Kısa öykü: Ailenin büyük sırrı

RÜYA ERSİNA UYGUR
ersinaru@gmail.com

Hava yeni kararmaya başlamıştı. Dostça olmayan bir bağırışla irkildik.

-Ayhan!

 Onu ilk ben gördüm. Ağacın arkasından gelmişti ses. Çömelmişken ayağa fırlamış olmalı, dengesini bulmaya çalışıyor, sallanıyordu.

Talimhaneye vardığımızda vale arabamızı almış, Ayhan Bey de bizi karşılamaya otelinin kapısına çıkmıştı. O an eşimle ikisi sarmaş dolaş birbirlerinin sırtına vurarak kucaklaşıyor, ben de onları gülerek izliyordum.

Ayhan Bey, gülümsemesi hâlâ yüzünde, sesin geldiği yöne döndü.

-Ayhan, 1 liranı vermeye geldim.

-1 Liranın lafı mı olur?  dedi Ayhan Bey birden rahatlayarak. Kalsın sende. Haydi, müsterih ol, hakkımı helal ettim.

-Hakkını helal etmiş dedi üst dişleri dökülmüş ağzını çarpıtarak. Ben hiç müsterih falan değilim.

Üstü başı dökülen adamı süzen Ahmet Bey, bu ısrar karşısında bir an bocalasa da, istifini bozmadı.

-Peki, bir başka sefere ödeşiriz dedi etrafa hızlı bir bakış atarak.

Sonra bana döndü.

- Hanımefendi buyurun…

Ahmet Bey bana yol gösteriyordu, sokaktaki adam sıradan bir berduşa benzemiyordu, ona bir daha bakmak istedim ama eşimin kolu arkamda, adeta itilince, kendimi tarihi binanın içinde buldum.

Masaya oturduğumuzda eşim gülerek Ayhan Bey’e sordu.

-Oğlum, yoksa adamı dilenci sanıp önüne 1 lira mı attın?

-Yok dedi Ayhan Bey masa örtüsünün kenarını düzelterek, gazete, simit, hani vatan hasretiyle yoldan bir şey aldıysam ve üstü kaldıysa…

Sonra hemen kenarda onun bir bakışıyla masaya koşmak için bekleyen garsonu çağırdı.

-Ne içeriz?

Geceyi erken bitirdik.  Ayhan Bey’in pek tadı yoktu.

-Yarın yine birlikte olalım dedi.

Ayhan Kollukçuoğulları eşimin High School’dan arkadaşıydı. Ortaokulun ardından Robert College’de de birlikte okumuşlar, üniversitede ise yolları ayrılmış, Ayhan Bey Boğaziçi Üniversitesi’nin İşletme Fakültesi’nde eğitimini tamamladıktan sonra dünya finans merkezlerinden Londra’yı mesken edinmişti.

Onun İstanbul’a yerleşeceğinden sadece bu sabah haberim olmuştu.

-Ayhan var ya, hani iki ay önce annesinin cenazesinde tanıştın, o otelinin başına dönüyor! demişti eşim.

Sonra da eklemişti.

- “Bir idareci bulana kadar otele çeki düzen vermek eğlenceli olacak” diyor. Benden de yardım istiyor.

Talimhane’deki o muazzam otelden bahsediyordu. Şaşırmıştım.

-Peki, sen ne yapacaksın? diye sordum.

-Otelin yeni konsepti üzerine kafa kafaya verip laflayacağız. Anlayacağın biraz fikir vereceğim, biraz da onun fikirlerini doluya boşa koyacağım, o kadar! demişti.

Sabah da sormuştum. Bu zenginliğin nereden geldiğini bir türlü anlayamıyordum.

Otelden dönerken arabada yineledim kafamı kurcalayan soruyu.

-Sen bana babasının emniyet müdürü olduğunu söylememiş miydin? Memur maaşıyla otel alınmaz ki…

-Ben onu tanıdığım zaman da zenginlerdi. Herhalde aileden geliyor diye açıklama getirdi eşim,  amcaları, dayıları, hemen hepsinin Talimhane civarında malı mülkü var. Oralılar herhalde.

-Ekalliyet mi bunlar?

-Yok canım, nereden çıkardın… Malatyalılar bildiğim kadarıyla.

-Yani dedim apartmanın giriş kapısını açarken, örneğin bu binayı bir emniyet müdürü alabilir mi sence?  

-Canım dedi eşim asansörü çağırırken, ben Ayhan’ı tanıdığımda babası emniyet müdürü değildi ki.

