Kısa öykü: Bitmeyen öpücük

Havaalanına vardığımızda uçağın inmesine iki saat vardı. Gelince ne olacaktı, Nathalie’nin erkek arkadaşı bizde mi kalacaktı, yoksa başka bir yere mi gideceklerdi?

RÜYA ERSİNA UYGUR


ersinaru@gmail.com

Beklenen pastırma yazı gelmiş, yirmi beş derece sıcağı görenler sabahın erken saatlerinde sahil boyunu doldurmuşlardı. Yoğun deniz trafiğinin ardında görünen İstanbul silueti zenginleşen Türkiye’ye tarihi bir fon oluşturuyordu. Balkonuma kurulmuş, dün aksam uçağıyla Paris’ten gelen davetsiz misafirlerimin uyanıp kalkmasını beklerken, gözlerim karşı sahilde, aklım geçmiş günlerde gezindi. Uzun yurtdışı kalışlarımda biz Türklerdeki özgüven hep dikkatimi çekmişti. Diğer gençler kimlik kazanacaklarını sanarak markalara paralar sayarken, üstünde 10 avroluk pantolon, ayağında 5 avroluk pazar ayakkabıları olan Türk meslek okulu öğrencilerinin gururlu ve dik duruşları Fransız öğretmenlerini şaşırtıyor ve nedenini soruyorlardı. Ben “özgüvenleri herhalde Osmanlı’dan geliyordur” diye cevap verirdim.

Ben de yitirdiği servetini yeniden toparlamaya başlayan yoksul düşmüş bir soylu gibi, misafirlerime Topkapı Sarayı’ndan başlayan muhteşem İstanbul siluetini gururla gösterip, onları büyülemek istiyordum. Sonra da sarayla aramızda uzayan denizdeki hızlı trafikle başlarını döndürmek, birbirinden lüks yatların resmigeçidiyle krizle boğuşan Avrupalı misafirlerimi şaşırtmak...Evdeki pazar çarşıya uymadı. Büyük bir gürültüyle kapılar çarptı ve ana kız Fransızca bağrışarak salonda göründüler.

-Niye benim tişörtümü giydin?

-Çekiştirme, yırtılacak.

Nathalie durumu kurtarmak için bana baktı ve güldü.

-Hep böyle yapıyorsun anne. Gülecek bir şey yok.  Dolabımı karıştırıp her şeyimi alıyorsun. Üstelik bunu sen hediye ettin!

-Sadece bir sabahlık Julie.

Havayı yumuşatmak için tişörtün üzerindeki Fransızca yazıyı sesli okudum:

- Gerçekçi ol imkânsızı iste!

-Mayıs 68’in kırk yedinci yıldönümü için yaptılar.

- Niye kendine de almadın? diye kızgın sordu Julie

-Sadece bir tane vardı mon amour.

Nathalie “aşkım” derken kolunu kızının beline doladı. İki kız kardeş gibi itişerek kahvaltı sofrasını hazırladığım balkona yürüdüler.

Soluk lale motifli masa örtümün üzerinde kenarları yaldız işlemeli tabaklar, ortada gülden, ahududuya dokuz değişik reçel, yanında topak tereyağları, kruvasanlar, çeşit çeşit çörekler… Kahve servisi yaparken bu özenli sofram için doğrusu bir iltifat bekledim. Ya da muhteşem manzara hakkında güzel bir söz… Ama Nathalie cep telefonundan mesaj çekmekle meşguldü. Julie ise annesinin yazdıklarını okumaya çalışıyordu.

Nathalie mesajını yolladıktan sonra telefonunu ters çevirip masaya koydu.

-Özür dilerim, acildi dedi.

Julie annesine alaylı bir bakış fırlatıp bana döndü:

-Annem yine aşk acısı çekiyor. Bu yılki sevgilisi de onu terk etti de...

67 Yaşındaki Nathalie ile 27 Yaşındaki Julie rolleri değişmiş gibiydiler.

Yeni bir tartışmayı önlemek ve dikkatlerini biraz çevreye çevirebilmek için Nathalie’ye sordum.

-Sen 72’de İstanbul’a geldiğin zaman, karşı tarafta kalmıştın, değil mi?

-Neresi?

-Şu karşıdaki tarihi yapı Topkapı Sarayı. Buradan görülmüyor ama arkası Sultanahmet.

-Hapse de girmişsin diye ekledi kelimeleri uzata uzata Julie, kendisine on bin kere anlatılmış olduğunu hissettirecek şekilde. Esrar çektiğin için!

-Ergenlik işte dedi Nathalie şık bir hareketle bacak bacak üstüne atarken.

-24 Yaşında hâlâ ergen miydin? diye alayla sordu Julie.

Nathalie hiçbir şey duymamış gibi denize doğrulttu dalgın bakışlarını.

