başladı zavallı kadın.

Ardından temizlik sopasını kapmış kocası görünüp kayboldu. Kapıları açıp kapatıyor, hayvanı yakalamaya çalışıyordu. Ben kat aralığında kaçarsa tutmak için beklerken aşağıdan kapıcımızın karısı Nurgül’ün sesi geldi.

-Ne bu gürültü, at mı kaçmış?

-Yok bir de at olacaktı, Dingo’nun ahırı mı burası? diye hiddetle bağırdı Süleyman Bey.

-At değil, tavşan diyorlardı diğerleri, tavşan, tavşan!

Ece’nin tavşanı neredeyse bütün daireleri dolaşarak apartman içinde kayboldu. Çaresiz herkes dairesine döndü.

-Evlerde hasar tespiti yapılıyor olmalı dedim eşimin hazırladığı kahvaltı sofrasına otururken. Tavşan karşı dairedeki kiracı kadını 5 dakikalık ziyaretinde “gitti el emeklerim” diye ağlattıysa, var sen hesap et Ece’lerin evinin halini.

İkinci çayımızı içiyorduk ki üst kattan gelen büyük bir gürültüyle yerimizden fırladık.

-Neydi bu? diye soruyordu herkes kapılarında.

Kapıcı Ahmet Bey’in sesi duyuldu.

-Merak edilecek bir şey yok.

-Tavşan orada mı? diye soran çekingen sesin sahibi kibarlığıyla tanınan Betül Hanım olmalıydı.

-Hayır diye cevap verdi karşı kapı komşumuz hâlâ elinde temizlik sopası. Tavşan firarda!

Biz de yukarı kata yönelmiştik. Merdivenlerin yarısında eşimle gördüğümüz manzara depreme uğramış bir daireninkinden farksızdı.

-Yardıma ihtiyacınız var mı? diye sorduk.

Ece’nin annesi ağlayarak içeriyi gösterdi.

-Bu tavşan yedi bitirdi diye tekrarlıyordu. Her şeyimizi kemirdi.

Biraz önce duyduğumuz gürültü salondaki divandan gelmiş. Ayaklarını tavşan kemirdiği için ilk oturanla birlikte çöküvermiş. Onun çökmesiyle birlikte antika abajurları da devrilip kırılmış. Sehpanın kenarları da tavşan ısırığından geçilmiyordu, televizyonun kumandasının yarısı yok olmuştu, prizlerdeki kordonların çıplak telleri dışarıdaydı…

-Bu gördüğünüz dedi kadıncağız, bir şey değil. Bir de içeriler…

Korkarak bir göz attım, o küçük tavşan oda kapısını bile kemirmiş, kendisine kaçacak yer açmıştı.

-Eşiniz… diyecek oldum.

-Allahtan iş gezisinde dedi. Yarın dönüyor.

Sonra da ağlamaya başladı.

Bu arada gözlerimle Ece’yi arıyordum.

-Kızımı biraz önce annemle babam alıp götürdü dedi. Yarın Yavuz gelene kadar artık ne yapabilirsem… Şu divan çökmeyeydi…

Kapıcımız Ahmet Bey akrabalarından iki genci çağırmış, üç iri yarı erkek divanı altındaki kemirilmiş ayakları çıkartarak olduğu gibi oturtmaya çalışıyorlardı. Ece’nin annesi Aysel Hanımı bize, kafasını toplamak üzere kahve içmeye davet ettik.

Camlı balkonumuzda kahvelerimizi içerken bir yandan da nazımızın geçebileceği bir ustayı bulmaya çalışıyorduk.

Sonunda telefonlarımıza cevap veren Cemil usta, kemirilmemiş tam bir ayak getirilirse divanı aynı gün içinde onarabileceğini söyledi. Kapılar zaman alacaktı. Parkeler için tanıdığının ismini verdi, o da biraz sonra gelip durumu görecekti.

İnanılmaz bir hızla daire ilk bakışta hasarın fazla dikkat çekmediği bir hale getirildi. Aysel Hanım anne babasının evinde geçirdi geceyi. Bu arada o kesif koku giderilsin diye bütün gece camlar yarı açık bırakıldı. Ertesi sabah Aysel’i gördüm terlikleriyle aşağıda apartmanın girişindeydi. Bana teşekkür etti.

-Sayenizde ev Yavuz dönmeden oturulacak hale geldi dedi.

Sonra ekledi.

-Tavşanı da kapıcı yakalamış, yerine kondu dedi.

Sonra sır verir gibi eğildi.

-Biliyor musunuz günümüz çocukları çok akıllı!

Anlamaz baktığımı görünce gülerek açıkladı.

-Bizim Ece açık bırakmış o sabah kapıyı. Bu tavşan bize çok zarar verdi, bizim evden gitsin diye…

Öyle kalakaldım.

Eve dönmüş telefonda çocukluk arkadaşım Leyla ile konuşuyordum. Tam da ona evden apartmana yayılmış kokudan söz ediyordum.

-Çok marul yedirmektendir dedi. Tavşanlar her tarafı pisletirler.

Ona göre tavşan kedi köpek gibi kolay kolay terbiye de edilemezmiş.

Birden yukarıdan bir erkek sesi yükseldi. Anlaşılan Yavuz Bey eve dönmüştü.

Aysel Hanım’la tekrar karşılaştığımda ben sormadan o anlattı. Yavuz Bey evdeki hasarın farkına varmamış pek. Oturup yol yorgunluğumu atayım derken Ece gelmiş yanına.

-Babacık demiş, bu tavşan çok yaramaz.

Babası önce tatlı kızının başını okşamış.

-Bak sana söyledim demiş, bu son hayvanın, ona iyi bakar, onu eğitirsin.

-Ya hayır! demiş Ece, ben bu tavşanı istemiyorum.

Babası kabul etmeyince de başlamış evdeki hasarı sayıp dökmeye.

Adamcağız dehşet içinde koltuğun yenileştirilmiş ayaklarına, rötuşlu kapılara, telleri çıkmış kordonlara dili tutulmuş bakarken Ece onu tavşanı göndermeye ikna etmiş sanmalı koşup bir dergi getirmiş göstermeye.

İşte o zaman Yavuz Bey avazı çıktığı kadar bağırmış.

Çünkü Ece ona hem suda hem karada yaşayan kaplumbağaları gösteriyor, bir de şöyle diyormuş.

-Ay bunlar da çok güzeeel !

GELECEK HAFTA

SİYAH BEYAZ HAYALLER

26 Şubat Kısa öykü: Benim de canım var

19 Şubat Kısa öykü: Bizimkisi asrın aşkı

12 Şubat Kısa öykü: Aşk fırsatları sever

5 Şubat Kısa öykü: Yaşlı ergenler

28 Ocak Kısa öykü: Gölgemin korkusu

22 Ocak Kısa öykü: Mevsimlik Kişilikler

15 Ocak Kısa öykü: Şaşkın Sapık

8 Ocak Kısa öykü: Kadının Böylesi

1 Ocak Kısa öykü: Maziye teessüf

25 Aralık Kısa öykü: Dün gece neredeydin?

18 Aralık Kısa öykü: Ölümüne fren

11 Aralık Kısa öykü: Geçmişe mesaj

4 Aralık Kısa öykü: Elma Dersem Çık

27 Kasım Kısa öykü: Kör Olası Aşk

20 Kasım Kısa öykü: Yıllanan güzellik

13 Kasım: Kısa öykü: Ömre bedel hata

06 Kasım Kısa öykü: Yukarı akıntı

30 Ekim Kısa öykü: Kayıp uçurtmalar

23 Ekim Kısa öykü: Dayının şeridi