Asansörden inerken o da düşünceliydi.

-Eskidenmiş…

-Kabul et ki bu ailenin zenginliğinde bir tuhaflık var dedim anahtarı kilitte döndürürken. O otelin sahibi olduklarına inanasım gelmiyor…

Ertesi gün arabamız otelin sokağına girerken sağdaki kafenin ön masasında oturan adam doğruldu. Yine bir gece önceki üstü başı dökülendi.

Valeye anahtarı teslim ederken yanı başımızdaydı. Meydan okurca bağırdı.

-Ayhan’a söyleyin, onu dışarıda bekliyorum.

Yarı deli gibiydi, gülümseyerek içeri girdik.

-Bu bir lirayı alsa ne olur Ayhan Bey? diye sordum. Sorun bununla bitecekse…

-İşlerine karışma sen! dedi eşim dişlerinin arasından.

Ayhan Bey de karşıdan geliyordu, bizi özel hazırlanmış masaya oturttu. Tam garsonu çağıracakken sokaktaki adam birden başımızda belirdi.

-Bana yer var mı?

Ayhan sıkıldığını belli eden gibi bir jest yaparken yanındaki boş iskemleye oturmuştu bile.

Garson koşarak geldi.

-Beyefendi lütfen! diyerek kalkmasını istedi.

-Seninle sonra konuşuruz dedi Ayhan Bey, misafirlerim var şimdi. Anlıyor musun sonra…

-Kaç yıl sonra? diye sordu yine ağzını çarpıtarak.

-Yıl değil, bu akşam, misafirlerim gittikten sonra…

-Yani ailenin büyük sırrını onların öğrenmesini istemiyorsun. Olabilir. Beklerim ben.

Ayhan Bey arkasından seslendi.

-Kapıda bekleme, sonra anladın mı, sonra denince sonra…

Çatal bıçaklarımızın yerini düzelterek birbirimize gülümsedik.

Ayhan Bey garsondan özel bir donatım istedi.

-Bu yemekler benim direktifimle ve bizzat önlüğü geçirip aşçının yanında özel olarak bulunmamla yapıldı dedi. Umarım seversiniz.

-Siz sadece otelin değil, galiba mutfağın da başına geçiyorsunuz diye laf açmaya çalıştım.

-Öyle dedi Ayhan Bey, bir heves geldim ama…

Biraz önceki tatsız olayı hatırlamış olmalı yüzünde bir sıkıntı ifadesi oluştu, sonra birden kadehini kaldırdı.

-Hoş geldik otelime dedi içten gülümseyerek. Bak sana güveniyorum ha, beraber kotaracağız bu işi.

Yemekler harikaydı.

-İngilizlerin yemekleri değil de, kahvaltıları ilginçtir diyecek oldu eşim. Bunları nereden öğrendin sen?

-Bu benim sırrım ama sana söyleyeyim dedi bana mahcup bir gülümsemeyle bakarak. İlk karım Fransız’dı, ikincisi İtalyan, daha sayayım mı?

Konu gençlik anılarına dönünce kahkahalar birbirini izledi. Tam kalkacaktık.

-Şu 1 lira meselesini halledeyim ben de dedi sıkıntıyla.

-Al gitsin dedi eşim gülerek. Deli çok, bu da bir lirasını verince mutlu olup gider belki.

-Ama sanki böyle bir deli babama da musallat olmuştu. Çocukken hatırlıyorum, gelip gidip “bir liranı al” derdi…

-Aynı kişi olabilir mi diye sordum merakla?

-Mümkün değil, bunun babası yaşında biriydi.

-Babasıdır belki de diye atıldı eşim gülerek,  ya da darphanede çalışan biri…

Ayhan Bey birden ciddileşti.

-Dinleyelim bakalım. 1 Liralık derdi neymiş…

Bir hafta sonra Ayhan Bey’den gelen telefon bizi şaşkınlığa düşürdü. Fikir değiştirmiş, otelini devrederek Londra’ya geri dönmeye karar vermişti. Son gecesi için evimize davetimizi hemen kabul etti.

Akşam yemeğimiz bu sıcak yaz gecesinde balkonda İstanbul siluetine karşı kurduğumuz masada biraz buruk geçiyordu. Eşimin yaptığı tüm şakalar, geçmişten anlattığı ortak komik anılar Ayhan Bey’i sadece gülümsetebiliyordu. Boğulurcasına bir sıkıntı ifadesiyle izin istedi.