Ben de böylece onu inceleyebildim. Fazlaca zayıf, kemikleri dışarı fırlamış, anoreksik gibiydi. Gözlerinin altındaki 67 yaşın çizgileri sürdüğü kat kat fondötene rağmen gizlenememişti. “Gerçekçi ol, imkânsızı iste” sloganlı beyaz tişörtü küçük bir hareketiyle göbek deliğini ortada bırakıyordu. Bir genç kızınkine benzetmeye çalıştığı vücudu sanki yıllarca yaşamamış da ergenken birden çökmüş izlenimi veriyordu. Ama her zamanki Nathalie’ydi, Chanel Numara 5 parfümü ve makyajıyla tüm dikkatleri üstünde toplayan bir 68’li…

Tam günün programını yapmaya hazırlanırken telefonundan sinyal duyuldu. Nathalie mesajı okuyunca sevinçle fırladı.

-Geliyor!

Aralarının bozuk olduğu erkek arkadaşı uçağa binerken mesaj çekmiş, üç buçuk saat sonra Sabiha Gökçen havaalanına iniyormuş. Şaşkın bakışlarımız karşısında “imkânsız oldu” der gibi sevinçle gözlerini büyüterek acele etmemiz için elini salladı.

-Yemekler benden, hemen çıkalım!

Nathalie odasına koştu. Kızı Julie de isteksiz arkasından.

O sırada telefon çaldı. Çocukluk arkadaşım Leyla misafirlerimi soruyordu.

-Yine havaalanına dönüyoruz dedim telefon kulağımda üstümü değiştirirken.

-Nasıl yani, geri mi dönüyorlar diye sordu hayretle.

-Yok, bir 68’li daha geliyor!

-Ben dedim sana diye kahkaha patlattı Leyla. Sağları solları hiç belli olmaz!

Leyla’nın kahkahası kulağımda, gülümseyerek arabayı çalıştırdım. 20 Dakika sonra, Moda’dan Bahariye’ye dönmüş, Şifa yokuşunda yol almıştık bile. Nathalie dar kırmızı pantolonu üzerine siyah boğazına kadar kapalı, omuzlarını açıkta bırakan bir akordeon fanila giymişti. Uzun bacaklarını havaya kaldırmış, ayakkabıları yerde, çıplak ayaklarını ön cama yapıştırmıştı. Kısa kot şortu üzerine beyaz bir tişört geçirmiş Julie, arkada bacaklarını koltuğun üzerine uzatarak oturmuş, karşı camdan dışarıyı seyrediyordu. Ana kız Fransızların varlığı küçük arabama uçarı bir hava getirmişti. Üstünü açıp, cd koyup, 68 rüzgârı estirmeye çalıştım. Jacques Dutronc “700 milyon Çinli, ya ben, ya ben, ya ben” diye bağırmaya başladı.

https://www.youtube.com/watch?v=FIzLbXz5Au4&index=1&list=RDFIzLbXz5Au4

Yol boyunca Julie beni 68’in Türkiye’de nasıl yaşandığı konusunda sorguladı. Amerikalı öğretmenlerimizin 1968’lerde  « Yankee go home» protestoları sonucu geri döndüklerini, yerlerine hippilerin geldiğini, bir şeyler öğrenmekten çok eğlendiğimizi anlattım.

Havaalanı’na vardığımızda uçağın inmesine iki saat vardı. Gelince ne olacaktı, Nathalie’nin erkek arkadaşı bizde mi kalacaktı, yoksa başka bir yere mi gideceklerdi? Ben ev sahibi olarak planlarını soramıyor, Nathalie’nin de bildiğini sanmıyordum.

Bir şeyler atıştırdıktan sonra, Fransızca, Türkçe gazeteler alarak oturduk. Kahvelerimizi yudumlarken, Nathalie ile tanışmamızı anlattık Julie’ye.Annesinin 1985’te Türkçe derslerime ilk gelişini, Paris’te hemen her akşamüstü ortak arkadaşlarla Camus, Sartre, Simone de Beauvoir gibi ünlü yazarların 50’lerde uğrak yeri olan Café de Flore’da toplanmayı alışkanlık edindiğimizi, orada zamanı unutturan gevezeliklerimizi anlattık. Nathalie geçmişten bahsederken içten kahkahalar atıyordu. Julie’yi sohbetimize katma gayretlerim ise sonuçsuz kalıyordu.

Annesinin sık sık uçak iniş ekranlarına bakmaya gidip gelmesi Julie’nin tedirginliğini görünür biçimde arttırıyordu.

-Türkiye’deki 68’lileri soruyordun diye laf açtım Türk gazetelerini göstererek, bak bizimkiler hâlâ aktifler!

-Bravo onlara dedi yeniden ekrana bakmak için kalkmış annesine bir bakış fırlatarak. Krizi protesto ediyorlar, değil mi?

-Daha çok hükümeti yıkmak için dedim, her protestonun yanında ya da arkasındalar.

- Peki, 68’liler iktidar mı olmak istiyor?