-Gömleğimin yakasını… deyip iki düğmesini açtı.

Eski İstanbul’un bir mücevher gibi parıldayan siluetine bakarak sessizce konuşmasını bekledik.

-Kim derdi ki 1 Türk lirasına otelimin yarısını ortağa vereceğim…

-Nasıl? dedi eşim, yoksa o adama…

-Hani bana ille de 1 lira verecekti ya, aldım sonunda. Karşılığında da o gördüğünüz adama  otelin yarısını verdim.

Kahvesinden bir yudum aldı.

-Biliyor musun geçen gün “babamdan da 1 lira isteyen biri vardı” demiştim de sen  “belki bunun babasıdır” diye dalga geçmiştin ya, meğerse gerçekmiş…

Yine gömleğinin yakasını havalandırdı.

-Ne büyük bir sırrı varmış ailemin, bunu bana o yarı berduş öğretti.

Sessizce bakışlarımızı ayın su üzerinde bıraktığı ışıktan yolu üzerinde gezdiriyorduk.

-Babam varlık vergisi kanunu çıktığı zaman dönemin Emniyet Müdürü’nün yardımcısıymış. Çalışkan,  hasta olup bir gün bille izin de almamış biri olan babamı müdür çok severmiş. “Sana öyle bir iyilik yapacağım ki sadece sen değil, sülalen unutmayacak” demiş. İşte bu oteli 1942 yılında sadece 1 liraya bu adamın babası Simon’dan aldırmış.

-Bu berduş mu anlattı bunu?

-Hayır dedi dudağını ısırarak Ayhan Bey, hasta yatağındaki amcam anlattı. Kafası hâlâ yerinde.  Eskiyi de dün gibi hatırlıyor. O almamış ama diğer kardeşlere de yol olmuş, onlar da otel olmasa da, evler kapmışlar.

-1 Liraya ha, inanılır gibi değil dedim, 1 Liraya 7,5 kilo buğday alınırmış 1942’de. Dedem anlatırdı…

-Ben 49 doğumluyum, savaş bitmiş, Hitler yenilmiş, bizim otel alınalı da tam 7 yıl olmuş. Çocuk halim, hiç sorgulamadım işte…

Kahvesinden bir yudum daha içti.

-Dani, işte sizin de gördüğünüz gibi benim yakama yapışınca…

-Anlayamadığım dedi eşim, o seni Londra’da da mı izletiyormuş?

- Evet, Dani orada bulunduğumu biliyormuş da uzaktan izlermiş, parasızlıktan…

-Yoksa otelin önünde mi yatıyormuş? diye sordum ben de.

-Evet, her gün, her gece… Bu yüzden işe girmemiş, annesi bakmış ona. Bir de kültürlü ki inanamazsınız. Annesi hayattayken, o gerçekten aileden zengin kadın evlere Fransızca, İngilizce öğretmeye gider, tabii bu arada oğlunu da tam bir Yahudi anası olarak yetiştirirmiş. Çok dilli bir berduş…

O gece Ayhan Bey ailesinin bu büyük sırrından öyle altüst olmuştu ki gün ağarana kadar öyle oturduk.

Ertesi gün çocukluk arkadaşım Leyla’nın telefonuyla uyandım.

-Ne uykusu bu, öğlen oldu diyordu neşeli sesiyle.

Ona Ayhan Bey’in 1 liralık yeni ortağını anlattım.

-Nasıl bir insan Ayhan Bey dedi şaşkınlıkla, bir berduşa inandı ve otelin yarısını verdi ha. Peki, ama onun olduğunu nasıl anladı?

-Dani dedim nüfustan aile toplum kâğıdı, nüfus kayıt örneği ile otelin yıllardır sakladığı eski tapusunun kopyasını vermiş. Daha önemlisi de o 1930 yılında basılmış 1 Türk liralık kâğıt parayı.

-1942 Yılından kalma kâğıt para bugün nasıl bir servet eder acaba? diye sordu Leyla.

Telefonda çok güldük.

-Görüyor musun dedim, biz de artık Yahudiler gibi 1 liranın bile kıymetini anlamaya başladık…

GELECEK HAFTA

KEDİ KADIN

10 Temmuz Kısa öykü: Köpüklü bıyıklar

03 Temmuz Kısa öykü: Kapıdaki çarpı

26 Haziran Kısa öykü: Aşkımı betona gömdüm

19 Haziran Kısa Öykü: Ölesiye sevgisizlik

12 Haziran Kısa Öykü: Şansın eseri