-Yok canım, diye güldüm. Böyle bir parti yok tabii. Bizim 68’liler annenden çok farklılar. Annenler gençliklerini yaşarlarken bizimkiler misyon yüklendiler. Annenler bireysel özgürlükler için “Yasağı yasakla” sloganı atarken, bizdekiler parkalı, postallı devrim peşindeydi.

O sırada Nathalie de masamıza oturmuş, üçüncü kahvesini içiyordu. Türk 68’lileri küçümser havada konuştu:

- 1968 devrimlerin bitişidir! Biz bireysel özgürlükler için karşı çıkışları başlattık.  Dany kitabını bile yazdı!

Daniel Cohn-Bendit’in “Forget 68”, “68’i Unut” adlı kitabını ben de okumuştum.

-Nathalie dedim. Belki de 68 bir soğuk savaş projesiydi, ne dersin?

-Ne projesi dedin, ne projesi?

Sinirlenmişti. Tartışmadan canı sıkılmış, ekrana bakmaya gitti yeniden.

Julie ise tepkisel olarak tüm 68lilere karşıydı.

-Hepsi sorumsuz! Benden sonrası tufan diyorlar.

Birden Nathalie’nin zıplayıp, el salladığını gördüm.

-Annenin arkadaşı geldi galiba.

 Julie hemen ayağa kalktı. Ben de onunla Nathalie’ye doğru yürüdüm.

Şapkalı, atkuyruklu, uzun boylu bir adamın Nathalie’ye sarıldığını gördük.

Julie’yi oyalamak için ne yapabilirim diye etrafıma bakınırken o annesiyle arkadaşından gözlerini ayırmayarak 68’liler üzerine konuşmaya devam etti.

-Amerika’daki eski hippiler, şimdinin punkları oluyorlar herhalde. Avrupa’dakiler dedi hırsla, sadece egoistler! Özgürlükleri kendileri için istediler! Güzel işleri kaptılar ve bize bırakmaya niyetleri yok. Krize rağmen…

Nathalie ve erkek arkadaşı öpüşmeye başlamışlardı. Herkesin ortasında, kimseyi umursamadan. Kimse de onları umursamıyor, dönüp bakmıyordu bile. Bir tek Julie, 27 yaşındaki genç kız gözlerini annesinden ayıramıyordu. Saat tutmaya başladı.

Bitmeyecek sandığımız öpüşmeleri nihayet on üçüncü dakikada sona erdi. Marc bir sürpriz daha yapmış, üçü için Bodrum’a bilet almıştı.

-Hadi diyordu, akşama kadar toparlanın kızlar, tatile gidiyoruz!

Julie annesine baktı. Nathalie hiç de teklifi reddedecek gibi görünmüyordu. Bavulsuz bile yola çıkmaya hazırdı. Julie ise başını sallıyordu.

-Hayır, hayır…

 Genç kız iri ela gözlerini annesine dikti. Kararı kesindi.

-Siz eğlenmeye devam. Ben yalnız dönerim Paris’e!

Akşam yemeğini de ayaküstü yapmış, yine Sabiha Gökçen Havaalanı’na 68’li sevgilileri yolcu etmeye gitmiştik.Nathalie kızına bağırıyordu.

-Böyle olmadı bu sefer de Julie. Söz, bir dahaki sefere, mutlaka birlikte olacağız!

Julie isteksizce onlara el salladı. Nathalie sevgilisiyle Bodrum’a uçmuş, fikrimi bile sormadan kızını bana bırakmıştı. Julie kendini iğreti hissediyor olmalıydı. Arabaya binince ona döndüm.

-Yaşıtın yeğenlerimle İstanbul’u keşfe ne dersin Julie?

Julie zor ayrıldı İstanbul’dan. “Zamanı, yaşımı, elimden kayıp giden gençliğimi yakaladım Türkiye’de” diyordu. “Annemin gençliğinin etkisinden kurtuldum”.

Tarihi şehirde, çatıları mekân edinmiş müzisyen, ressam Fransız, İtalyan, Avustralyalıları tanımış, Galata’da bir daireyi de gözüne kestirmişti. Julie “yine geleceğim” dedi vedalaşırken. Annesinin telefonda alaylı karşı koyuşlarına ise “annem Türkiye’yi hiç tanımıyor.İlk gelişinde uyuşturucunun etkisindeymiş, ikincisinde ise havaalanından teğet geçti” dedi ve gülerek ekledi: “O bir 68’li!”

GELECEK HAFTA

KARANLIKTA ŞİŞE TIKIRTILARI

8 Kasım kısa öyküsü: Hırsızın profesörü

01 Kasım kısa öyküsü: Soğuktan gelen kaset

25 Ekim kısa öyküsü: Kontör sevgilim

18 Ekim kısa öyküsü: Hayatı sıfırlamak…

11 Ekim kısa öyküsü: Sentetik gözyaşları